Sevgi, emek ve bilgi yaşamımızın tükenmez kaynaklarıdır. Öyleyse, yaşamımızı
onların yönetmesi gerekir.
a. ) Duygusallık ve Akıldışı İnanışlar
Duygusallık ve kolay aldanabilir olmak, yalanların böylesine yaygın olduğu ve hem tehlikelerin, hem de olumlu imkanların farkedilmesini güçleştirdiği, böylelikle de felakete gidişin önünün açıldığı bir dönemde, yani günümüzde, bir sorumsuzluk örneğidir.
Kendilerine "realist" diyenler, dostluk ve barış için çaba gösterenleri "hayallere dalmış" ve "çocuksu" olarak, yani "deli" biçiminde değerlendirmektedirler. Böyle düşünmekte çok da haksız değildirler. Bencillik, nefret ve şiddetin yanlış olduğuna inananların çoğu, duygusaldır. Onlar kendilerine olan inançlarını yitirmemek için, insandaki "iyi olmak" inancına ihtiyaç duyarlar. Ama insanın olumlu yönde gelişebilecek olan imkanlara sahip olduğu konusundaki inançları pek de güçlü değildir. Bu yüzden, bireylerin ve toplumların nefret ve kötülük dolu davranışlarına karşı çaresizlikle boyun eğmek zorunda kalırlar. Böyle yapmakla da, mutlu bir hayata ulaşma konusundaki şanslarını ve imkanlarını kullanmamış olurlar.
Öte yandan, akıldışı inançlar, aslında bir insan ya da herhangi bir şeye karşı duyulan fanatik bir bağlılıktır. Bunun kökeninde de, kişinin kendisini akıldışı bir otoriteye teslim etmesi yatar.
b. ) Açgözlülük, İhtiras ve Kıskançlık
Açgözlülük, iki biçimde motive edilebilir:
1. Fizyolojik biçimde. Kişinin fizyolojik dengesi bozuk olduğu için yemek, içmek ve benzeri konularda büyük bir açgözlülük içine girebilir. Ama eğer kronik bir rahatsızlığı yoksa, bu ihtiyacı giderildiğinde, açgözlülüğü de sona erer.
2. Psikolojik biçimde. Korku, yalnızlık, güvensizlik, kişilik bozukluğu ve benzeri sıkıntıları olan bir kimse, yemek, cinsel tatmin, güce, şöhrete ve paraya sahip olmak gibi konularda açgözlülük göstererek, içindeki dengesizliğe bir çare bulmaya çalışabilir. Böyle bir açgözlülüğü gidermek çok zordur. Onu harekete geçiren korku, yalnızlık ve benzeri öğeleri ortadan kaldırmaya çalışmak, bu duygunun gücünü azaltabilir. Ama gerçek anlamdaki bir açgözlülük, kişinin karakter yapısından kaynaklanır ve onun belirli şeylere karşı duyduğu bir tepkinin ürünüdür. Bununla başa çıkmak ise, hiç de kolay olmaz.
c. ) Aktivite ve Pasivite
Korkudan kaynaklanan aktiviteden başka ya da çoğu kez onunla karışmış bir durumda ortaya çıkan bir diğer aktivite türü de, herhangi bir otoriteye olan bağlılık ve teslimiyetten doğan aktivitedir. Kişi bu otoriteye hayran olabilir, ondan korkabilir ya da onu "sevebilir", ama burada asıl önemli olan, aktivitenin otoritenin emirlerine bağlı olmasıdır. Böyle bir durumda kişi, otorite ondan aktif olmasını istediği ve hatta bunu emrettiği için aktivite gösterir. Bu davranış biçimi kendisini daha çok otoriter karakter yapılarında belirginleştirir ve bu türlü kişiler için aktivite, kendisinden daha üstün olan otoritenin adına davranmak demektir. Bu türlü bir aktivite Tanrı'nın, ataların, geçmişin adına ya da görev uğruna gerçekleştirilir, ama bu kişi hiç bir zaman kendi içinden gelen seslere kulak veremez ve böylece de kendini bir insan olarak geliştirme şansım elde edemez.
d. ) Yanlış Sevgi ve Simbiyotik Davranışlar
İnsanların çoğu, dostluk konusundaki sorunlarının sevilmemek olduğunu düşünürler. Bu nedenle de, bütün güçleriyle nasıl sevimli ve sevilebilir olacakları konusunda çaba gösterirler. Oysa asıl sorun sevilmemekte değil, sevmeyi bilmemekte gizlidir.
