Tabula Rasa :
Locke ile ilgili bu bölümde, belki de en önemli konu kişide doğuştan gelen
bazı fikirler olduğu görüşünün, tümü ile yadsınmış olmasıdır.
Locke'a göre zihin, insan doğduğunda boş bir plaka gibidir.
Bir «tabula rasa»dır.
Hatırlanacağı gibi aynı görüş önceleri Aristo tarafından ortaya atılmıştır.
Ancak, Locke bu görüşü yeniden gündeme getirerek önemini bir kez daha
vurgulamış ve daha açık seçik yazmaya çalışmıştır.
Bu noktada şöyle bir soru akla gelebilir:
Eğer insan doğduğunda bomboş bir zihin ile geliyorsa, yetişkin kişinin zihni
nasıl olup da, çeşitli fikirler, kavramlar ve imgelerle dolu olmaktadır.
Locke, bu soruyu tek bir sözcükle yanıtlamış ve eserinde de bunu, büyük
harflerle belirtmiştir.
DENEYİM:
'Deneyim' Locke'a göre, kağıda yazan kalem gibidir. İnsanın düşünceleri,
kavramları, imgeleri, hep geçirdiği deneyimlere dayanmaktadır.
Bununla beraber, Locke yine de, insanın, 'doğuştan bir takım düşünceler
getirildiğine' inanmasını, doğal karşılamaktadır.
Buna verdiği bir örnek 'Tanrı' fikridir.
Bazı insanlar 'Tanrı' fikrinin doğuştan getirildiğini savunabilirler.
Hatta, «Tann, kendisini anımsayalım diye bu fikirleri doğuştan zihnimize
yerleştirmiştir», diye düşünenler de çıkabilir.
Ancak, Locke bu görüşleri yadsıyarak, Tanrı fikrinin çok küçük yaşlardan
itibaren, ebeveynlerimiz veya diğer büyüklerimiz tarafından kafamıza
yerleştirildiğini; doğuştan getirilmediğini savunmuştur.
Tüm düşüncelerin mantığa vurularak açıklanması gerektiğini söylemiştir.
Locke'a göre «iyilik», «güzellik», «doğruluk» gibi, doğuştan getirilen
değerler de yoktur.
Platonik yaklaşımlı kişiler, buna karşı gelip güzelliğin gerçek olduğunu;
güzelliğin her yerde farkedileceğini söyleyebilirler.
Buna karşılık Locke, bu 'değerler'in göreceli olduğunu savunmuştur.
Örneğin, pek çok Amerikalı için, Çin müziği hiç de hoş olmayan, akortsuz,
ilkel ve alışılmışın dışında, melodisiz bir müziktir.
Ancak, aynı müzik, Çinli dinleyiciler için olağanüstü güzel olabilir.
Bu da, «güzellik» kavramının müziğin içinde değil; kişilerin bu müziğe
gösterdiği öğrenilmiş tepkilerde olduğunu düşündürmektedir.
Deneyimler :
Locke'a göre iki tür deneyim :duyum»lar ve «yansıtmalar»dır. Duyumlar, temel
duyularımız aracılığı ile elde ettiğimiz tümdüşünce ve deneyimlerdir.
Örneğin bir «ağaç» düşüncesi, ağacı görebilmiş
olmaktan gelmektedir.
Aynı ağaç deneyimini, ona dokunarak, koklayarak, rüzgarda çıkardığı seslere
kulak vererek zenginleştirmek
olanaklıdır.
«Yansıtma» deneyimi ise, duyum deneyimlerinden
soyutlamalar yapmaya yardımcı olmaktadır. Şöyle ki; ağacı görürüz.
Kuşları, çimeni ve köpeği de görürüz. Sonuçta, doğrudan edilen bu
deneyimlerden, yansıtma aracılığıyla, genel bir «canlı varlıklar» düşüncesi
oluştururuz.
Aslında, «yansıtma»ya yaptığı vurgulama ile Locke, insan zihninde doğuştan
getirilen bazı güçler veya fakültelerin olduğunu kabul etmektedir.
