Kimiz ve Neden Buradayız?
Daniel J. Booristin
Sokrat'tan
günümüze kadar geçen zaman içinde insan ırkı, yaşamın en önemli iki sorusunu
araştırdı:
Bu iki ölümsüzlüğün yani bilinmeyen gelecekle kaybolmuş geçmişin arasındaki
insanoğlu kendi davranışlarını araştırmaktan hiç vazgeçmedi. "Kolomblar ve
"Leonardo'lar gibi büyük kaşiflerin ve yaratıcıların çalışmaları sayesinde
sanatın ve bilimin mirasına sahibiz. Fakat araştırmalarımız hiç sona
ermiyor. Çünkü insan, soran bir hayvandır. Galli ozan Dylan Thomas
çalışmalarından birinde, yılbaşında ona yaban arılarıyla ilgili herşeyi
anlatan güzel bir kitap verildiğini anlatır, hayal kırıklığına uğramıştır ve
sorar; "Niçin" Üniversitelerimizdeki tüm bilgiler ve müzelerimizdeki tüm
hazineler bizi memnun etmemektedir. Batı kültürü araştırmayı yaklaşık 3
tarihsel döneme ayırarak gözlemektedir. Her dönem, üstün bir ruh, güçlü bir
söylev ve ayırt edici problemler vardır. Amacı ve nedenlerini araştırırken
daima "Neden?"den "Nasıl?”a doğru gidiyoruz. Öncelikle bimeliyiz ki,
kurtuluş yollarını ararlarken peygamberlerin ve düşünürlerin yolları
kahramanlıklara doluydu. Ardından liberalizm ruhuyla beraber, kitlesel
araştırma çağı geldi. Ve geçen yakın çağ sosyal bilimler çağıydı ve insanın,
tarihin güçleri tarafından yönetiliyordu. Amacı bulmak için kişisel
arayışımızda tüm bu araştırma yollarını kullanabilir ve aramanın anlamını
bulabiliriz.
"..ben de budalayım ve bana atılan iftiralar hakkında diğerlerine sorular
sordum ve onlardan açıklamalar istedim, Tanrı'nın beni bir arayıcı olmam
konusunda zorlamasından korkuyordum. Fakat beni öyle yapmadı.." -Sokrates
Peygamberler Ve Filozoflar
Antik mirasımız olan ilk çağ, peygamber ve filozoflardan esinlenilen cesur
araştırmacıların çağıydı. Tanrı'dan gelen mesajlar, nedenleri de içeriyordu.
Gerçekte peygamber (nebi) sözcüğü, Tanrı adına söz söyleyen ya da Tanrı'dan
ilham alan kişi anlamına gelir. Peygamberler, geleceği önceden haber veren
kişiler değildiler fakat Tanrı'nın amacını ve insanın "neden"sorusuna
Tanrı'nın cevabının açıklayıcılarıydılar. Peygamberliğin ilk belirgin örneği
olan Musa, geleceğin tasarımını değil Tanrı'nın kendi insanlarına olan
emirleri açıkladı. Böyle yapmasındaki amaç insanın yaşam yolunda Tanrı'ya
itaat etmesinin sınanmasıydı. Böylece 10 Emir gerçek inananın itaatinin
göstergesidir. Bu düşünceler bin yıl sonra Tanrı'nın isteklerine boyun eğmek
için Arap dünyasından doğan İslam'ın kalbi haline geldi, emrin dili
değişmiş, Tanrı bu kez İbranice değil, Arapça konuşmuştu. Tanrı'nın emredici
sesi peygamberleri aracılığı ile insana ve topluma açık bir yön veriyordu.
Araştırıcının sorunları, Peygamber Eyüp'ün yaşamında belirginleşir. Eyüp
Sendromu kendisine güvenen her araştırmacı için bir uyarıdır, öyküde insanın
amacı doğrultusunda kendi yarattığı kişisel sorunlar anlatılır. Tevrat'da
bir şiir olarak yer alan Eyüp Kitabı, güçlü bir edebi eserdir. Bu bilinen
hikaye masumluğun ve insan kaderinin klasik destanı haline gelmiştir. Eyüp
Tanrısına sadık, ibadet eden, iffetli ve başarılı biridir. Güzel bir ailesi
vardır ve komşularından saygı görmekte ve varlıklı bir yaşam içinde
erdemliliğinin karşılığını almaktan hoşlanmaktadır. Ve ortaya çıkan Şeytan
Tanrı'ya Eyüp'ün erdeminin ve dindarlığının dünyevi amaçlar ve ödüller için
olduğunu iddia ederek Eyüp'ün Tanrı'ya olan inancının sınanmasını ister.
Şeytan'a göre, eğer Tanrı Eyüp'ün herşeyini alırsa, Eyüp Tanrı'ya lanet
edecektir. Ve Tanrı Eyüp'ün inancının sınanması için Şeytan'a izin verir.