Eğer bir insan, üretici bir güçle sevmeyi başarabiliyorsa, kendisini de seviyor demektir. Ama yalnızca başkalarını sevme konusunda başarılı olmaya çalışıyorsa, kimseyi sevebilmesi mümkün değildir.
e. ) Mazoşizm ve Fedakarlık
Kendi benliğini yok sayma eğilimindeki bir insan, hep başkaları için yaşar ve kendini öne çıkarmadığı için de bundan memnunmuş gibi gözükür. Ama yine de, bütün çabasına rağmen niçin mutlu olamadığını ve yakın ilişkilerinin bunca fedakarlığına rağmen neden onu tatmin etmediğini (ve de kimseye yaranamadığını) bir türlü anlayamaz. Sorun olarak gördüğü şeylerden kendini kurtarmaya çalışır, ama asıl sorunun nerede olduğunu bilemediği için, bu çabasında da başarılı olamaz. Bu insanların asıl sorunları; sevgiyi ve sevinci hissetme ve de yaşama yeteneklerini yitirmiş olmaları, hayata karşı bir düşmanlık duygusu ile dolu bulunmaları ve fedakarlık maskesi altında güçlü bir benmerkezcil arzu taşımalarıdır.
f. ) Narsizm ve Bencillik
Narsist bir insan için, yalnızca kendisi ve onu ilgilendiren şeyler gerçektir. Onun dışında kalan ve başkaları ile ilgili olan şeyler ise gerçek dışı ve yüzeyseldir. Böyle bir kişi, dış dünyayı yalnızca "algılar", ama bu onun için bir anlam taşımaz, duygu ve düşüncelerini de fazlaca etkilemez. Kendi dışındaki şeyler, ancak onu ilgilendirdikleri zaman bir anlam kazanırlar. Narsist kişi, sevgiyi ve başkalarına karşı yardım duygusunu tanımadığı gibi, akılcı ve objektif bir karar da alamaz. Çevresine görünmez bir duvar örmüştür ve onun içinde, tek başına yaşar. Kendisi tek başına, dünyadır.
Birçok insan, kendi narsist duygularını gizleyebilmek için, ağırbaşlı ve alçakgönüllü gibi davranır. Ya da bunu ince bir davranış biçimi ile maskeleyerek, kendi kişisel arzularını dinsel, politik ya da ulusal bazı görüşlerin arkasına saklar ve onların uğrunda mücadele verir. Ama asıl amaçları, kendi narsist eğilimlerini tatmin edebilmektir.
g. ) Sadizm, Duyarsızlık ve Yıkıcılık
Yıkıcılık sorununu daha iyi anlayabilmek için, nefretin iki türü arasında bir ayrım yapmak gerekir. Bunlardan birincisi akılcı (reaksiyoner) nefrettir. Nefretin akıldışı, yani kişinin karakterinden kaynaklanan biçiminde, o kişi sürekli olarak bir nefret duygusu ile doludur. Dış dünyaya karşı düşmanca duygular besleyen böylesi kimseler, her dış etkiye, nefretle karşılık verirler. Böyle davranan bir kişi, içindeki o hastalıklı ve düşmanca eğilimleri dışa vurduğunda, bir rahatlama hissine kapılır. Hatta o anda yüzlerinde nefret duygusunun tatmininden doğan hazzı farketmek bile mümkündür. Yaşama içgüdüsü engellendikçe, zarar verme eğilimi artar. Hayatı ne kadar çok gerçekleştirir, canlılığı ne kadar çok dışa vurursak, yıkıcılık içgüdüsünün gücü de o denli azalır. Çünkü yıkıcılık, bastırılmış ve yaşanmamış bir hayatla eşdeğerdir.