Yaratıcılık Nedir?
Ümit Parsıl
Yaratıcılığa ilişkin tanımlama genellikle insanların yaratıcı yönlerinin
yanı sıra bilgisel, eğitimsel, düşünsel (zeka) kişiliği üzerinde
yoğunlaşmıştır. Kişiden kişiye farklılık gösteren bu özellik çok yönlü bir
düşünce ürünüdür. Ve bu konu ile ilgili oldukça kapsamlı bilimsel tespitler
geliştirilmiştir.
Torronce yaratıcı Düşünme Testi El Kitabı’nda (Torronce Test of Creative
Thinking) yaratıcılığın tanımını şu şekilde yapmaktadır.
“Yaratıcılık, sorunlara; bozukluklara, bilgi eksikliğine, kayıp öğelere,
uyumsuzluğa karşı duyarlı olma; güçlüğü tanıma, çözüm arama, tahminlerde
bulunma yada eksikliklere karşı denenceler geliştirme, bu denenceleri
değiştirme yada yeniden sınama, daha sonra da sonucu başkalarına iletmektir”
(SUNGUR; 1997).
Yaratıcılığın temelinde, akıcı, özgün ve esnek düşünebilme, dolayısıyla
sorun çözebilme becerisi yatmaktadır. Akıcı düşünebilmek, kısa sürede, ardı
ardına bir çok düşünce ve görüş öne sürebilmektir. Örneğin; “yüz ne
demektir?” sorusuna verilen yanıtta “yüz” kelimesinin anlam ve türevlerine
ilişkin çok yönlü yanıtlar alabilmek akıcı düşünebilme olarak tanımlanır.
Ayrıca “sezgi, merak ve mecaz” yaratıcılığa ortam hazırlayan en önemli
unsurlardır.
Yaratıcılık, kişilerin doğuştan getirdikleri bir özelliktir. Her insanda az
veya çok bazı yaratıcı belirtiler ve özellikler vardır. Yaratıcılık,
sınırları olmayan, geliştirilebilen bir eylemdir. Öğrenilmez fakat uygun
koşullar sağlandığı takdirde geliştirilebilir.
Bir başka deyimle yaratıcılık, toplumun ekonomik veya sosyal yapısının
sanatçının kişiliği tarafından sorgulanıp, düşünceleriyle yoğrulup,
yeni-özgün bir biçim olmasıdır.
Buna bağlı olarak yaratıcılık; insan doğası gereği tüm insanlarda değişik
derecelerde, değişik olan ve boyutlarda var olan ve geliştirilebilin özel
bir yeti olarak ele alınıp, yaratma eyleminin somutlaşması olarak ortaya
çıkabilmektedir. Bu nedenle yaratıcılık sosyo-kültürel çevreyle yakından
ilgili güç olarak düşünülebilir. Ayrıca bilimsel araştırmalar sonucunda bazı
bilim adamları tarafından yaratıcılığın insanın genetik yapısıyla da ilgili
olduğu iddia edilmektedir (ARTUT, 1998).
Guilford’a göre yaratıcılık; akılcılık, esneklik ve özgünlük içeren bir
süreçtir. Yaratıcılık; alternatifli düşünme, problem çözme gibi zihinsel
süreçleri de içerdiğinden, yalnızca bir süreç değil, süreçler dizisi olarak
düşünülmelidir. Ayrıca yaratıcılık konusuyla çok ilişkili olan, alternatifli
düşünme ve problem çözme becerilerinin de yaratıcılık gibi
geliştirilebileceğine inanan görüş, eğitim psikologu Torronce’ye aittir.
Paul Torronce, öğrencilere, sorunlara yeni çözümler üretebilme yollarının
verilebileceğine, buna dayalı olarak da onların risk alabilmek ve özgün
üretimlerde bulunmak gibi becerilerinin geliştirilebileceğine inanıyor
(ÖZER, 1996).
Sonuçta yaratıcılık, bilinenlerden yola çıkılarak eski ile yeni arasında
ilişki kurmak, alışılmışın dışındaki farklılıkları yakalayarak, deneyerek
özgün etkinlikler oluşturma çabası olarak da tanımlanabilir.