Eyüp'ün sığırları çalınır. Koyunu bir şimşek tarafından çarpılır ve çocuğu
bir çöl fırtınasında ölür. Ve son olarak Şeytan Eyüp'ün tüm bedeninde
yaralar oluşturur. Fakat Eyüp hala Tanrı'ya karşı gelmemekte ve şikayet
etmemektedir. Aksine Tanrı'nın hikmetini övmektedir. Tanrı Eyüp'e cevap
verir, kendi gücüyle övünmemekte sadece kendi onurunu ve yaratışını
hatırlatarak Eyüp'e Yaratıcı'nın kimliğini hatırlatır. Sonunda Eyüp,
Tanrı'nın çok güçlü olduğunu doğrular: "Tüm gücünüzle, istediğiniz her şeyi
yapabilirsiniz." der. Tanrı, Eyüp'ün itirafını kabul eder ve öncekinden daha
fazla refah ile Eyüp'ü kutsar. Şimdi Eyüp'ün 7 çocuğu vardır ve hiçbir kadın
üç kızı kadar güzel değildir.
Marx'ın yeni tarihçiliği, sınıflara ayrılmış insanların güçlerini açıklayan
bir ideolojiyi yaratarak Batı toplumunun kaderini planladı. Fakat maddesel
güçleri yola çıkarmak için insanoğlu özgürlüğünü terkediyor ve
kısıtlanıyordu.
Tanrı'nın paradoksu
Eyüp neden acı çektiğini söylemedi? Neden Güzel ve iyi Tanrı, Seylan'ın
yaptıklarına izin verdi? Bu sorun, inancı için yaratıldığına inanan bir
Musevi-Hıristiyan'ı, bin yıldan bu yana şaşırtırken Batı düşüncesini de
usandırmaktadır, olay açık bir şekilde monoteizmin bir ürünüdür.
Yardımsever, güçlü ve bilgili bir Tanrı'nın itiraz kabul etmeyen nitelikleri
tarafından oluşturulan bir sorundur bu. İngiliz yazar C. S. Lewis'in de
dediği gibi "Tanrı mükemmel ise insanlarını mutlu etmeyi isteyecektir ve
Tanrı herşeye kadirse istediği şeyi yapacak güçte olacaktır. Fakat insanlar
mutlu değiller. Bu nedenle Tanrı'nın da iyiliğe, güce ya da her ikisine de
ihtiyacı vardır." isteksiz olsak da, Tanrı’ya olan inancı terketmek Batılı
araştırmacıların sık denedikleri bir şeydir, ustalıkla ve hayaller kurarak
Eyüp'ün paradoksunu çözmek için harekete geçtiler. Bu, John Milton'un
"Kaybolmuş Cennet inde vurguladığı "insanı yargılamak için Tanrı'nın
yolları" konusunun ta kendisiydi. Leibniz 18. Yüzyıla kadar bu sıkıcı soruna
bir isim verdi; "Teodicy" (Tanrı'nın tedbirlerini haklı çıkaran felsefe).
Sözcük, Yunanca Theos (Tanrı) ve dike (adalet) kelimelerinden gelmektedir.
Eyüp ve diğerleri yardımsever Tanrı'ya olan inançlarıyla yaşarlarken,
masumluklarına rağmen çektikleri acı onları şaşırtmamış mıydı? Ama bu soru
tüm insanları ayrı düzeyde rahatsız etmemektedir. Doğudaki dinler örneğin
Kali'nin (Hinduizmde dört kollu tanrıça), olumlu tanrısal özelliklerini yok
ederek farklı bir Tanrı görüntülediler. Yanısıra da Karma inancındaki
(önceki yaşamdan kalan suçlar) günah ve tanrısal ceza kavramlarını
ilahiyatçı makul açıklamalarla sundular.
Diyalogun başlangıcı, peygamberin diyalogsuzluğuna karşı
Peygamberleri araştıranlar, genel ortak ecdatlardan, kültür ve
liderliklerden oluşan bir kabile toplumdan söz ederler. Atalarından
bildiklerine ve inandıklarına göre Tanrı'nın Ahdi vardır ve şudur; Tanrı ve
O'nun insanları beraberdirler, Tanrı'nın insanları Kanun Tabletlerinde
belirtilen yasalara uyarken, Tanrı seçtiği insanları korumak ve yol
göstermek zorundadır. Bu yolda insanın ve toplumun amaçları daima anlatılmış
ve ilan edilmiştir. Orta Doğu çöllerinde yaşayan insanlar doğal olarak yol
gösterildiği gibi amaçları doğrultusunda yukarıya yani cennete doğru
baktılar. Fakat Tanrı'ya yakarı ve O'nun emirlerine uymak tek yol değildi.
