2.4.1. Karizmatik Otoritenin Temel Özellikleri Ve Toplumsal Örgütlenme
Biçimleriyle İlişkisi
“Karizma” kavramı, bireysel olarak bir şahsı sıradan insanlardan ayıran ve onun doğaüstü, insanüstü ya da en azından bazı özel istisnai güçlere ya da niteliklere sahip sayılmasına yol açan belli bir nitelik anlamında kullanılacaktır. Bunlar sıradan insanların ulaşamadığı ancak kutsal, ilahi kökenleri olan ya da örnek oluşturan özelliklerdir ve bir kişi, bu özellikler temelinde lider sayılır. İlkel şartlarda bu özel saygı biçimi peygamberlere, tedavi edici ya da hukuki bilgelik sahibi olmakla meşhur kişilere, avda liderlik edenlere ve savaş kahramanlarına gösterilir. Çoğunlukla karizmatik kişinin sihirli bir güce sahip olduğu düşünülür. Söz konusu niteliğin etik, estetik ya da buna benzer daha başka açılardan uygun sayılıp sayılmayacağı, kuşkusuz bu kavram açısından önem taşımaz. Önemli olan tek şey, söz konusu bireyin karizmatik güce konu olanlar ve “izleyiciler” ya da “taraftarlarca” gerçekte nasıl görüldüğüdür.
Buradaki amacımız açısından, bu anlamda karizmatik güçle donanmış birçok değişik türe değinmek gerekecektir. Çılgınca tutkulu güçleri bazen, görünüşe göre yanlış olarak, uyuşturucu kullanımına bağlanan “berserkerin[1]” durumu bu kapsamda değerlendirilebilir. Ortaçağ Bizans Devleti’nde böyle karizmatik, savaşçı, tutkulu bir insan grubu bir tür silah gibi elde tutuluyordu. Saf biçiminde, trans haline gelmenin bir yolu olarak sara benzeri kasılmalara yakalanan büyücü “şaman” da bu kapsamdadır. Bir diğeri de, Mormonluk’un kurucusu olan, ancak çok usta ve işini bilir bir dolandırıcı olma olasılığı da bulunduğu için bu türler arasına alınıp alınamayacağını kesinlikle söyleyemeyeceğimiz Joseph Smith’dir. Son olarak, kendini, kendi demagojisine kaptıran Kurt Eisner[2] gibi aydın türlerini de ihtiva eder. Değer yargılarından kaçınması gereken sosyolojik çözümleme tüm bunları, alışılagelen yargılara göre “en büyük” kahramanlar, peygamberler, kurtarıcılarla aynı düzeyde değerlendirilecektir.
1. Karizmatik gücün geçerliği için belirleyici olan şey, güce bağımlı olanların kabulüdür. Bu tanıma gönüllü olup, başlangıçta her zaman bir “belirti” ya da delil sayılan bir mucizeden kaynaklanır ve söz konusu vahye kendini kaptırma, kahramana tapma ya da lidere mutlak bir güven duyma biçimini alır. Ama karizmatik gücün gerçek olduğu yerde de meşruluk iddiasının temelini oluşturan bu değildir. Bu temel daha çok, karizmatik bir göreve çağrılanların, görevin bu niteliklerini bilmelerinin kendi görevleri olduğunu kabul eden anlayıştır. Psikolojik olarak bu “tanıma”, söz konusu niteliğin sahibine karşı, coşku, umut ya da umutsuzluktan kaynaklanan tam bir kişisel adanma manasına gelir.
Hiçbir peygamber, bu niteliğinin kitlelerin kendisine karşı olan tutumuna bağlı olduğunu düşünmemiştir. Seçilmiş hiçbir kral, hiçbir askeri lider, kendisine karşı direnenleri ya da kendisini tanımayanları görev suçlusu saymamazlık etmemiştir. Böyle bir liderin komutasında savaşa katılmayı kabul etmemek, katılmak resmen gönüllü bile olsa, her yerde, her zaman olumsuz karşılanmıştır.