Bir Süreç Olarak Yaratıcılık
Yaratma sürecinde bir nesnenin estetiksel boyutu, işlevi ve biçimi imgesel
temeller üzerinde yükselir. Çünkü özne ile nesnel gerçeklik arasında bir
iletişim ve tavır sirkülasyonu vardır. Dolayısıyla özne nesnel gerçekliği
imgesel olarak algıladığı için imgelem, yaratıcı süreç içinde devamlı etkin
durumdadır. Ayrıca, imgelem, özne ile nesne arasındaki etkileşim süreci
içinde üretici ve doğal bir zihinsel yetenek olarak görülebilir. Bu süreç
bireyin bilgi birikimlerini, deneyimlerini etkinlikler içinde biçimlendirip,
somutlaştırarak özel bir dünya kurma çabası olarak anlamlandırılabilir.
Yukarıda da belirtildiği gibi süreç içinde yaratıcılığın gelişimi birbiriyle
bağlantılı tepkiler şeklinde oluşur. İsmail Üstel’e göre bu süreç şu şekilde
işler:
* Hazırlık Dönemi: Bu dönem yaratıcı düşünceyi tetikleyen bir unsurla
başlar. Bilgi edinme, bunları ilişkilendirme, farklı açılardan analizleme,
yorumlama, değişik biçimlerde sentezleme, değerlendirme, yeniden yorumlama
biçiminde sürdürülen etkinliklerdir.
* Kuluçka Devresi: Yaratıcı düşünce sürecinin bu aşaması, ürünün “bilinç
ötesinde olgunlaşmakta olduğu” kademedir. Bilinç düzeyinde algılanmamakla
beraber, yoğun bir yaratıcılık çabasının sürmekte olduğu evredir.
* Evraka (Buluş) Basamağı: Beyinde “şimşek çaktığı” andır. Hazırlık
döneminde tohumu atılan, kuluçka evresinde farkına varmadan yeşeren
yaratıcılık, birdenbire somutlaşır.
* Rafinasyon (Eleme): Sürecin bu bölümünde, yaratıcılık sürecinden süzülen,
orijinallik, “rafine edilerek” uygulanabilir kılınmaktadır. Yukarıda
özetlenen kademeler, birbirinden kesin çizgilerle ayrılmaz, biri bitmeden
diğeri başlayabilir. Bu fazların kesişmesi, örtüşmesi ve iç içe geçmesi söz
konusu olabilir. Bazen, evrelerin sırası değişebilir. Zaman zaman süreç
basamaklarından birisi, olağan sırasından başka bir dönemde tekrar sıraya
girebilir.
Aynı zaman diliminde birden çok konu üzerinde çalışıldığında yaratıcılık
süreçleri birbirleri ile etkileşerek, daha da karmaşık bir tablo
sergileyebilir. Sürecin ne kadar zaman alacağı, kişinin yaratıcılığına ve
konunun özelliğine bağlıdır.kaldı ki bireylerin yaratıcılık performası,
belirgin bir biçimde dalgalanabilir. Diğer bir deyişle “yaratıcılık ritmi”
zaman içinde artabilir veya azalabilir. Yaratıcılıkta görülen değişim,
kişiye ve koşullara bağlı olan bir sürecin sonunda yeniden eskiye dönebilir
(Üstel, 1996).
Bir anlamda yaratıcı sürecin büyük bir bölümü belirli durumlarda yaratıcı
olmanın ve görmenin anlaşılması, ihtiyacın anlaşılması durumunda olabilir.
Gerçek anlamda yaratıcı bir kişi, yaratıcı çözümler bulmak kadar, yaratıcı
sorular sorabilen, yaratıcı etkinlikler içine girebilen bir kişidir.
Yaratıcı süreçte sezgi, kendi içinde ayrıca yaratıcı bir süreçtir.
Dolayısıyla sezinleyici, kişi kendi sezgisel işaret ve sembollerin
oluşturduğu ortamı yaratır.
Yukarıdaki konu başlığında yaratıcılığın oluşum sürecine ilişkin bilgi
verildi. Ancak burada vurgulanması gereken önemli bir nokta da süreç olarak
yaratıcılığın iç ve dış baskılara tepki verme eylemi olarak tanımlaması
düşünülebilir.
Bu anlamda sanatçının yaratım çabası, henüz var olmayanı oluşturmaya,
plastik bir anlam vermeye yönelikse de geçmişin ve içinde yaşanılan sürecin
etkileri, birikimleri doğal olarak sanat ürünlerine yansıyacaktır. Ortaya
çıkan yapıtın plastik özgün bir değer olarak belirlenebilmesinde sanatçının
yaratıcılığı ve özgünlüğü bu yansının ürüne kattığı değerle doğru
orantılıdır.
Yaratıcı Etken
Yaratıcılık dürtüsü insanın varlığıyla-oluşumuyla ilgilidir. İnsan ve hayvan
yaşantısı arasındaki fark, davranışın türüne, onun sergilenişine bağlıdır.
