Kölelik sistemleri daima kendilerini haklı ve doğru çıkarmışlardır.
Sadece haklı çıkarmakla kalmayıp, köleleri köle olarak kullanmakla onlara iyilik yaptıklarına inanmışlardır (acaba?). Bu haklı çıkarışa Tanrı, kutsal kitaplar ve örgütlü dinler de katılmıştır. Orta Çağlarda Avrupa topraklarının ve bu topraklarda yaşayan insanların üçte birine sahip olan Papalık, hem seroo hem de sahiplik-köle kullanılışını, Thomas Aquinas’ın sözüyle, "Adem'in günahının sonuçlarından biri" olarak niteliyordu. Bu nitelemede ilginç bir yan: Adem'in günahının acısını neden sadece köleler çekiyordu? Ve daha da ilginç olanı: Neden Adem'in günahının acısını çekenler köleler ve acısını çıkartanlar da lordlar ve Papalık oluyor? Atinalılar'ın, güçlünün güçsüzün üzerinde egemen olmasını "eğer güçsüz de eline fırsat geçse aynısını yapardı" gerekçesiyle haklı çıkaran ve böylece yaptıklarını doğal ve evrensel yasa olarak niteleyen anlatımı, Thomas Aquinas'ın köleliği haklı çıkarmasından çok daha tutarlı ve inandırıcıdır.
Köleliğin, katliamın ve emperyalizmin haklı çıkarılışının ana nedenleri başında kölelerin 'barbar olmaları" gelir. Bizden olmayan üzerinde hak iddia edilmesi, köleliği hak etmeleridir. Kelime Sümerlerin Bar ve Akadlar'ın barbar sözcüklerinden (yabancı anlamına gelen) alınmıştır. Evrenin Logos (akıl) ile yürütüldüğü anlayışı, barbar ile kentli arasındaki ilişkiyi, köleliği doğasallaştırır. Bu durumda köleliğin sonu demek evrenin uyum içinde gidişini bozma demektir. Hiyerarşik birliği vurgulayan bu fikir beşinci yüzyıldan sonra tepkilerle (örneğin Sofistlerin tepkileriyle) karşılanmaya başlandı. Bunun etkisini Plato'da zaman zaman Yunan-Barbar ayrımının meşrulaştırmasında da görürüz. Fakat bu ne Yunan'da ne de Roma’da insanların eşitliği değil, birliği üzerinde durmadan öte gitmedi. Eşitliği hasır altı edip "doğal birlik" üzerinde durmak, örneğin bugün Türkiye dahil birçok ülkede egemen ideolojiler tarafından sürekli yapılmaktadır.
Demokrasinin beşiği olarak sunulan fakat gerçekte köleliğin en yaygın bir biçimini temsil eden eski Yunan kölelik medeniyetinde, filozof Aristo'ya göre, kölelik toplumsal değil doğasaldır: Bazıları doğasal olarak özgür ve bazıları doğasal olarak köledir. Kölelik, köleler için hem faydalı, hem de adildir (Aristo, poütics). Aristo'nun bahsettiği adil ve faydalı doğal kölelik bir insanın diğerine mutlak sahipliğiydi. Aristo'nun Amerika'nın ve Batı'nın okullarında değerli bir filozof olarak okutulması ve milliyetçi-sosyalizm denilen küçük burjuva faşizminin ve burjuva uzantısı rejimlerin değerli insanı olması bu nedenle pek de şaşılacak bir şey değildir. Benzer şekilde hiçbir Yunan'ın köle olmamasını savunan ve Yunan olmayan insanların köleliliğini olduğu gibi kabul eden Plato'nun karşıt görüştekiler tarafından tutulması da normaldir. Aristo'nun kölelik anlayışı hocası Plato'nun Yunan'a yönelik insancılığıyla etkilenmiş olmalı ki kölelere iyi davrandırası yanlısıydı.