Literatürde, zaman zaman, O'nun tabula rasa konusundaki görüşleri,
olduğundan fazla basitleştirilerek, sanki kendisi, doğuştan getirilen hiç
bir şey yokmuş demişçesine, aktarılır.
Ancak, Locke, doğuştan getirilen hiç bir düşünce olamaz derken bile, zihnin
yansıtma gücünün doğuştan geldiğini kabul etmiştir.
'Yansıtma' deneyiminin kendisi de, birkaç süreçten
oluşmuştur.
Bunlar; «algılama»,«bilme» ve «irade gücünü kullanarak davranışta
bulunma»dır; 'yansıtma' gibi, zihnin doğuştan getirdiği güçlerdir.
Bu açıdan bakıldığında, Locke'un zihnin fakültelerine ilişkin görüşlerin de,
Descartes ve Aquinas'ınkiler gibi, gelenekselden pek fazla ayrılmadığı
görülmektedir.
Ancak, herşeye rağmen, doğuştan getirilen fikirler olmadığında açıkça ısrar
etmesi, O'nun, zamanının din adamları ve idarecileri gözünde tehlikeli bir
kişi olarak algılanması için yeterli olmuştur.
Basit ve Karmaşık Fikirler :
Locke'a göre, fikirlerimiz basit veya karmaşık olabilir. Basit fikirler,
doğrudan deneyimlerimizden oluşmuştur. Daha küçük parçalara bölünemezler.
Bunlar, atomlar ve moleküllere benzetilebilirler.
Basit fikirler atomlar gibidir.
Karmaşık fikirler de, moleküller gibidirler.
Locke ve diğer İngiliz deneyimcilerinin bu görüşlerine, zaman zaman «mental
kimya» adı da verilmiştir. Locke, eserlerini yazdığı sıralarda, «kimya»daki
buluşların çok yeni ve heyecan verici olduğu belirtilmektedir.
Bu nedenle, onun «kimya»alanında ileri sürülen bazı yeni görüşleri,
psikolojiye uygulamaya çalışmış olması mümkündür.
Buna örnek olarak, bir «fırtına» fikrini ele alabiliriz. Fırtına'nın basit
veya karmaşık bir fikir olduğunu, öğelerine ayırarak anlamaya çalışabiliriz.
Fırtına denildiğinde akla gelenler, yağmur, rüzgar, gök gürültüsü, şimşek
gibi olaylardır.
Bunlar tek tek, Locke'un sözünü ettiği 'basit fikirler' olarak
değerlendirilebilirler.
Yağmuru, dokunma duyumuz aracılığı ile cildimiz üzerinde hisseder; görme
duyumuz ile, düştüğünü görürüz. Dokunma duyumuz, bize «ıslaklık» fikrini;
görme duyumuz ise «dökülme» fikrini verir.
Aslında, «ıslanma» ve «dökülme» dolaysız deneyime dayanan fikirlerdir.
Bu basit fikirler, birleşerek, daha karmaşık bir fikir olan «yağmur»u
oluştururlar.
Yağmur, rüzgar, gök gürültüsü ve şimşek de birleşerek, biraz daha karmaşık,
«fırtına> fikrini oluştururlar.
Fikirlerin Birleştirilmesi (Çağrıştırılması):
Buraya kadar görüldüğü gibi, basit fikirler birleşerek karmaşık fikirleri
oluştururlar. Ancak, onları birleştiren, bir arada tutan bir 'şey' vardır.
'Locke'a göre, bu 'şey', «dikkat», «tekrar» ve «haz-acı» deneyimlerine bağlı
olan bazı bellek ilkeleridir
Bu ilkeler, günümüzde de, öğrenme kuramları öğretisi içinde yer almaktadır.
Diyelim ki bir çocuğa okuma öğretmek istiyorsunuz. Bunu yapmak için, önce
çocuğun dikkatini çekmeyi becerebilmelisiniz.