2. Eğer karizmatik niteliklerinin kanıtı uzun süre görülmezse, tanrısının ya da sihirli veya kahramanlık güçlerinin kendisini terk ettiği düşüncesi ortaya çıkar. Eğer uzun süre başarı gösteremezse ve her şeyden önemlisi, eğer yönetimi altındakilere herhangi bir yarar sağlamıyorsa, karizmatik güç ortadan kalkar. “İlahi Hediye[3]” (seçilmişlik) kavramının gerçek karizmatik anlamı işte budur.
Eski Alman kralları bile bazen küçük görülerek reddedilmişlerdir. “İlkel” denilen topluluklarda da benzer olaylar sık görülür. Çin’de kralın, soya bağlı olarak hiç değişmeden kalıtsal olarak devredildiğine inanılan karizmatik niteliği öylesine mutlaktı ki, yalnız savaştaki bir başarısızlık değil; kuraklık, sel, uğursuz olaylar gibi her türlü olumsuz durumda dahi kamu önünde günah çıkarmak zorunda kalır, dahası tahtından bile indirilebilirdi. Çünkü, böyle şeyler ortaya çıktığı takdirde, onun gerekli karizmatik niteliğe sahip olmadığı, dolayısıyla da “Göklerin meşru oğlu” olamayacağının göstergesi sayılıyordu.
3. Karizmatik otoriteye konu olan kuruluş/grup, duygusallığa dayalı topluluk ilişkileri temelinde ortaya çıkan bir gruptur. Karizmatik güç sahibinin idari memurları “resmi memurları” ihtiva etmez; en azından üyeleri bir uzmanlık eğitimi almış kişiler değildir. Bu konuma seçilmeleri ne bir toplumsal ayrıcalık, ne de ailesel ya da şahsi bağımlılık temeline dayalıdır. Seçim kriteri üyelerin karizmatik nitelikleridir. “Peygamber”in havarileri, komutanların bedenleri, liderlerin de takipçileri vardır. ‘'Atama” veya “a7:il”, kariyer, terfi gibi bir şey yoktur. Sadece liderin, karizmatik niteliklerinden dolayı yaptığı bir “çağrı” söz konusudur. Burada hiyerarşi yoktur. Lider, memurlarından kimilerinin verilen iş için yetersiz olduğunu düşündüğünde, genel ya da özel olarak konuyla ilgilenir. Ortada ne belirli bir yetki alanı, ne de sosyal imtiyaza dayalı bir güç tahsisi mevcuttur. Ancak kimi durumlarda karizmatik güç ve “üstlenilen görev” için yalnızca bulunulan yere ait ya da işlevsel sınırlamalar getirilebilir. Ücret ya da çıkar diye bir şey söz konusu değildir. Tilmiz ya da taraftarlar, liderle birlikte, asıl olarak komünist bir ilişki içinde, bağışlardan oluşan kaynaklarla yaşarlar. Kurulmuş idari organlar yoktur. Bunların yerine, başkanlarınca karizmatik güçle donatılmış olan yada kendi başlarına böyle bir güce sahip bulunan memurlar vardır. Herhangi bir resmi kural, soyut meşru ilkeler sistemi, dolayısıyla da bunlara yönelik herhangi bir hukuki karar süreci yoktur. Bununla birlikte yasal sistem oluşturacak hukuki bir bilgelik de yoktur. Somut yargı kararları olaya bağlı olarak yeniden oluşturulur ve başlangıçta kutsal yargılar ya da vahiyler olarak görülür. Objektif bir gerçek olarak, tam anlamıyla karizmatik nitelikteki her egemenlik durumunda geçerli olan kural şudur: “Kitapta şöyle yazıyor ama ben size diyorum ki.” Gerçek peygamber, gerçek bir komutan ve buradaki anlamıyla her gerçek lider gibi, yeni yükümlülükler öğütler, yaratır ya da ister; ve bunu Tanrısal vahiy, tanrısal ilham, içine doğma adına ya da kendi somut düzenleyici iradesi adına yapar, çünkü dini, askeri ya da siyasal grubun üyeleri söz konusu yükümlülüklerin kaynağında bunların bulunduğunu kabul eder. Kabullenme bir görevdir. Böyle bir güç; kendisiyle rekabet eden, karizmatik olma iddiasındaki bir başka güçle çatışmaya girdiğinde, tek çıkış yolu söz konusu liderlerin ya sihir kullanması ya da doğrudan doğruya fiziksel kavgaya girişmeleridir. Böyle bir çatışmada ilke olarak, sadece bir taraf haklı olabilir; diğer tarafın cezalandırılması gereken suçlu olması şarttır.