Atina emperyalizmi kendini özgürlüklerin temsilcisi olarak sunar (Tuchidides). Aynı zamanda, orman kanunun güçlünün güçsüzü yediği ve bunun insanlar arası ilişkilerde de evrensel bir gerçek olduğunu savunur: Gerçekte bu doğal ve evrensellik, Atina'nın köleci ve emperyalist çıkarlarına hizmet ettiği için öne sürülmüştür. Bunu da, örneğin, MÖ 421'de tarafsız Melon adasındaki Melinanlar'ın askerlik yaşındaki erkeklerini öldürürken ve kadın ve çocuklarını köle olarak satarken, şöyle dile getirdiler: İnsan, doğal yasalarla güçlü oldukları yerde daima yönetir. Güçlünün yönetimi yasasını biz yapmadık, bu yasayı ilk kullanan da biz değiliz. Var olarak bulduk ve biz gittikten sonra ebediyen var olacaktır. Siz veya bizim gibi güçlü olan bir başkasının bizim yaptığımızın aynısını yapacağını biliyoruz (Thucydides). (Buna modern siyasal-ekonomide Darwinci egemenlik teorisi denir. Demek ki Darwin uydurmamış, sadece yeniden biçimlendirerek sunmuş.).
Köle sahibinin köleliği haklı çıkarması, meşrulaştırması, doğruluğunu ve bu haklılık ve doğruluk içinde kaçınılmazlığını ve evrenselliğini kendine ve başkalarına inandırması kölelik ilişkilerinin devamı için gerekli bir zorunluluktur. Hırsız hırsızlığını kendi kendine en azından kendisi için meşrulaştırmazsa hırsızlık yapamaz. İnsan bilinçli olarak veya bilinç altından, yaptığına "neden" (kılıf) hazırlar ve bu neden en azından kendisinin rahatlamasını sağlar ve bunun ötesinde övünmeye veya dövünmeye, kıvanç duymaya veya eziklik hissetmeye, üstünlük taslamaya veya çizme yalamaya, sevgiye veya nefrete, boyun sunma veya başkaldırmaya, katliamlara ve işkenceye katılmaya veya pasifliğe veya karşıtlığa götürür. Kölenin kulağını kapıya çakan, hırsızın elini kesen, kocasını kandıran kadını taşlayıp öldüren ve karısını kandıran kocayı övündüren, işkenceciyi canhıraş feryatlar duydukça zevkinden dört köşe yapan, bu "neden" ile gelen değerlendirmedir.
Gösteri yapan işçileri "ben sizin de başbakanınızım" diyerek uyutamayınca kudurup öfkeyle "siz isteseniz de istemeseniz de özelleştireceğiz" diye düşmanca tehdit savuran bir başbakan, Amerika gibi bir ülkede psikolojik bakımdan dengesiz bulunur ve en kısa zamanda Freud'un somyasına uzanıp derdine deva bulmak için istifa ettirilirdi. Ama Türkiye gibi bir ülkede, bunu söylemek, "erkeklik" "dediği dedik, çaldığı düdük" ve protesto edenler de devlete hakaret eden hödük olur. Dolayısıyla, egemenin kendini dışa karşı meşru ve haklı olması egemenlik durumunun özelliklerine bağlıdır. Bir egemenlik durumunda vurun kahpeye filmleri çeviren ve bu filmleri seyrettiren ortam, bir diğer egemenlik durumunda vahşet olarak nitelenebilir. Bir yerde sinirlerine hakim olamayıp ağlayan veya bağırıp tehditler savuran bir başbakan tehlikeli ve dengesiz olarak görülüp hemen yerinden edilirken, diğer bir yerde aslanlaştırılabilir. Bir yerde bir ermişin veya Hz. birinin kölesini eşeğine bindirmesi büyüklükle, şahanelikle, Tanrı'ya yakınlıkla, dini bütünlükle nitelenirken, bir başka yerde bu gülünç bir propaganda olarak karşılanabilir: Ermişlikle veya Tanrı'ya yakın bir insan olmakla köleye sahip olma arasında nasıl uyum kurabilir, nasıl çelişki olduğunu görmezlikten gelebilirsin? "Ermişin veya Tanrı'ya yakın olanın görevi kölesine iyi davranarak köleliği meşrulaştırmak ve desteklemek değil, kölesini azad ederek ve köleliği yererek insanın insana köleliğine yardım etmektir" diyen bir düşünü tarzı bir yerde düşmanlıkla karşılanırken, bir başka yerde alkışlarla değerlendirilebilir.