Birileri farklı düşünüyorlardı. Aşağı yukarı aynı dönemlerde "Antik Yunan
Mucizesi" başlıyordu. Doğu Akdeniz'in çevresinde yaşayan Eski Yunanlılar
kendi yollarını buldular. Dağlar ve denizler tarafından doğal olarak bölünen
kent-devletlerden meydana gelen Yunanlılar'ın meclisleri (Ecclesia) yüz yüze
görüşerek, tartışarak yönetilen küçük insan topluluklarıydılar. Bu küçük
insan toplulukları, birbirlerine akıl danışırlar, sözü idealize ettiler
nedenselliğin olağanüstü aracı haline getirdiler, izledikleri yolun adi
diyalogdu. Bu yolun azizi Sokrat'tı. Sokrat, cennetten atılmanın anlamını
araştırdı. Sokratın etkisi bir felsefe okulu anlatısı değildi. Kişiliğinde,
yaşamında ve ölümünde de devam etti. İsa'dan farklı olarak Sokrat,
Aristophanes, Kenophon, Plato, Aristo gibi edebi kişilikler, inançları
öğütüp, ufaladılar. Sokrafın araştırma yolunun hakim ruhu hala Eflatun'un
dialoglarmda şüphe götürmez bir şekilde görülür. Sokrat, öğretmen olmadığını
söylüyordu ve onun sallanan öğretici parmağı hiçbir zaman can sıkmadı.
Voltaire, dinsel ve kiliseye ait korkuları, sanatı, edebiyatı, bilimi,
hukuku, sosyal ve mali kuruluşları araştırdı. Yüzyıllardan beri kan
dökülmesine neden olan Hıristiyan kilisesini kınayarak kitabına son verdi.
Bu tavır korkutucu ve cesurcaydı.
Sözün önemi ve yazının ruhsuzluğu
Diyordu ki; "..ben de budalayım ve bana atılan iftiralar hakkında
diğerlerine sorular sordum ve onlardan açıklamaları istedim, Tanrı'nın beni
bir arayıcı olmam konusunda zorlamasından korkuyordum. Fakat beni öyle
yapmadı" Sokrat, konuşmalarında, kafasında sorular kalan her insanın içinde
doğruların keşfedilmemiş olarak yattığını öne sürüyordu: Tüm insandaki
bilgeliğin ima edilmesi Sokrat'a ait teknikti. Sokrafın mantığa aykırı gibi
görünen olağanüstü tekniği, her insanın içindeki bilgeliğin bulunması için
evrensel potansiyelin ve cehaletin aydınlığa çıkarılmasını amaçlayan bir
diyalog türüydü. Gerçeğin aranması, konuşulan ve yaşanan kelimede yer alan
akıcı bir yoldu. Plato, yazılan kelimelerle öğrenim dünyasını ihlal
ettiğinde Atina'nın geçiş çağında yaşıyordu. Bu açıklama, yazının mucidi
Mısırlı Tanrı-kral Thamus'dan Thoth'a kadar yapılan uyarılarda ifade edilen
yazılmış kelimenin tehdid edici olması anlamına geliyordu. Plato, "Yazının
keşfi, öğrenenlerin ruhlarında unutkanlığı oluşturacak çünkü hafızalarını
kullanmayacaklar. Yazı karakterlerine güvenecekler ve kendilerini
harlamayacaklar. Keşfettiğiniz bu özellik, anlamak için değil hatırlamak
için bir yardımcıdır, icatlarınızı hakikat için değil, gerçeğin benzerliği
için yapıyorsunuz." Diyalogun tarzı konuşulan kelimenin değerini arttıran ve
yazmaya ikincil bir yol veren özel bir yoldu. Bugünkü düşünür önce bir yazar
sonra bir konuşmacıdır. Sokrat, yazıların sorulara cevap veremeyeceğini
yazılan kelimenin cansız olduğunu söylüyordu. Fakat konuşulan kelime, ruhun
içini oyar akıllıdır ve kendini muhafaza eder. Ve ne zaman konuşup ne zaman
sessiz kalacağını bilir. Bilginin yaşayan kelimesi, hayalden başka bir şey
olmayan yazılan kelimenin ruhuna sahiptir. Böylece düşünür, ne onlar için
konuşmayı ne de diğerlerine layıkıyla gerçeği öğretmek için kelimeleri
yayan, kalem ve mürekkeple yağmur altında kendi düşüncelerini ciddi olarak
yazmaya eğilimli olmayacaktır. Sokrat, bir yazar ya da bir mezhebin üyesi
olmakla suçlanmadı. Fakat sesler duydu ve Atinalı gençlerle görüşmelerinde
geleneklere göre eğitim vermemekle suçlandı. Sokrat'ın deneyi ve ölümü hala
bize meydan okuyor. Sokrat, Büyük Mora Savaşı'nda Atinalılar için hayatını
savaş alanında tekrar tekrar riske sokmuştu, iddia edilen şey; bilgelik
üzerindeki üstünlüğüydü ve küçük halkının kanunlarına uyarak yaşamını verdi.
