Kapıyı çekip kendimi sokakta bulunca bir sigara yaktım. İlk nefesi,
alabildiğine bir iştihayla çektim. Aynı şeyi bir, bir daha yaptım.
Savurduğum bol bir dumanı ilgiyle izledim137. Ne yana gideyim diye düşündüm
bir an. Her gün yürüdüğüm yolu bıraktım, başka bir yöne doğruldum. Beş on
adım yürür yürümez kaşkolümün fazla geldiğini anladım, gevşettim. Şapkamı
hafifçe yukarıya doğru itiverdim. Ne kadar ılımıştı hava. Oysa138, dün akşam
sayılı karayellerden biri esiyordu. Şimdiyse ağır, bunaltıcı bir lodos,
birkaç gün için şu kente139 yerleşiversem mi diye düşünüyor, gücünü
deniyordu. Hangi aydayız; ayın kaçı acaba? Bir an durakladım. Sonra hemen
buldum. Şubattayız. Şubatın da yirmi yedisi. Ama hava bir nisan, mayıs
havası. Zaten bu kentte140 kış yaz, şu ay, bu ay diye bir şey var mı? Bütün
iş lodosta, poyrazda değil mi? Kış ortası bir lodos eser, ılıyıverir
ortalık. Haziranın ilk haftasında deli deli esen bir poyraz insanı
karakıştaymış gibi titretiverir. Üç gün kadar süren soğuklardan önce de
ılık, ağır bir lodos bir hafta sürmüş, sonra da141 yalancı bir bahar
getirmemiş miydi? İşte bugün de o günlerden.
İçimde bir eziklik var. Başımda bir ağrı, hafif, ama ne de olsa bir ağrı. Gözlerim kapanacak gibi. Belki lodostan. Belki değil; herhalde lodostan. Başka neden olabilir? Tuhaf şey. Neden olmasın başka şeylerden? Neden mutlaka lodostan oluyormuş. Lodostan değil; herhalde başka bir şeyden. Neden olduğunu bulmalıyım. Başımda bu yarım ağrının, içimdeki bu isteksizliğin nedenini142 bulmalıyım. Yoksa başka bir şey düşünemem, bir şey yapamam artık. İnsanın usu143 takılmasın bir kez bir şeye. Aklımıza takılan bir şey ister önemli olsun ister önemsiz, bütün düşüncemizi durdurur, gücümüzü kesiverir. İnsanın düşüncesi, yaşama gücü duruverir orada. Akan bir suyun birdenbire durması gibi. O kadar birdenbire, o kadar kesin.
Tutun ki bir Ada vapurundasınız. Yok hayır, Ada vapurunda değilsiniz, trendesiniz. Yeşilköy'e gidiyorsunuz. Belki de ne Ada vapurundasınız, ne de Yeşilköy'e giden trende. Bir doktorun bekleme odasındasınız. Belki bunlar da değil de daha başka bir şey. Ama biz yine144 örnek diye Ada vapurunu alalım. Madem ki aklımıza ilk gelen o.145 Ada vapurundasınız. Kış günü. Yaz da olabilir, ama kış daha iyi. Kanepelerden birine oturmuş denize bakıyorsunuz. Elinizde vakit geçirmek için aldığınız bir dergi var. Sevmediğiniz, tiksindiğiniz, öylesine tiksindiğiniz bir yazarın yazısını okuyorsunuz. Gülümseyerek, iğrenerek, yapacak başka bir şeyiniz olmadığı için okuyorsunuz. Belki de okuyorum sanıyorsunuz da okumuyorsunuz aslında. Yukarıda dediğim gibi denize bakıyorsunuz. Ama denize bakmak kadar da içinizi sıkan bir şey yok dünyada. Sizin için denize bakmak kadar yavan bir şey yok. İşte bu sırada ya da daha başka bir zaman karşınızda oturan kadın, yüzünü belki de o ana kadar hiç görmediğiniz, ama yine146 de yıllarca önce görülmüş bir düşten147 yarım yamalak anımsadığınız148 bir kadın size "Bakın" diyor, "Ben, sizi bir yerden tanıyorum, pek öyle yabancıya benzemiyorsunuz. Ama kestiremiyorum nereden olduğunu!"