Vurgunluğun üretim düzenindeki ilişkiler biçimiyle oluşumu yanında, vurgunluğu haklı çıkaran vurgunluk ideolojisini yaratma gereği insanlık tarihinde artan bir biçimde duyulmuştur. Bu gereklilik de egemenliği koruma ve sürdürme çabasının getirdiği bir sonuçtur ve "insanlık" gibi evrensel duygular temeline asla dayanmaz. Daha açıkçası, "insanlık" vurgunluğu yaratanın kendi çıkarma kullandığı bir ARAÇTIR. Vurgunun da hem vuruluşuyla ilgili girişimlerinde kendi ve kendi gibilerin çıkarına karşı kullandığı hem de başkaldırısında egemenliğe karşı edindiği bir AMAÇTIR. Elbette "insanlığın" başkaldırıda amaç olması kendi üstünlüğünü sağlayarak, kendini ezenler pozisyonuna yükseltip ezme zevkini tattıracak bir düzen kurma arayışında ve kurulmasında, amaç karakterini yitirir ve aldatma aracı olur.
Vurgunluğu yaratma kölelik düzenlerinin en başından beri vardır. Bu hem dini hem de diğer yasalarda köleliğin doğasallaştırılması ve meşrulaştırılması şeklinde ifadesini bulur. Kapitalist/sistem insanlığın mücadelelerle geliştiği tarihten kazandığı özgürlük arayışı tecrübelerinin birikimi karşısında vurgunluğu yaratmayı ve sürekliliğini sağlamayı günlük iş edinmek zorunda kalmıştır. Kapitalist sermaye egemenliğini, eski düzenlerden çok daha yoğun bir şekilde, her gün kazanmak zorundadır. Bu da ücretli-maaşlı kölelerin vuruluşlarını sağlayan mekanizmaların daha da geliştirilmesini ve toplumsal yaşamın her alanında kesintisiz kullanılmasını ortaya çıkarır. Kapitalist toplumlarda vurgunluğun ifadelerinden kaçan en küçük bir sosyal faaliyet alanı bırakılmamıştır. Nasıl ki kapitalist pazar ekonomisinin yapısı nedeniyle sermaye dünyanın her köşesine yayılmak, egemenliğini kurmak ve tutmak zorunluluğundaysa, aynı şekilde bu yapının ilişkileriyle gelen kölelik sisteminin vurgunluğunu da, sadece sistemin materyal temeline dayanan baskıcı vurgunluğunu değil, aynı zamanda, bu baskıcılığı ve sömürüyü haklı çıkaran hayaller ve umutlar vurgunluğunu da yaratıp tutmak zorundadır. Bu da kapitalizmde toplumun en önemsiz bile görünen günlük faaliyetlerini biçimlendirmeyi, etkilemeyi, kontrol etmeyi getirir. Kapitalizmde vurgunluğun ifadeleri parkların ve kentlerin ve kentleri kopyalayan kırsal alanların mimarisi ve peyzajından, çocukların 'büyüyünce ne olacaksın" sorusuna verdikleri cevaplara; traktörünün önüne "insanlık" arayışı sloganları yerine, kurt resminin konulmasına; Dosdoğru Yol, Dümdüz Yol, Orta Yol, Bizim Yol, Milliyetçi Yol, Vatan Yolu, Altında Yatan Yolu gibi siyasa! partilere kurtarıcı olarak bağlanma ve "sen benim yolumdan değilsin, hainsin, insin, cinsin, sollayan keçisin" diye birbirine düşman olma; Vatanı satanlara karşı olduklarını söyleyen ve eşitlik ve insanlık, hak ve hukuk isteyenlere karşı "al sana insanlık, al sana eşitlik" diye gaddarlığa katılmaya, grev yapan işçilere saldırmaya, "maden ocaklarında çalışanlara fazla para verirsen, biriktirir "ve sonra çalışmazlar" diye kuşkulanıp ücret artışlarına karşı gelmelere; "en iyi komünist ölü komünisttir" sözünü gerçekleştirmek için komünist avını desteklemeye veya ava katılmaya veya katılanları alkışlamaya; iş adamlarının hırsızlıklarını ve milyarlık vurgunlarını iletişim araçlarında izleyip, "sahtekarlığa bak" diyerek ağzının suyunun akmasına (ki bu ağız suyu akışı umudu milletin sokağa dökülüp "yeter" demesini önleyen faktörlerden biridir) kadar olan sayısız biçimlerdedir.