PLATO, “YAZININ KEŞFİ, ÖĞRENENLERİN RUHLARINDA UNUTKANLIĞI OLUŞTURACAK ÇÜNKÜ
HAFIZALARINI KULLANMAYACAKLAR. YAZI KARAKTERLERİNE GÜVENECEKLER VE
KENDİLERİNİ HATIRLAMAYACAKLAR. KEŞFETTİĞİNİZ BU ÖZELLİK, ANLAMAK İÇİN DEĞİL
HATIRLAMAK İÇİN BİR YARDIMCIDIR. İCATLARINIZI HAKİKAT İÇİN DEĞİL, GERÇEĞİN
BENZERLİĞİ İÇİN YAPIYORSUNUZ.”
İçten ve dıştan gelen ses
Sokrat, Atinaların cehaletlerini uyandırmak için ölürken, Eyüp Tanrı'nın
amacını yargılamak ve anlamak için yeteneksiz olduğunu itiraf etti. Fakat
Eyüp kendi cahilliğini kabul ederken Sokrat, araştırma gerçeği içinde
ölmüştü. Ve Sokrat, son sözlerinde kendi kararları adına dileniyordu.
"Arkadaşlarım, oğullarım büyüdüğünde onlara ceza vermenizi rica edeceğim.
Oğullarım gerçekten hiçbir şey olduklarında bir şey yapar gibi görünürlerse,
zenginlik ya da doğruluktan başka bir şeyden hoşlanıyor gibi görünürlerse
sizin canınızı sıktığım gibi sizlerin de oğullarımı rahatsız etmenizi
istiyorum... Ayrılış vakti yaklaştığında herkes kendi yoluna devam edecek.
Ben öleceğim ve sizler yaşayacaksınız. Her şeyin en iyisini sadece Tanrı
bilir." Bu bir kinaye idi. Sokrafın editörü, ölümsüz hayalet yazarı Plato,
tamamlanmış toplumun son hali olan tüm ütopyaların en etkilisi ve ilk örneği
olan Cumhuriyetin yazarı oldu ve değişmeyen saf düşüncelerin azizi haline
geldi. Ve Plato'nun Cumhuriyeti araştırmacılar için bir ihtiyacın ve
araştırmanın dengeli bir sonu olduğunu iddia ediyordu. İngiliz matematikçi
ve filozof Bertrand Russel buna karşı çıkıyor ve "Tüm yöneticiler filozof
ise hiç bir yenilik olmaz. Tüm zamanlarda bir filozof Plato'yu anlayan ve
onunla anlaşan kişidir. Plato'nun Cumhuriyeti'nde Sokrat, Atinalılar'ı daha
fazla hoşnut edemez." diyordu. Anlamı anlamak için araştırılan hikayeyi
anımsadığımızda mesaj veren kişilerin mesajlarını unutmak, hayali öncelliği
ve cesareti hatırlamaya eğilimliydik, ibrani peygamberler bizim için
dokunaklı öğütler ve feryatlarla yaşıyorlar. Yunanlı filozoflar, Sokrafın
dramasmda ve bilgeliğinde yaşıyorlar. Peygamberler Tanrı'nın sözündeki amacı
araştırdılar, filozoflar herkesin içindeki nedenselliği özgür bırakmak için
araştırma yaptılar. Hepsinin sesleri kahramanlık doluydu; Peygamberlerin
iletişim kanalları yukarıdan geliyordu, filozoflar ise içlerinden gelen
saklı sesi dinliyorlardı.
Toplumun Yolları
Batı'daki araştırmanın bir sonraki büyük dönemi, peygamberlerin görüşlerini
ya da tüm insanlar için açığa çıkan kişisel nedenlerdeki amacı araştırmaktı.
Amaç toplum içindeki insandı 15. yüzyılın başlarında keşfin büyük devrinde,
deneyler paylaşılmaya başlandı ve böylece güç dramatize edilerek, komünyel
olasılıklar başladı. Avrupalıların Amerika'yı keşfi, Avrupalılar dünyanın ne
kadarını bilmediklerini ve keşifsel yatırımların uluslar ve bireyler için
fırsatları nasıl açabileceğini gösterdi. Bu deneyimin dışında ve Rönesans'ın
canlılığında insanın ve dünyanın keşfi ile toplumsal bir çaba olarak
araştırmanın yeni bir yönü meydana geldi. Böylece başarılı olan ülkelerde
büyük etki yaratan toplumsal araştırmanın yeni bir yolu ortaya çıktı.
