İnsanın en önemli özelliği, bilgi birikimine sahip olması ve bu birikimi
geliştirerek kuşaktan kuşağa aktarabilmesidir. Bu nedenler, bilginin tarihi,
insanlık tarihi ile eş zamanlıdır denilebilir. Ancak son yıllarda, özellikle
1800'lu yıllardan sonra başlayan çalışmalardan anlaşılacağı üzere. Bilginin
gelişimi, tarih boyunca aynı hızla olmamış, değişimlerin süresi binlerce
yıldan, 10-15 yıla kadar düşmüştür.
Walter Ong'un çabası, farklı iletişim biçimlerine ve bunun sonucunda oluşan kültürel yapılara geçmeden önce, insan bilgisinin binlerce yıllık sürecini, birbirinden değişik dönemlere bölerek daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilmektir. Belli başlı süreçleri Ong:
1) fiziksel evreni tanımlayan bilginin gelişimi,
2) tarih bilinci ile donatılmış olan insanın yeryüzündeki yasam serüvenini anlatmaya yönelik bilginin gelişimi,
3) bilginin, nesnel bilimin gelişmesine bağlı olarak içselleştirilmesi,
4) bilginin dışsallaştırılması,
5) sorumluluğun ve geleceğe yönelik beklentilerin artması, olarak sınıflandırmaktadır
1) Fiziksel evreni anlamaya yönelik cabalar özellikle 1600'lu yıllarda Francis Bacon, Thomas Hobbes ve daha sonra Darwin ve Newton'un çalışmaları ile gelişmiş, evreni belirli formüller çerçevesinde anlamaya ve tanımlamaya çalışan insanın doğaya ve yasama ilişkin görüşleri ve kavramlaştırma çabaları, insan-evren ilişkisini temelinden değiştirmiştir. Teknoloji ile donatılmış insan, Reisman’ın deyimi ile ne geleneklerin yönlendirdiği ne de dıştan yönetilen bir insandır, sahip olduğu gelenekler üzerinde düşünmesi ve fikir üretmesi onu, eski dönemde yaşayanlardan ayıran özelliğidir. Bu insanın yasama, kendisine ve doğaya karşı olan sorumluluğu çok daha fazla ve yoğun bir biçimde hissedilmekte, bilen insan evrenin merkezi durumuna gelmektedir. Kişiliğin yeniden yapılanması, bugün bile, gelişmekte olan toplumlarda görülen psikolojik, siyasal ve ideolojik dönüşümlere neden olmakta, bu dönüşüm sancılı bir süreci temsil etmektedir.
2) Toplumların ve onları oluşturan insan yaşamlarının fiziksel evreden çok daha çabuk değişime uğraması, kültürel çalışmaların hız kazanmasına neden olmuş, gelişen bilim bu alandaki ilerlemelere olanak sağlamıştır. Çünkü sadece sosyal bilimlerin değil her bilimin, toplumsal yasamdan etkilenen bir tarihi vardır.291 Örneğin, daha iyi bir ilişki içine girebilmek için öğrenmek zorunda olduğumuz psikolojik yapıyı kolayca anlayabilmenin yolu, o kişinin ya da olgunun edebiyat ve sanat anlayışını irdelemektir, zira insan bilgisi, eski ve yeninin farklı düzlemlerde karşılaşması ile gelişmektedir.
3) Fiziksel bilginin ilerlemesi, evrenin 'objeler’ toplamı olarak algılanmasına neden olurken insanın, kendisini ve içsel kimliğini odak noktasından uzaklaştırarak sadece dışsal objelere odaklanması, Tanrı'yı bile bir nesne olarak algılamasını sonuçlamakta, günümüz toplumlarının, kimlik numaralarına indirgenmiş bireyleri, insanı değerlerinden giderek uzaklaşmaktadır.
4) Evrenin oluşumunu anlamaya çalışırken kendi kimliğinden uzaklaşan insanın çabası artık, kendini tüm içsel kimliği ile tanımaya yöneliktir. Kişinin iç dünyasının yansıması olan edebiyat ve sanat eserlerinin yani sıra, tarihi algılama biçimi de bu fırsatı büyük oranda sağlamaktadır. Modern tarihçilere göre, dünya sadece dışsal olaylar silsilesi değil, insanın iç dünyası ile dış olaylar arasındaki çatışma ve uzlaşmaların yansıdığı bir gerçekliktir. İnsanın insana ve kendisine ilişkinin bilgisinin artması, dünyayı algılama ve karar verme yetisini de farklılaştırmakta, matematiksel doğruların yerini, değişime açık olasılıklar almaktadır.
5) Bilimsel bilgisinin bilincinde olan insan, yaşadığı dünyaya karşı daha sorumlu hale getirmektedir. Tüketilen doğal kaynakların, hava ve cevre kirliliğinin önümüzdeki yıllarda yaratabileceği olumsuz sonuçlara karşı önlem almak, kendisi için olduğu kadar gelecek kuşaklar ve dünyaya karşı da sorumluluğun bir göstergesidir. Ancak, bilginin ve anlamların çoğalması toplumlarda ve insan ilişkilerinde de büyük değişimlere ve sorunlara yol açmaktadır. En önemli sorun, teknolojinin gelişmesine ve beklentilerine artmasına paralel olarak, boş vermişlik ve umursamazlık duygusunun da giderek çoğalması, yabancılaşmanın yaygınlaşması ve toplumsal sorunların, teknoloji donanımlı ama küçük bir grubun elinde kalmaya başlamasıdır. Oysa insan yaşamı birlikteliğin ve paylaşımın bir ifadesidir ve bunun örneklerini eski çağlardan günümüze kalan pek çok eserden de gözlemlemek mümkündür, örneğin, Mısır piramitleri, büyük anıtlar gibi...