Kapitalizm vuruluş ideolojisini yaratma ve sürdürmede, alternatifleri ve karşıtları (1) meşru karşıtlar getirerek, (2) kendi çıkarına hiz| met eden karşıtları meşrulaştırarak veya el altından destekleyerek, (3) I böl ve yönet ilkesini kullanarak, (4) tehlikeli karşıtları küçümseyerek,!, küçülterek, kötüleyerek, geçersiz ilan ederek, iyi bile olsa, kendinden I iyi olmadığını ilan ederek, hayal olduğunu iddia ederek, insanlığa karşı ve kötü olduğunu tekrarlayarak kontrol sağlamaya çalışır. Kendilerini [ devrimci olarak niteleyen bir sürü grubun olması sadece devrim görüşünün ve anlayışının farkından ve liderlik peşinde koşan bencillikten |değil, aynı zamanda bundan kaynaklanır. Müslümanlık iddia eden, L kapitalist-laikliğe ve yasalara karşı gelen tekkeler ve dini gruplar da, [komünist ve dinsizliğe son verme çabası yanında, birbirine "sen de mi Müslümansın, BİZ Müslümansız" diye ahkam kesmesi de benzer bir j ifadedir. Burjuva-milliyetçilerinin durumu ise gerçekte, ne dediğini bilmeyen ve neye karşı olduğunun bile farkında olmayanların durumudur. Unutmayalım, milliyetçi ideolojiyi vurgunlar açısından böyle niteliyorum: Kapitalist büyümede güdük bırakılanların kendini güdük I bırakanlara olan öfkesi ekonomik çıkara dayanır ve bu öfkenin komünistlere veya sosyal reformculara yöneltilmesi küçükburjuvazinin 1 ne denli bir çıkmazda olduğunu gösterir: Kapitalist rüyalarda ıslanan küçükburjuvazinin gözünü açtığında karşısında durmadan büyüyen % büyük burjuvazi ve uluslararası şirketleri görmesi, elinden bir şey gelj mediği için, "komünist var, komünist var!' diye karısını, çocuğunu, j köpeğini veya kedisini tekmeleyişinden bahsediyorum. Yoksa, milliyetçilik ideolojisinin yönetici kadroları için milliyetçilik somut materyal çıkarlar demektir.
Kapitalist üretim ilişkilerinin ve ideolojisinin, vurgunluğun ifadesinde en büyük başarısından biri de, ileri kapitalist ülkelerde gördüğümüz günlük ekmeğini kazanma ve bu ekmeğe zarar gelmedikçe hiçbir toplumsal harekete katılmamadır. Bu da kapitalist ideolojinin bencillik, bananecilik, vurdumduymazlık, korku ve şüphe yaratışı, pazar ekonomisinin işsizlik ve ücret politikasıyla aynı sınıf içinde rekabetçilik, çaresizlik, çıkmazdalık duygularını oluşturup desteklemesindendir. Elbette, her insanlık durumunda olduğu gibi, bu durumda da aktif karşıtlık yaratılır. Dolayısıyla, sakın egemenliğin mutlak olduğu sanılmasın.
Eskiden köle sahipleri ne kadar kölesi olduğu ve kölelerine nasıl baktığıyla övünürlerdi ve bundan zevk alırlardı. Bu günkü ücret-köleliğinde de kapitalistler sömürdükleri ve yoksun ve yoksul bıraktıkları aile sayılarıyla "bak ben kaç aileyi besliyorum, ben olmasam aç kalırlar" diye övünmektedir (Tabii, açlığın nedeninin kapitalist teknolojik yapı olduğu hasır altı edilir). Kendinin sömürgenliğini ve parazitliğini kabul etmez. Eskiden kölelere özgürlük verilmesinin tehlikelerinden birinin de "aç kalıp" ölecekleri teziydi ki elbette kölelik ilişkilerine dayalı bir ilişkiler düzeninde köleye özgürlük verirsen aç kalma ve yok olmayla yüz yüze gelme olasılığı çok daha fazladır. İnsanların yaşam gereklerinin gasp edildiği kapitalist düzende de, elbette işçi işinden olursa olduğundan çok daha feci bir durumla karşı karşıya gelir. Fakat bu yaratılmış yapısal gerçeği değişmez gerçek olarak ele alıp egemen kölelik düzenini haklı çıkarmak asla doğru değildir.