Dolayısıyla, karizmatik otorite günlük rutin ve din dışı hayatın dışındadır. Bu açıdan, hem rasyonel ve özellikle bürokratik güce, hem de ataerkil, patrimonyal, feodal biçimiyle olsun geleneksel güce kesin olarak zıttır. Bürokratik otorite, zihinsel yolla çözümlenebilir kurallara bağlı olmak anlamında özellikle rasyoneldir; karizmatik güç ise, her türlü kurala yabancı olması anlamında, özellikle rasyonel değildir. Geleneksel otorite, eskiden kalma örneklere bağlıdır ve bu açıdan kurallara da bağlıdır. Karizmatik otorite ise, kendi egemenlik sınırları içinde geçmişi reddetmekte ve bu anlamda özel bir devrimci güç niteliği taşımaktadır. Ne lidere ne de toplumsal bakımdan ayrıcalıklı gruplara mülkiyet sahipliğine dayalı hiçbir mevki tahsisi tanımaz. Onun için tek' meşruluk dayanağı, kanıtlandığı sürece, başka deyişle kabul gördüğü ve taraftarlarla öğrenciler arasında karizmatik biçimde etkili olduğu sürece, kişisel anlamda karizmadır.
Yukarıdaki konular üzerinde daha fazla tartışmak gereksizdir. Burada söylenenler halkoyuna başvuran Napolyon gibi seçilmiş monarkların otorite konumu için de geçerlidir. Bu durum, din peygamberleri ve savaş kahramanları için nedenli geçerliyse, aşağı sınıf kökenli insanları tahtlara ve yüksek askeri komutanlıklara çıkaran “dehanın üstünlüğü” için de o ölçüde geçerlidir.
4. Saf karizma özellikle ekonomik varsayımlara yabancıdır. Ortaya çıktığı her yerde, sözcüğün en güçlü anlamında bir “çağrı” ve “misyon”dur. Saf halinde, kendi çekiciliğini ekonomik açıdan kullanıp bir gelir kaynağına dönüştürmeyi aşağılık bir şey sayar ve reddeder; ancak bu saf türün çoğu kez gerçekten ideal olarak kaldığı da doğrudur. Bu, karizmatik gücün her zaman, kimi kez peygamberlerin ve tilmizlerinin yaptığı gibi zenginliği reddettiği anlamına gelmez. Kahraman savaşçılar ve askerleri “ganimeti” aktif bir şekilde ararlar; seçilmiş başkan ya da karizmatik parti liderinin maddi güç araçlarına ihtiyacı vardır. Buna ilaveten seçilmiş başkanın, prestijini arttırmak üzere parlak güç gösterilerine ihtiyacı da vardır. Gerçekten karizmatik olan güç türünde aşağılık görülen şey, geleneksel ya da rasyonel biçimiyle günlük kazanç kaygıları, düzenli bir gelir sağlamak için sürekli olarak ekonomik etkinlikte bulunma durumudur. Bir yandan hediyeler, kimi kez büyük çaplı vakıf gelirleri, dahası rüşvet ve büyük miktarda bağışlarla ya da dilenme gönüllü desteği oluşturur. Öte yandan “ganimet’’, kaba güç ya da başka yollarla yapılan gasplar karizmatik gücün başlıca gereksinim giderme yollarıdır. Rasyonel iktisadi faaliyet açısından karizma, tipik olarak ekonomi karşıtı bir güçtür. Günlük rutin hayatın etkinliklerine ancak katlanır. Mülk gelirleriyle geçinme, kimi karizmatik güç gruplarının ekonomik temelidir; ama bu genellikle sıradan karizmatik “devrimci” için kabul edilebilir değildir.