"Uygarlık" toplumun maksadını ve anlamını söyleyecekti. 23 Mart 1772'de
James Baswell, ingiliz söz-bilimci Dr. Samuel Johnson'u kendi ingiliz Dili
Sözlüğü'ne "uygarlık" kelimesini kabul ettirmek için ikna etmeye çalıştı ama
Johnson'u kandıramamıştı ve sözcük "kibarlık" (civility) kelimesi yerine
geçti. Fakat Voltaire'in Fransızca sözlüğündeki "uygarlık" kelimesi
yetenekli tüm insanların aydınlanmasını tanımlayan bir ad haline geldi.
Fransa'da Voltaire uygarlığın zirvesini görmüştü. Kendi tarihini ve 14.
Louis çağındaki tarihi araştırarak yazdı. Rusya'da Büyük Peter, diğer
ülkelerin biraraya gelmesiyle uygarlığın oluştuğunu zannetti.
Uygarlığın üç mutlu dönemi
Voltaire'e göre uygarlık, Fransa'nın, dilin ya da herhangi bir insanın
tekeli değildi. Uygarlık, toplumdaki insanların mükemmelliğinin ve
başarılarının araştırılmasıydı. Voltaire uygarlığın üç mutlu devresini
gösterdi, ilki, Philip ve iskender zamanındaki klasik Yunan dönemi ve geri
kalanı barbar olarak bilinen dünyaydı. Sezar ve Augustus devresi olan ikinci
dönemde Vitruvius, Varro, Ovidius, Horace, Virgil, Livy, Cicero ve
Lucretius'un isimleri ayırt ediciydi. Üçüncü devir ise italya'nın şanı olan
Rönesans devriydi. Yunanistan'dan italya'ya geçen ve yerleşen sanat çok
çabuk geliştiği uygun bir yere düştü. Fransa, İngiltere, Almanya ve ispanya
bu meyveleri almayı arzuladılar. 14. Louis devri olarak adlandırdığımız
dördüncü devir, mükemmelliğe daha çok ulaşılan bir devirdir. Keşiflerin
zenginleşmesiyle 14. Louis devri diğer üç devreden daha çok şey başardı. Tüm
sanatlar Medici, Augustus ya da iskender'den daha ileriye gitmediler. Bu
doğrudur. Fakat genelde insansal nedenler mükemmelliği getirir. Ve sonunda
"mantıklı felsefe" lütufkar etkisini İngiltere, Almanya, Rusya ve yeniden
hayata dönen italya'ya yaydı. 14. Louis'in çağında Voltaire uygarlığın ilk
tarihçisi unvanını kazandı. Voltaire, 1738'de hiçbir insanın 14. Louis'den
daha iyi olamayacağını ve 17 Yüzyıl'da ulaşılan uygarlığın en üst düzey
olduğunu söylüyordu. Voltaire uygarlığın en geniş tanımı için askeri ve
siyasi olaylara baktı. Dinsel ve kiliseye ait korkuları, sanatı, edebiyatı,
bilimi, hukuku, sosyal ve mali kuruluşları araştırdı. Yüzyıllardan beri kan
dökülmesine neden olan Hıristiyan kilisesini kınayarak kitabına son verdi.
Dogmanın ruhu insanların kafalarında dini savaşların deliliğini meydana
getirir, diyordu.
Denis Diderot'nun "Dictionnaire Raisone des Sciences, des Arts et des
Metiers" adlı ansiklopedisi Aydınlanma'nın baş yapıtıydı.. 3000 fotoğraf ve
8000 makaleden oluşuyordu.
Bilgi, kahramanlıktan öncedir
Ruhun araştırılması, fanatizmi değil, uygarlığı oluşturdu ve insanların
yaşamını zenginleştirdi. Dogmaların savunulması, ulusların ve
imparatorlukların genişlemesi, ilerlemenin düşmanlarıdırlar. Ordulara ve
süvari bölüklerine kumanda edenler arasında sadece isimler baki kalır. İnsan
ırkının, devam eden yüzlerce savaşta mazeret gösterecek hiçbir şeyi yoktur.
İki denizi birleştiren bir kanal, Poussin tarafından yapılan bir tablo,
güzel bir trajedi ve keşfedilmiş bir gerçek, bunların hepsi askeri
hesaplardan ya da tüm tarihi olaylardan binlerce kez daha kıymetli
şeylerdir. Önce büyük insanlar gelir, sonra kahramanlar. Neyin uygun neyin
kullanışlı olduğunu yaratmada üstün olan kişiler büyük adam diye
adlandırılırlar. Şehir yağmacıları ise sadece birer kahramandırlar. Voltaire
Paris'ten Londra'ya kaçtığı sırada insan toplumu içindeki uygarlığa ümit
veren şeyi gördü. Bu, tüm insan toplumunda inancı ve Voltaizmi meydana
getiren "kesin hicret" idi. Voltaire'in 2,5 yılı ingiltere'de "korkusuz ve
akıllı ulus" dan ilham alarak geçti. Bu, ingiltere'de medenileşmiş
aydınlanmanın kutlanmasıydı. Parlamento, çiçek hastalığına karşı aşılanma,
Newton'un göz ve fizik ilmi, öğrenmeye çalışan bir dizi insan ve hoşgörü
ruhu. Voltaire'nin ingiltere sürgünü ona ulusların birinden diğerine nasıl
zenginleştiği ve uygarlıklarıı nasıl paylaştığını gösterdi.