Örneğin, rengarenk, resimli bir kitap seçerek, «Bak, Jahn!» diye, çocuğun
dikkatini kitap üzerinde topladıktan sonra, resimlerin altındaki yazıları,
tekrar tekrar okumaya başlarsınız.
Aynı zamanda da, çocuğun, ilgili resim ve sizin okuduklarınızla bağlantı
kurabilmesi için, kitabın pek çok kez tekrar edilmesi gerekmektedir.
Bu arada, öğrenciniz doğru tepkileri gösterdikçe, onu öldüllendirir; yanlış
tepkiler karşısında da, hoşnutsuzluğunuzu belirterek cezalandırırsınız.
Böylelikle öğretiminiz sırasında, çocuk açısından «haz-acı»ilkelerini
kullanmış olursunuz.
(Bilindiği gibi «haz-acı» ilkesi, çağdaş psikolojide 'sonuç yasası' olarak
ele alınmaktadır. Ancak, gerçek işleyiş biçimi ile, «acı»nın rolü üzerindeki
görüşler tartışmalıdır.
Locke'ın bu konudaki görüşleri ile, günümüzdeki görüşler, birbirinden
farklıdır).
Bu durumda, ortaya şöyle sorular çıkmaktadır. Hangi fikirler birleştirilir
veya çağrıştırılır?
Niye bazıları çağrıştırılır da, diğerleri çağrıştırılmazlar?
Lpcke'ın bu sorulara yanıtı şöyledir:
Çağrışımlar, 'doğal', 'rasyonel' ve 'bitişik' çağrışımlar olarak üçe
ayrılır.
Doğal çağrışımlar, her zaman doğada bulabileceğimiz fikirlerin
birleştirilmesidir.
Örneğin, gök gürültüsü ve şimşek genel olarak doğada birlikte
görüldüklerinden, birinin düşünülmesi, diğerini çağrıştırır.
Kuş ve gökyüzü, dağ ve kar da bunlar gibi, doğal olarak çağrıştırılan
fikirlerdir.
Rasyonel çağrışımlar, yansıtma yolu ile yapılan birleştirmelerdir.
Örneğin, bir tarihçi, her ikisi de diktatör ve İtalyan oldukları için,
Napolyon'u düşündüğünde, Mussolini'yi çağnştırabilir.
Yani, tarihçi, her iki lider arasındaki benzerlikleri farkederek, Locke'ın
«rasyonel çağrışım» dediği türden bir birleştirme yapar.
Çağrışımlar, bazen de bitişiklik ilkesine göre yapılır. Locke «bitişiklik»
terimini 'eş zaman ve yer' de oluşma anlamında kullanmıştır.
Buna örnek olarak, bal'a baktığı zaman midesi bulanan bir insan örneği
verebiliriz.
Diyelim ki, herhangi bir çocuğa zorla, alabileceğinden de fazla bal verilmiş
olsun.
Çocuk, sonuçta, midesi bulandığından kusacaktır. O günden sonra da, bal
gördüğünde, midesinin bulanması, beklenebilecek bir davranıştır.
Diğer bir deyişle, çocukluğundaki bir dönemde, bal ve mide bulantısı, aynı
yer ve zaman içinde oluştuğundan, daha sonraki bir zamanda, bu iki düşünce
doğal ilişkileri olmadığı halde, kişisel bir deneyime bağlı olarak
çağnştırabilirler.
Locke'ın bu örneği, günümüzde «tiksinme koşullandırması» (aversive
conditioning) adı verilen bir terapi türü için geçerlidir.
Bu terapi türü özellikle alkol alan bir kişiye, alkolü aldığı sırada, arka
arkaya hafif bir elektrik şoku veya mide bulantısına neden olabilen bir
madde verir.
Böylelikle alkol alma davranışı ve hoş olmayan bir başka uyarıcı, aynı yer
ve zamanda birleştirilmiş olur. Daha sonra, kişi, alkol almayı düşündüğünde,
bu hoş olmayan uyarıcıları çağrıştıracağından, bir süre sonra alkolden
tiksinip, nefret etmeye başlayabilir.