Siz olsanız ne yaparsınız? Ona149 bir şeyler söyleyeceksiniz. Ama daha vapur iskeleye yanaşmadan o kadın vapurun içinde yok olmuşsa ne yaparsınız? Artık her şey bitmiştir sizin için. Hiçbir şeyiniz yoktur yapacak. Günlerce, belki de haftalarca ne yediğiniz yemekten tad alacak, ne okuduğunuzu anlayacaksınız. Kafanız bir şeye takılacak, boyuna düşüneceksiniz. Eski Yunan tragedyalarının kahramanları için olduğu gibi bir yazgı150 biçilmiştir sizin için artık. Bir şey bulamadan, bir şey çözemeden düşünmek! "Ben de onu" diye yineleyip151 duracaksınız içinizden boyuna. "Ben de onu. Ama nerden? Nerden?"
İşte ben de şimdi öyleyim. Öyle; tam anlattığım şu olağandışı yazgıyı152 yaşayan adamın hali var şimdi bende. Şu ağzımdan çıkan cümlenin anlamını kendi kendime açıklamalıyım. Ne demiştim? İçimdeki isteksizlik... İçimdeki isteksizlik demiştim. İşte onun nedenini153 bulmalıyım. Bu bir hayli erken gelen baharın şu saatinde içimdeki isteksizlik neden? Bu lodos baharında neden hiçbir isteğim yok benim? Bir sigara daha yakmayı bile istemiyorum. Yürümeyi istemiyorum. Yürümemeyi de istemiyorum. Kenti154 bırakıp telgraf tellerinin, direklerinin uzanıp gittiği kırlara açılmak istemiyorum. İstemiyorum, bu kesin155. Ama burada156 kalmak da istemiyorum. Şapkamı daha yukarıya itebilirim. Ne itmeyi, ne de itmemeyi istiyorum. Ne demiş Latin ozanı157? "Ne seninle yaşayabilirim" demiş. "Ne de sensiz." Çocukluğumdan beri, duyduğum günden beri içimi huzursuz, allak bullak eden dize158 budur benim.
Dilemedim ama ayaklarım beni, kentin159 bitimine doğru götürdü. Evler iyice seyrekleşmişti çevremde. Sağ yanımda bir yokuş vardı, yöneldim. Yokuşun bir yanında eski, tahta evler uzayıp gidiyordu. Öbür yanı da küçük bir tepe, bir başka yokuş.160 Orda da başka evler. Daha küçük, bir katlı, belki de bir odalı, iki odalı evler. Yokuşu tırmanmaya başlar başlamaz paltomu çıkardım. Sıcak adamakıllı artmıştı. Saate baktım, on bir.
Bahar gelmişti. Bahardan şüphe edilemezdi artık. Şubatın son günlerinde olsak da, ağaçlarda yaprak değil, bir tek tomurcuk görülmese de, yerler henüz kupkuru, sapsarı olsa da, toprakların üstünde bir tek böcek karınca görülmese de bahar gelmişti. Kendini göstermiyor, ama duyuruyordu. Ağaçların, toprağın henüz içindeydi. Dış görünüşlerine bakmayın, ağaçların, toprağın içinde bahar vardı. Gizli bir bahardı bu. Kuru ağacın içi yemyeşil, kıraç toprağın altı iyice sıcaktı. Sarı dalın içinde milyonla yeşil kımıldanıyor, katı toprağın altında milyonla böcek, kurt çıtır çıtır bir şeyler yiyordu. Birkaç adım daha yürüyünce toprak yolun altından yükselen, daha doğrusu toprağın üstüne doğru yayılan bir koku duydum. Bahar kokusu, toprak kokusu diye adlandırılan şeydi bu. Bana sorarsanız sadece yeşilin, kurdun, böceğin kokuşuydu.