Devrim kendi kafasını kesiyor
Voltaire, 14. Louis'in Fransa'sında uygarlığın zaferini ve Rusya'da
uygarlığın yükselişini gördü. Voltaire'nin arkadaşı Denis Diderot tarafından
hazırlanan "Dictionnaire Raisone des Sciences, des Arts et des Metiers" adlı
Ansiklopedisi ve 1728 yılında ortaya çıkan "Bilim ve Sanatın Evrensel
Sözlüğü" aydınlanmanın baş yapıtlarıydılar.. Yaklaşık 3000 fotoğraf ve 8000
makale ile tüm sanat ve bilginin depolandığı 28 kitap, çağa yol gösteren
Fransız düşünürlerin ortak çalışmasıydı. Kısacası bu bir Aydınlanma
bildirisiydi. Çalışmaya imza atan 2000 kişi vardı, okuyucuları zorlayan
tehlikeli bir eserdi. Sunduğu şey görüş değil, tüm bilginin tamamıydı.
Geleneksel öğrenim ön yargı ya da batıl itikat olarak tanımlanıyordu.
Makaleler sendeleyen eski rejime meydan okuyordu. Diderot'un politik otorite
üzerine yazdığı makale, yöneten kralın durumunu sarstı. D'Holbach anarjiye
uygun bir monarşide ısrar ediyordu ve Rousseau yıkıcı fikirlerini açıkladı.
Hemen tüm makaleler Bourbon ve Katolik dogmalarını içten içe kemiriyordu.
Bu, gelecekteki devrimin öngörüsüydü. Kral 1759 yılında kitabın yayın iznini
iptal etti. Aynı yılda Ansiklopedi, Kilise tarafından toplatılmıştı. Fakat
Voltaire ve diğer filozoflar uygarlığı savunuyorlardı. Ansiklopedinin
kalıntısı bile Aydınlanma'nın canlılığını gösteriyordu. Fransa, Devrim'e
doğru giderken oluşan düşünsel hareket, adaleti tanımlayamayan Parisliler'i
de birlikte sürükledi. Ama Devrim, giyotin tutkusu yüzünden kendisini de
idam edecekti..
Bilgi cumhuriyetinin temelleri
Voltaire'ye göre uygarlık sadece Avrupalıların değil tüm insanoğlunun
başarısıdır, onun zamanında kozmopolit bir ruh yaşanıyordu. 13. ve 14.
yüzyıl Avrupa'sında önemli icatlar yapılmıştı. Voltaire, bunların bilimsel
ya da felsefi bilginin bağımsızlığının ve insandaki yaratıcılığın meyvesi
olduğunu önemle vurgular. 15. Yüzyıl'da Voltaire'e göre cam pencerelerin,
aynaların, yel değirmenlerinin ve gözlüğün icadı şaşırtıcıydı. Batıl
itikatların ve fanatizmin ağır baskısına rağmen, Voltaire ruhu araştırmayı
sürdürürken cesaretini hiç yitirmedi. Ruhu araştırırken inandığı en büyük
kaynak olan tarihti. Diğer ülkelerin kanunları ve gelenekleri, ilişkileri
bulmakta yardımcı olur. Bu da modern ulusların rekabete girmesiyle
mümkündür. Tarihsel hatalar ve talihsizlikler, insanları düşünmeye iter veya
itmelidir. 17. Yüzyıl'ın ortalarından 19. Yüzyıl'a kadar süren, Avrupa'daki
toplumsal araştırma çağı, bilginlerin, beyannamelerin ve anayasaların çağı
idi. 14. Louis, Voltaire'nin modeliydi fakat diğer aydın krallar onun
çağdaşlığına ulaşamadılar. Voltaire ülkesini yani Rusya'yı Avrupa'ya sokmayı
başaran 2. Catherina ve Washington aşığı Prusyalı Frederick ile
mektuplaşarak Aydınlanma aşısını sürdürüyordu. Modern liberalizm toplumsal
araştırmanın mirasıdır ve Amerika Birleşik Devletleri örgütlenmiş toplumun
gücünü gösteren ve kanıtlayan ilk ulustur. Milton ve Locke, Amerika'nın
ingiliz atalarıydılar ve Benjamin Franklin ile Jefferson okyanus ötesi bilgi
cumhuriyetini daha Paris'de bulundukları sırada kurmuşlardı.