Hayvan davranışı içgüdüsel ve şartlandırılmıştır. İnsanlarınki rasyoneldir.
Doğal olarak insanın beyni içindeki statükoyu değiştirmeye iten bir şey
vardır. Bu onun yaratıcı olmasını ve farklı bir şeyi elde etmesini sağlar.
Bu durum psikolojik olduğu kadar sosyolojik bir olgudur da. Örneğin Ahmet
İnam konuyla ilgili görüşlerini bir gazete yazısında şu şekilde dile
getirmiştir.
“Gelecekte gücün simgesi olarak bizim yaratıcılığımız, keşfettiğimiz
yarattığımız ürünler, ortaya koyduğumuz, düşünce ve sanat ürünleri yaşama
becerimiz olacak gücün kaynağı değişecek. Güç, insanın kendini
gerçekleştirme çabası başarısı olacaktır” (İNAN, 2000)
Martin Buber “Ben ve Sen” adlı yazısında “biz dünyayı olduğu gibi kabul
etmek zorunda değiliz onu devamlı olarak yaratabiliriz. Gerçek kendi başına
her gün yen ibir şeydir ve her sabah kendi ellerimizde şekillendireceğimiz
başka bir yeni şeyi sorar. Bilmeden düşünce ve hayallerimizi belirli
şeylerle yoğunlaştırıp onların gerçeklere uygunluklarını ileri sürdüğümüzde
dünyayı yeniden yaratırız” (STEVENİ, 1968).
Dünya aslında ondan nasıl yararlandığımızdır. Kişi bulunduğu çevrenin bir
parçasıdır. Çevre kişinin kendisine nasıl bir biçim veriyorsa, kişinin de
yaratıcı birikimi çevreye öyle bir biçim verir.
Yaratıcı Kişilik Özellikleri
Geleneksel eğitim anlayışı içinde eskiden soru sormayan, söz dinleyen,
yaramazlık yapmaya, üstüne vazife olmayan şeylerle uğraşmayan bir yapı ve
anlayış içinde olan çocuklar benimsenen, kabul gören bir özellik
göstermektedir. Tam tersi özelliklere sahip çocuklar ise dışlanmakta,
genellikle de başarısız sayılmaktadır. Dolayısıyla eğitim sistemi içindeki
bu anlayışın etkin olması sonucunda yaratıcı yeteneklerin değerlendirilmesi
ve yaratıcılık ile ilgili araştırmaların gecikmesine neden olmuştur.
Günümüzde yaratıcı nitelikler son derece önemli olup, sanatsal ve teknolojik
alanda özellikle üzerinde durulması gereken önemli bir bireysel kriter
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yapılan araştırmalar sonucunda yaratıcı kimliğe sahip bireylerin kişisel
özelliklerine ilişkin yüzlerce maddeden oluşan tanımlamalar yapılmıştır.
Aşağıda bu özelliklerin en belirgin olanları genel hatları ile verilmiştir.
Buna göre:
* Esnek, özgün ve çabuk düşünebilme yetisi.
* Değişik strateji, yöntem ve araçları kullanma eğilim.
* Konulara-sorunlara farklı açılardan yaklaşabilen duyuşsal, mizah, sezgi ve
görsel algı gücünün yetkinliği.
* Soyut veya somut nesne ve kavramlar arasında bağlantıları yakalayabilme,
ilişkilendirebilme gücü.
* Hayal gücünün zenginliği, esnek düşünebilme ve konulara odaklanabilme
yetisi.
* Yeni olanı yakalayabilme, mevcut durumları geliştirebilme becerisi.
* Senaryo üretebilme, tasarım geliştirebilme özellikleri. Sorunlara çözüm
arayabilen, üretkendirler.
Geleneksel toplum üyelerinin beklentileri yukarıda genel hatlarıyla
belirlenen yaratıcı kimliğe sahip bireylerin özelliklerine bir ölçüde
aykırıdır.
Örneğin; Yaratıcı kişiler marjinaldir, uçlarda gezinen, risk alan, sürekli
arayış içinde olup, duygularını bastıramayan, yenilikler peşinde koşan
meraklı, var olanlarla yetinemeyen, eleştiren, sorgulayan, kendine güvenli,
içten davranan, güç ve statüye önem vermeyen, ayak direyen, bazen toplumun
kabul görmediği alışkanlıkları olan, daldan dala atlayan serüvenci bir
yapıya sahiptir.
Oysa ki toplum karşısında, var olan ile yetinmesini bilen sistematik,
düzenli, statükocu bir anlayışı onaylayan bireyler ister.