Cizvitlerin kilise görevleri almalarının yasaklanması, şakirtlik ilkesinin rasyonel hale getirilmiş bir uygulamasıdır. Her çeşit sofuluk gösterisinin, dilenci rahiplerin ve inanç için savaşanların bu tür kapsamına gireceği aşikardır. Hemen tüm peygamberler gönüllü bağışlarla desteklenmiştir. Aziz Paul’ün meşhur “Bir insan çalışmazsa, yiyemez.” sözü, karizmatik din adamlarına dönük bir eleştiridir. Elbette bu sözün, kendi başına ekonomik etkinliği olumlu olarak, değerlendirici bir yönü yoktur; ancak her bireyin herhangi bir şekilde kendi geçimini sağlamakla yükümlü olduğunu vurgulamaktadır. Bunun sebebi, tamamen karizmatik, manevi anlatıların gerçek hayatta kesin uygulanma imkanı olmadığını, en iyi ihtimalle “yarın endişesinden” kurtulmanın umulabileceğini anlamış olmasıdır. Öte yandan sanatsal açıdan karizmatik tilmizliğe, başka deyişle ekonomik çaba harcama zorunluluğunun bulunmadığı bir konuma çağrının “ekonomik açıdan bağımsız” olanlara, yani akar gelirleriyle geçinenlere yapılması anlaşılabilir bir şeydir. Bu, Stefan Georg topluluğu için, en azından başlangıçtaki niyetleri açısından doğrudur.
5. Geleneksel olarak sıradanlaşmış dönemlerde karizma en büyük devrimci güçtür. ‘‘Aklın” eşit derecede devrimci gücü, eylem ve problemlere dönük insan davranışını değiştirir veya bireyi aydınlatır. Öte yandan karizma acı, çatışma ya da coşkudan ileri gelen bir sübjektif ya da içsel dönüşümü ihtiva eder. Dolayısıyla temel tutumlar ve eylemlerin yöneldiği merkezi sistemdeki köklü bir değişmeyi ve yaşamın tüm özel biçimlerine, kısacası “dünyaya” ilişkin tutumlarda yepyeni bir yönelimi anlatır. Rasyonellik öncesi dönemlerde gelenek ile karizma, tüm eylem yönelimlerini aralarında paylaşırlardı.
2. 4.2. Karizmanın Sıradanlaşması ve Sonuçları
Saf biçimiyle karizmatik otorite, günlük hayatın sıradanlıklarından özellikle uzak bir karakterdedir. Doğrudan girişilen toplumsal ilişkiler sıkı sıkıya şahsi olup, şahsi niteliklerin karizmatik geçerliliği ve uygulamanın temellerine dayalıdır. Eğer geçici bir olay olarak kalmayıp, istikrarlı bir tilmizler topluluğu, bir yandaşlar grubu, bir parti örgütü ya da herhangi bir siyasal ya da hiyerarşik örgüt biçimini alacaksa, karizmatik gücün niteliğinin köklü bir değişimden geçmesi şarttır. Gerçekten de saf biçimindeki karizmatik otoritenin, ancak daha başlangıç aşamasında olduğu söylenebilir. Saf bir karizmatik otoritenin istikrar içinde sürmesi imkansızdır. Ya gelenekselleşecek veya rasyonelleşecek ya da her ikisinin bir karmasına dönüşecektir.