MODERN LİBERALİZM TOPLUMSAL ARAŞTIRMANIN MİRASIDIR VE ABD, ÖRGÜTLENMİŞ
TOPLUMUN GÜCÜNÜ GÖSTEREN VE KANITLAYAN İLK ULUSTUR. MİLTON VE LOCKE,
AMERİKANIN İNGİLİZ ATALARIYDILAR VE BENJAMİN FRANKLİN İLE JEFFERSON OKYANUS
ÖTESİ BİLGİ CUMHURİYETİNİ DAHA PARİSTE BULUNDUKLARI SIRADA KURMUŞLARDI.
Bilimin ve kaderin yasaları
Bu yüzyılda sonuçları kesin kurallarla ortaya çıkan tarihsel değişim
inancını ifade eden yeni bir anlamı içeren bir tarih yazılmaktadır. Bu
görüşe göre tarihin yönü daha önceden açıklanabilir fakat insan isteği ile
değiştirilemez. Sosyal bilimler, eski peygamberler rolünü oynarlar. Bilim
geleneğin oluşmasını Fransız filozoflar hazırlamıştı. Cordorcet ilerlemeyi
işaret ederken, Auguste Comte büyümeyi haber verdi. Fakat Kral Marx'dan
önce, sosyal bilim dogmalarının Batı toplumunu ve politikayı etkilemek için
güce ihtiyaçları vardı. Ve yeni sosyal bilimler, resmen kehanet deposu
haline geldiler. Darwin organik doğada evrim kanununu keşfederken, Friedrich
Engels kahramanların artık mezarlarda olduğunu bildirdi. Ve böylece Marx
insanlık tarihindeki evrim kanununu keşfetti. Bu arada Darwin Batı
Avrupa'nın yaygın dinsel inançlarını sarsarken, Kral Marx yeni bir dini
yaratmaya başladı. Marx'ın yeni tarihçiliği sınıflara ayrılmış insanların
güçlerini açıklayan bir ideolojiyi yaratarak Batı toplumunun kaderini
planladı. Fakat maddesel güçleri yola çıkarmak için insanoğlu özgürlüğünü
terkediyordu. Marx, "..tüm bunların ötesinde orta sınıfın meydana getirdiği
tek şey mezarcılardır. Düşüş ve işçi sınıfının zaferi tam anlamıyla
kaçınılmazdır" sözlerini Komünist Bildiri'de kullandı. Ve bilimsel
kehanetini tamamlamak için işçi sınıfına yalvararak açıklamasına son verdi.
"Tüm ülkelerdeki işçiler, birleşin!" Bu, tarihi taşıyan arabaya binmek için
bir davetti. Marx'a göre öngörülen kader erkek ve kadınların isteği değildi
sadece ve sadece Marx'a özgü bir tarihsel bilimin güç gösterisiydi.
Uluslararası amacı gözardı etmeden "Çalışan Sınıfın Kutsal Kitabı" gibi bir
başlık altında anıtsal "Das Kapital" e uygun bir tanım konuldu. Bu gönderme,
kutsallıklara ve Peygamberlere karşı görünüyordu ama güncel yorumculara göre
kasıt yoktu.
Darwin Batı Avrupa'nın yaygın dinsel inançlarını sarsarken, Karl Marx yeni
bir dini yaratmaya başlamıştı. Oysa Darwin, inançlarla ilgilenmiyordu; ona
göre insan kendi kendine varolmuş ve zaman içinde evrimleşmişti.
Felsefenin peygamberi Bergson
Fransız düşünür Henri Bergson kehanette bulunmayan, dinamik insan ruhunun
sözcüsü olan bir peygamberdi. Tarihin otomatif güçlerini ve mekanik tüm
dogmaları reddederek, insanın bağımsızlığını yeniden seslendirdi. Böylece
zamana ve evrime canlandırıcı yeni bir anlam verdi. Bergson ilk olarak
makinenin zaman kavramına yaptığı şeyi reddetti. Zamanın mekanik görüş
teknolojisinin bir ürünü olduğunu gözlemledi: Değişmez hayali birimlerin
(dakika, saat, gün) ayarlanabilen ve tık tık vurarak devam edebilen zaman
fikrine karşıydı. Zıt olarak Bergson yaşayan zamanın fiziki yaşam özümüzün
süresi olduğunu gözlemledi."Şimdiki zamandan başka hiçbir şey yoktur: Geçmiş
zamanı şimdiki zamana uzatamazsınız, evrim yoktur, zamanı durdurmak yoktur.
