Sait Faik 'Yalnızlığın Yarattığı İnsan' adlı öyküsünde, "Binlere karşı
birdim. On binlere karşı birdim" derken, kendisinden dışa doğru yayılıp
genişleyen bir hasmaneliği değil, tam tersine, toplumdan kendisine doğru
hareket eden bir hasmaneliği dile getirir. Çünkü, anlatının öznesi sadece
"ben'ini öne sürdüğü, verili toplumsal değerlerle bir "uyuşmazlık" içinde
bulunan o ben'e özgürlük istediği içindir ki; kamuoyu tarafından tehlikeli
biri olarak algılanmaya başladığını duyumsamıştır. Küçük adam'ın
şair-yazman'ı Sait Faik, 'Farkların Sabahı, Akşamı, Gecesi' adlı eski bir
öyküsünde de gündelik yaşamın doğallığı içinde, neredeyse kendiliğinden
biçimli algılanan yalnızlığı şöyle betimliyor: "Milyonluk şehirlerde de
yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme, sinme günleri
doludur." Bu kısa alıntıda kullanılan sözcükler dikkat çekicidir ve sorunu
metafizik/trajik boyutu içinde sezdirecek güçtedir: İçine çekilme, sinme.
Dünya ve öteki ile ilişkisi sırasında kendini gözlemeye, bir iç düşünmeye
çekiliyor insan. Emeğin ve zamanın satın alındığı, çıkarların çatıştığı bir
dünyada, bireyin kendi varlığını, dolayısıyla öteki'ni sorgulama gereksinimi
duyduğu an'dır bu.
Tüm büyük yazınsal yapıtlar yalnızlıklarının bilincine varan, bu bilince varış sırasında ve/ya da sonrasında tehlikeli yollara sapan, sapmak zorunda kalan kişiler çıkarıyor önümüze.
İnsanın yalnızlığı sorunu, kapitalizmin gelişmeye başladığı 18. yüzyıldan bu yana gündemde. Yalnızlık, insan için tehlikeli bir sorun oluşturur. Bu yüzden Lukacs, yalnızlığı insana içselleştirdiklerini, onu "başka insanlarla ilişki kuramayan biri" durumuna getirdiklerini öne sürdüğü Kafka, Joyce, Beckett gibi yazarlara karşı çıkar ve tümünü "Uçurum Oteli Müşterileri" olarak niteler.
Yalnızlık, yazınsal/felsefi bir izlek olarak bize toplumun gelişim koşulları içinde görülür, insanın, bireyin yalnız olması ve bu yalnızlık konumundan olumlu ya da olumsuz biçimleriyle bir eyleme yönelişinin betimlenmesi ile yalnızlığın insanın yazgısı olduğunun öne sürülmesi ayrı tutum alışlardır. Kafka ve benzeri yazarların yapıtlarında insan yalnız doğmamakta, tersine, toplumsal koşullarca yalnızlaştırılmaktadır.
Yalnızlığın halleri alabildiğine değişkendir ve izleri her yerde görülebilir. Toplumsal kuruluş bugünkü biçimiyle kaldığı, fetişleşme sürdüğü, yani insan toplumsal varlığını duyumsayıp dışa vuramadığı sürece görülmeye de devam edecektir.