Ama ben ne baharın kokusuyla, ne de insanın içine, iliklerine kadar işleyen bu ılık havayla oyalanabilirim. İçimdeki bu isteksizlik dedim ya bir kere, nedenini161 bulmalıyım. Anlamalıyım. Açıkça, elle tutulurcasına bu isteksizliği tanımalıyım. Bulamazsam uydurmalıyım. İsteksizliğime bir neden162 uydurmalı, sonra da buna inanmaya bakmalıyım. Başka türlü rahat edemem. Düşünemem. Erken gelen bu baharın sabahını tadamam. Bir öyküsü163, başladığı bir yeri, başladığı bir anı olmalı bu isteksizliğin. Bir süreci164 olmalı. İşin içine başka insanlar, başka bir insan karışmalı. Yer, zaman, olay165, bütün bunlar bulunur nasıl olsa. Ama bütün bunların ortasına, bütün bunları bağlayacak bir düğüm noktası olarak gelin de bir insan bulun.
Kocaman kentte166 isteksizliğimin nedenini167 bilen kimse yok mu? Neden olmasın? Vardır elbet. Bir duyguyu, o duygu kiminle başlamışsa o anlar ancak.
Telefon etsem gelmez mi acaba? İyi ama ne derim telefonda? Bu yalancı baharı bugün eğer tadamıyorsam, okumayı, sinemaya gitmeyi, oyun oynamayı çekmiyorsa içim, bunun bir nedeni168 olmalı diyeceğim. Sonra da diyeceğim ki gelin anlatın bunu bana. Gelmez misiniz? Ya! Anlayamadım. Gelecek misiniz? Ne vakit mi? Ne vakit olacak? Hemen şimdi. Hemen. Binin bir otobüse, bir dolmuşa, bir taksiye. Hayır daha çabuk gelmeniz gerek. Yürüyün.
Yokuşu yarılamışım. Durdum bir dakika. Döndüm, geriye baktım. Aşağıda bostanlar vardı. Daha ötede bir sürü evin çatısı görünüyordu. Daha ötede de deniz. Kımıldanan ufak tefek gemiler vardı denizde. Yerde küçücük bir su vardı. Nereden geldiğini bilmiyorum, güneşte pırıl pırıl akıp gidiyordu. Bir dakika, üç dakika, beş dakika durdum. Sonra yine169 ağır ağır yürümeye başladım. Kısa, çok kısa bir zaman sonra arkamda bir ses duydum. Makamla, biraz tekdüze170 çok tatlı, çocukça bir makamla şöyle diyordu ses. "Öyle güzel bir şey söyleyeceğim ki." Bir daha, bir daha yineliyordu171. Öyle güzel bir şey söyleyeceğim ki. Sonra da hemen şöyle diyordu. Bir kez172 değil, birkaç kez173 hem de. "Çelik çomak oynayalım mı?" Biraz sonra aynı makamla, heceleri biraz daha çok aralayarak, bir adı türkü gibi çağırıyordu: Ferihan.
Birden dönüp baktım. Sekiz on yaşlarında bir çocuk, kendi yaşında bir kızı oyuna çağırıyor, ama bu işi bir aryayla yapıyordu. Adamakıllı heyecanlanmıştım. Lodosun erken getirdiği bahar, aklıma takılıp duran çözülmemiş bir düğüm, kentin174 bitiminde bir mahallede küçük bir çocuğun kalın sesiyle söylediği arya beni sarhoş etmişti.
Biraz açılır gibi oldum. Zaten kentin175 bitiminden kıvrılan bir yol beni hemen kentin176 içine attı. Geniş bir caddeye çıktım. Buraya da gelmişti bahar. Köşede gözüme bir çiçekçi ilişti. Önünden geçerken bir şeyler uzatır gibi yaptı. Oralı olmadım. Günün ikinci sigarasını yaktım.