Zaman geleceği kemiren ve ilerlerken gittikçe artan ve biriken geçmişin
ilerlemesidir. Geçmişin durmaksızın çoğalmasıyla korunmasındaki sınır
bulunmamaktadır. Hafıza ise bir çekmeceye atılan biriktirilen hatıralar
fakültesidir. Gerçekte geçmiş otomatik olarak saklanır. Ve mükemmelliği
nedeniyle her zaman bizi peşinden sürükler." diyor ve ekliyordu; "Değişim,
deneyimin özüdür. Devam etmeyen ve değişmeyen şey egodur ve dayanıklılığımız
özgürlüğü mümkün kılan şeydir. Özgürlüğümüz gerçektir fakat tarif edilemez,
çünkü biz hürüz" Amerikalı psikolog William James'in gözlemi bu
doğrultudaydı "Özgürlüğümün ilk hareketi özgürlüğe inanmak olacaktır." Ve
sonunda Bergson şöyle dedi; "Bilinç aslında özgürlüktür. Özgürlüğün ta
kendisidir." "Yaratıcı Evrim" 1907 yılında yayınlandı. Bergson, evrimi
tarihsel bir gerçek olarak görmüyordu. Bağımsız insan ruhuna uygun ve makul
canlı bir element olarak tanımlıyordu. Evrimin yaygın maddesel ve mekanik
görüşüne karşı Bergson'un memnuniyetsizliği kitabında ayrıntılarıyla
anlatılır ve kendi görüşünü sunmuştur. Bergson soruyordu; Yaşayan ilk tek
hücreli canlılar kendi çevrelerine iyi adapte olamadılar mı? Bir süre sonra
evrim bu devrede neden durmadı? Yaşam, kendisini daha tehlikeli bir hale
sokmaya devam ediyor. Türlerin işlenmesi ve çoğalmasını açıklamak için daha
yaşamsal nedenlerin ve etkenlerin varlığını aramak ve düşünmek akla daha
uygun değil miydi? Bergson evrim ürünlerini ve yöntemlerini inceledikten
sonra fiziksel güçlerin ötesinde akıl ötesi birşeylerin varoluşuna ait
ipuçlarından söz etti. Böylece, evrimi kaba bir materyalizmden kurtardı.
Rasgele değişim süreci açıklamasının karmaşık organsal evrimi
açıklayamayacağını tartıştı.
"Değişim, deneyimin özüdür. Devam etmeyen ve değişmeyen şey egodur ve
dayanıklılığımız özgürlüğü mümkün kılan şeydir. Özgürlüğümüz gerçektir;
Bilinç aslında özgürlüktür. Özgürlüğün ta kendisidir." Henri Bergson
Sorular değişti ama cevaplar hala yok
Bergson'un unutulmaz söz sanatı ve anlatım yeteneği onu edebi bir peygamber
haline getirdi. Evrende günlük deneyimde yaşanan zamanın veya sürenin
canlılığını buldu. Böylece evrimin tüm yollarında Bergson yaşamsal bir gücü
gördü. Teknoloji ve bilimde yeni anlamları bulma yetisine sahipti, inanılmaz
ama "Yaratıcı Evrim" adlı kitabındaki son bölüm "Mekanik Hayalin ve
Düşüncenin Sinema Makinasına ait Mekanizması" idi. Oysa sinema kelimesi
bilinen anlamda yoktu. Ve Bergson'a göre sinemanın mecazi anlamı hız
dizisinde görünen değişen görüntülerin sırasıydı, yaşam süresi fikri bir
ihtiyaçtı ve mekanik hayali gösteren bir dizinin tümüydü. Bergson'un
büyülediği William James, biyologların kuru öğretilerini bir derenin tatlı
sesine dönüştürdüğü için onu "Sihirbaz" adıyla tanımlar. Bergson'un yeteneği
1928 yılında Edebiyat Nobel Ödülü ile ödüllendirildi. Peki ama bilinmeyen
geleceğin kavranması ve insanın amacını soruşturan Batılı araştırmacıların
bilinçleri neydi? Sade bir şekilde geçmişteki gerçeklere ve güçlere ulaşarak
tarih duygusunu güçlendirdiler ve derinleştirdiler. Fakat araştırmacıların
sorularının odağı, daha etkin ve güçlü bir şekilde dini "Neden?" den
bilimsel "Neden?" e, "Ne sona erdirdi?" sorusundan "Ne neden oldu?" sorusuna
dönüştü. Kanunlar ve nedenler tarihin gittiği yönü açıklamada yardımcı
olabilirler. Ve belki de geleceği önceden bildirirler. Fakat anlamı
keşfetmek insanın rolünü etkileyebilir mi? Amaç duygusunu tekrar nasıl
yakalayabilir ve zenginleştirebiliriz? Kaybettiğimiz ruhsal deneyim ve doyum
tekrar nasıl kazanılacak. Soruların değişimi, cevapları yine getirmiyor,
yöntem ve mantık değiştirerek acaba amacı daha çok mu yitiriyoruz? Yoksa
Bergson'un dediği gibi, "Yaratıcı’yı yaratmak için Tanrı mı işe karıştı?"
Sormaya devam eden tek hayvan olan insan yoksa hiç tatmin olamayacak mı? Ve
en önemlisi sorgu bitince, biz de bitecek miyiz? Kısacası, varoluşumuzun
nedeni, soran bir hayvanın deneyiminden ibaret olamaz mı?