Görüleceği gibi, Locke'ın «doğal çağrışımlar» dediği ilke, büyük bir
olasılıkla, «bitişiklik» ilkesinin özel bir durumudur.
Doğal çağrışımlarda da, çağrıştırılan fikirler, doğada «zaman ve yer»
açısından aynı zamanda bir arada bulunmaktadırlar.
Örneğin, kuşlar, genellikle zaman ve yer açısından aynı anda gökyüzünde veya
ağaçlarda görülebilirler.
Bu nedenle, «kuş» dendiğinde, «gökyüzü» ve «ağaç» fikirleri
çağrıştırılabilir.
Kapların Çelişkisi (Paradox'u) :
Locke'a göre fikirler, dış dünyadaki gerçek olaylara değil, zihinlerimizdeki
deneyimlerin izlerine bağlıdır. Fikirlerin bu «sübjektif» olma özelliğini
göstermek için Locke'ın ileri sürdüğü ünlü, «kapların paradox'u» deneyi
vardır.
Bu deneye başlarken sorulan soru, 'Sıcak ve soğuk dış dünyanın özellikleri
midir?' şeklindedir.
Bu soruya genellikle verilen yanıt, evet olmaktadır. Hepimizin de, «Bu gün
soğuk», «Bu gün sıcak» diyerek, bazı fiziksel özellikleri, dıştaki
nesnelerde arama eğilimi vardır.
Oysa şöyle bir deney yaptığımızı düşünelim:
Elimizde 3 kap olsun; A kabına 40 derecede; B kabına 60 derecede; C kabına
da 80 derecede su koyalım. Önce, sağ elimizi A kabı içine; sol elimizi de, C
kabı içine sokalım.
Sorulduğunda, C'deki suyu 'sıcak', A'daki suyu da 'soğuk' olarak
nitelendirebiliriz.
Bunu söylediğimizde, 'sıcaklık' ve 'soğukluk', suya ait özellikler olarak
belirtilmektedir.
Ancak, aynı ellerimiz, kaplardan çıkarıp, biraz beklettikten sonra, her iki
eli birden B kabına sokarsak, bu kaptaki su, sağ elimize soğuk', sol elimize
de, 'sıcak' gelecektir.
Aynı suyun, bu şekilde, bir elimize sıcak, diğer elimize de soğuk gelişi, bu
özelliklerin, nesnenin kendisinde değil, sübjektif olarak algılayan kişiye
bağlı olduğunu göstermektedir.
Locke, böylelikle, 'sıcaklık' ve 'soğukluğun', algılayan kişinin zihninde
var olduğunu savunmaktadır.
Bu durumda sorulacak soru; 'zihnin' dışında herhangi bir şeyin 'var'olup
olmadığıdır. Locke'un bu soruya yanıtı da, ileri sürdüğü «primer» ve
«sekonder» özellikler görüşlerinde belirtilmektedir.
Primer (Birincil) ve Sekonder (İkincil) Özellikler:
Locke'a göre, primer özellikler, zihnin dışında, algılanan nesnenin kendi
içindedir.
Diyelim ki, bir kaya parçasına bakıyorsunuz.
Bu kayanın belli bir şekli, büyüklüğü ve yoğunluğu vardır.
Bunlar, kayanın primer özellikleridir.
Size değil, kayaya aittirler.
Bunun yanında, kayanın bir de ikincil özellikleri vardır. Bunlar ise,
deneyimlerinize bağlı olarak, kayaya ilişkin sizin zihninizde, oluşmuş
özelliklerdir.
Kayaya dokunduğunuzda, onun soğukluğunu hissetmeniz; tattığınızda,
tuzluluğunu düşünmeniz; rengini kahverengi olarak görmeniz, hep, sizin duyu
organlarınızla edindiğiniz deneyimlerdir.
Diğer bir deyişle, kafanızda bu konuya ilişkin, sonradan oluşan, sekonder,
sübjektif özelliklerdir.
Kişiden kişiye değişirler.