Ayrıca toplum, geleneklere uyabilen, görevini eksiksiz yapan, ciddi alaycı
olmayan, merkeziyetçi, fazla soru sormayan, üstüne vazife olmayan işlerle
uğraşmayan, itaatkâr, kurallara sıkı sıkıya bağlı, toplumun uyumlu bir üyesi
olmayı kayıtsız koşulsuz kabul eden bireysel özelliklere sahip kişiler ide
benimser ve onaylar.
Yaratıcı ve Yaratıcı Olmayan Tutum ve Davranışlar
Aşağıda yaratıcı tutum karşısında yaratıcı olmayan tutumlar
karşılaştırılarak kısa ve net olarak özetlenmiştir. Buna göre; sanatçıların
insanları şaşırtan bu yaratma gücü çok eski zamanlardan beri ilgi çeken ve
merak uyandıran bir konu olmuş ve genellikle ilham kavramı, olayı açıklamak
için öne sürülmüştür. Sanatçının en temel özelliklerinden biri, onda kişisel
hayata karşılık, toplumsal-sosyal psişik hayatın etkin olmasıdır.
Psikanaliz, öznenin kendini hayata karşı genel ilişkilerini yapılandırması,
çözümlenmesi ve yeniden oluşturması, anlamlandırması bağlamında tümüyle
yaratıcı bir harekettir.
Freud yaratma eylemine psikanalitik açıdan yaklaşarak, sanatçının yaratma
eylemi ile nevroz arasında sıkı bir ilişki bulur ve bilinçaltının
yaratmadaki rolünü belirlemeye çalışır. Freud’a göre sanatçı eğer anlaşılmak
isteniyorsa onun bilinçaltına inilmesi gerekir.
Sanatçının yaşam sürecindeki değişkenlikleri, davranışları, yanılgıları,
saplamaları, iç dünyası ve diğer nevrotik belirtilerin incelenmesinin
gerekliliğini ortaya koyar.
Freud’un kuramında, sanat ile düşlem etkinliği arasında yakın ilişkiler
vardır. Sanatçının nevrotik kişiliğe sahip insanlarla hem benzerliği vardır,
hem de ayrılığı.
Sanatçı da gerçeklik dünyasında tatmin edemediği içtepilerle doludur. O da
bütün insanlar gibi çocukluk çağının doyurulmak isteyen bilinçdışı
özlemlerini, tüm cinsel kökenli enerjisini imgelemci dünyasına aktarır.
Kolayca nevroz’a yol açabilecek böyle bir durumdan sanatçı, yaratma yolu ile
içtepilerini, yasak kaynaklardan geldiği fark edilmeyecek kadar
değiştirerek, onları yücelterek kurtulur. Ancak yine de sanatçının
bilinçaltı saklı kalmaktadır, sanatçının açığa vurmayıp bastırmak zorunda
kaldığı isteklerin kılık değiştirmiş biçimlerini aslında sanatçının
itiraflarından başka bir şey olmayan sanat eserlerinde tanımak olasıdır
(SON, 1974).
Bu konuya ilişkin diğer bir yaklaşım ise Otto Ronk’ın görüşüdür. Otto Ronk,
sanatçının normalden sapma gösterdiği için nevrotik olarak damgalanmasına
karşı çıkarak “nevrotik tip” ile “yaratıcı tip” arasındaki sınırları
çizmiştir. Ona göre “nevrotik tip” salt yıkıcılık düzeyinde kalmakta,
“sanatçı” ise aynı zamanda yapıcı ve yaşatıcı olmaktadır. Ronk’ın görüşünü
paylaşan Rollo May ise, bu konuda yaratıcılığı nevrozla bütünleştiren
kuramlara karşı çıkmaktadır. May: “yaratıcılığın ciddi psikolojik sorunlarla
bütünleştiği muhakkak. Van Gogh neredeyse çıldırdı. Woolf ciddi bir çöküntü
içindeydi. Yaratıcılık ve özgünlüğün, kültürlerine uymayan kişilerde
bütünleştiği apaçık. Ama bu, zorunlu olarak yaratıcılığın nevrozun ürünü
olduğu anlamına gelmez. Yeteneğin hastalık, yaratıcılığın da nevroz olduğunu
sokuşturmaya çalışan bu savlara karşı gerçekten güçlü bir tavır almalıyız.”
Rollo May’a göre yaratma edimi ölüme ve yok oluşa bir alternatif olarak,
yapmanın, yüksek duygulanımın ve vitalitenin en üst aşamasıdır.