Düşünme etkinliğini gerçekleştiren özne, tek tek insanlardır. Ancak bu
etkinliği insanlar, bir toplumsal ilişkiler sistemi içinde
gerçekleştiregelmişlerdir. Tek tek insanların düşünme etkinlikleri
sonucunda yaptıkları kavramlarla kurdukları bilinçleri sözlere
dönüşerek, dil aracılığıyla iletişilegelmiş ve dil içinde biriktirilerek
geleceğe aktarılagelmiştir. Bu nedenle düşünme toplumsal bir
etkinliktir. Düşünmenin toplumsal nitelikte bir etkinlik olmasının iki
temel nedeni vardır: Birincisi, insan türünün bireylerinin, diğer birçok
hayvan türüne göre daha sık ve daha kararlı ilişkiler içinde olması,
İkincisi ise insanın çok çeşitli sesler çıkarabilmesine olanak veren bir
gırtlak yapısına, dil kaslarına ve diğer yardımcı organlara sahip
olmasıdır.
İnsan türünün bebeklik çocukluk dönemi nispeten uzun sürer. Örneğin, at ve inek yavruları doğduktan, kuş yavruları yumurtadan çıktıktan kısa bir süre sonra yürüyebilir ve doğal ömürlerine nispetle, yine kısa bir süre içinde, ebeveynlerinin yardımı olmaksızın yaşamda kalabilecek gelişme düzeyine erişebilirler. Buna karşılık, insan yavrularının aynı gelişme düzeyine erişebilmesi için aylar, yıllar geçmesi ve bu zaman boyunca yavruların yaşamda kalabilmeleri için ebeveynlerinin yakın koruması, kollaması ve bakımı altında olmaları gerekir, insan türünün bebeklik çocukluk döneminin nispeten uzun sürmesinin sonucu olarak, ebeveynlerle yavrular arasında, diğer hayvan türlerine kıyasla daha kararlı ve sürekli birliktelikler oluşmuştur. Ebeveynlerle yavrular arasında kararlı ve sürekli birliktelikler oluşmuş olmakla, insanlar arası ilişkilerin dokusu daha sıkı ve dayanıklı olarak dokunmuştur. Daha sıkı ve daha dayanıklı dokunmuş toplumsal doku sayesinde, büyükler sonraki kuşaklara, düşünme etkinliklerinin ürünü olan bilinçlerini aktarabilmeyi sağlamaya yeterli yakınlığı ve süreyi elde edebilmişlerdir. İnsan toplumlarının daha sıkı ve dayanıklı ilişki ağlarıyla dokunmuş olması, insanlara yoğun ve uzun süreli iletişimde bulunabilecekleri bir ortam sağlamıştır. "Dil" böyle bir ortamda ortaya çıkmıştır. Yoğun ve sürekli iletişim ortamı dilin ortaya çıkmasının toplumsal nedeni iken, insanın çok çeşitli sesler çıkarabilmesine olanak veren ses sistemine sahip olması da dilin oluşmasının biyolojik nedenidir. Dilin oluşmasıyla, insanlar daha sıkı ve daha dayanıklı ilişki ağları içinde bilinçlerini birbirlerine aktarabilme ve böylece münferit düşünme etkinliğiyle kıyaslanamayacak kadar ileri düzeyde düşünebilme olanağına kavuşmuşlardır. Dil sadece insanların bilinç iletişimi kurmasını ve böylece kavram üretiminin genişlemesini ve derinleşmesini sağlamamış bunun yanında ve daha önemli olarak, üretilmiş kavramların biriktirilip korunduğu bir "toplumsal hafıza", deyim yerindeyse bir "hazine” işlevi de yapmıştır. Önceki her kuşak, atalarından devraldığı bu hazineyi, ona az veya çok bir şeyler ekleyerek bir sonraki kuşağa aktarmıştır. Yazının icadı, toplumsal hafızanın kalıcılığını kat be kat arttırmıştır. Yazı icat edilmekle, sürekli genişleyen ve derinleşen toplumsal bilinç hazinesinin sonsuza dek korunabilmesini sağlayan bir araç elde edilmiştir.
Kısacası, düşünme, sadece tek tek bireylerin birbirlerinden kopuk olarak, oluşlardan izlenim alıp kavram yapmaları biçiminde bireysel bir etkinlik değil, bundan da öteye, tek tek bireylerin yaptığı kavramlarla kurdukları bilinçlerinin dil aracılığı ile iletişilmesini ve dil hazinesinde biriktirilmesin, dil hazinesinin yine dil aracılığıyla geleceğe aktarılmasını da kapsayan toplumsal bir etkinliktir; insanlar düşünme etkinliklerini "toplumsal akıl" ile gerçekleştirirler.
Düşünme, tek tek insanlar tarafından, bir toplumsal ilişkiler sistemi içinde gerçekleştirilen bir etkinliktir. Bu etkinliğin konusu, bir oluş ve yokoluş süreci olan evren olup, odağında insanın yaşamda kalma amacı vardır. Ancak evrim süreci içinde belirmiş üstün düşünme yeteneği sayesinde çevresini değiştirerek, etkileşim içinde olduğu kaotik hareketlere müdahale ederek çevresini kendine uygun duruma getiren "etken" bir tür olarak, insanın yaşamda kalma amacı "sonsuz yaşam" hedefine yöneliktir. Öyle ya; insanın, kendisinin de bir bağlamı olduğu oluşlara yaşamda kalma amacı temelinde müdahale etmesinin bir sınırı olabilir mi? Müdahale bir kere başladı mı, bunun kaotik nitelik taşıyan tüm oluşların denetlenmesine kadar genişlemesi kaçınılmazdır. İnsanlığın sonsuz yaşam hedefine ulaşıp ulaşamayacağını bilemeyiz, ancak aklın evrene gözlerini açmasından bu yana, insanlığın, sonsuz yaşam hedefine giden yolda geometrik olarak artan bir hızla ilerlediğini görüyoruz. Görkemi giderek artan bu ilerleyişin geçmişteki kanıtları bilim ve teknoloji müzelerinde, günümüzdeki kanıtları ise sürekli gelişen teknolojinin kolaylaştırdığı günlük yaşantılarımızın içindedir.
İnsanlığın kaotik oluşları denetleyerek sonsuz yaşam hedefine ulaşma yolundaki görkemli ilerleyişinin arkasında, toplumsal aklın etkinliği sonucunda elde edilen ve sürekli genişleyip derinleşen bilinç vardır. Bu yoldaki her mesafe, insanların düşünme etkinliği sonucunda yaptıkları kavramlar dil hazinesinde biriktirile biriktirile, bu hazine kuşaktan kuşağa zenginleştirilerek aktarıla aktarıla, kavramlardan oluşan ve sürekli genişleyip derinleşen "toplumsal bilinç" sürekli gelişen araç gereçlere ve üretim yöntemlerine dönüştürüle dönüştürüle alınmıştır. Herhangi bir araç gerecin soyağacını çıkarmaya kalkıştığımızda, karşımızda toplumsal akıl dediğimiz uçsuz bucaksız deryanın hareketini buluruz.