Aşağıdakiler bu dönüşümün ardındaki temel müşevviklerdir:
a) Takipçilerin, topluluğun sürekliliğine ve onun sürekli aktif halde kalması idealleri ve aynı zamanda maddi çıkarları, b) Karizmatik gücün idari memurlarının, tilmizlerinin ya da öteki yandaşlarının bu ilişkiyi sürdürmek için gösterdikleri daha da büyük ideal ya da maddi çıkarlar. Bunun da ötesinde, bu ilişkiyi, hem ideal hem de maddi açıdan kendi konumlarını günlük hayatta istikrarlı bir temele dayandıracak bir şekilde sürdürmede çıkarları vardır. Bu, her şeyden önce, olağan dünyevi bağları ve özellikle ailevi ve ekonomik ilişkileri kesilmiş olan şakirtlik türü yerine, sıradan aile ilişkileri kurma ya da en azından güvenli bir toplumsal konum elde etme olanağı bulunan bir tilmizlik yapısına geçiş anlamına gelir.
Bu çıkarlar, genellikle, karizmatik güç sahibi kişinin ortadan kalkması ve kaçınılmaz olarak yerine kimin geçeceği sorusunun ortaya çıktığı durumlarda iyice belirginleşir. Sorunun çözümlenme tarzı tabii eğer çözülebilirse ve karizmatik grup varlığını sürdürürse ondan sonraki toplumsal ilişkilerin niteliği bakımından çok büyük önem taşır. Aşağıda sayılanlar başlıca muhtemel çözüm türleridir:
a) Otorite konumu kriterleri temeline uygun yeni bir karizmatik lider aranması: Bunun görece saf bir türü, yeni bir Dalai Lama seçilmesi sürecinde bulunabilir. Bu süreç, Buda’nın yeniden hayata döndüğü şeklinde yorumlanabilecek niteliklere sahip bir çocuğun aranmasından ibarettir. Bu yeni bir kutsal Apis Öküzü (Bull of Apis) seçimine çok benzer.
Bu durumda yeni karizmatik liderin meşruluğu belli ayırt edici özelliklerin bulunmasına, dolayısıyla da bir geleneğin doğuşuna temel olan kimi kurallara bağlıdır. Sonuç, bir gelenekselleşme ve bunun için de liderliğin yalnızca kişisel yönünün ortadan kalkması sürecidir.
b) Kahinlerin kehanetinde, iyi talihte, kutsal yargıçlara beliren vahiy yoluyla ya da diğer yöntemlerle lider seçimi: Bu durumda yeni liderin meşruluğu, seçim yöntemlerinin meşruluğuna bağlıdır. Burada bir meşrulaştırma biçimi de gelişir. İsrail “Şofetimlerinin” kimi kez bu özellikte olduğu söylenir. Saül’ün eski savaş kahinince seçilmiş olduğu söylenmektedir.
c) İlk karizmatik liderin kendi yerine geçecek olanı kendisinin belirlemesi ve taraftarlarının bu yeni lideri tanıması: Bu çok yaygın bir yöntemdir. Roma’da yargıçlıklar başlangıçta tümüyle bu yoldan belirlenirdi. Bu yol, yakın zamanlarda, en net şekilde “diktatörlerin” atanmasında ve “interrex[4]” kurumunun ortaya çıkmasında uygulanmıştır. Bu durumda meşruluk, atama işlemiyle sağlanmaktadır.
d) Yöneticinin karizmatik nitelikteki idari memurlarca belirlenmesi ve topluluğun bunu kabul etmesi: Tipik olarak bu süreç, ne bir “seçim” ne bir “aday gösterme” ya da benzeri bir şey olarak yorumlanamaz. Burada söz konusu olan özgür seçim değil, görevle sıkıca bağlantılı bir seçimdir. Önemli olan, çoğunluğun oyunu almak değil, doğru kişinin atanması, gerçekten karizmatik güçle donanmış kişinin bulunmasıdır. Bu durumda çoğunluğun değil, azınlığın haklı olması muhtemeldir. Oybirliği genellikle aranır; hatayı kabul etmek bir görev, yanlışta direnme ciddi bir kusurdur, yanlış bir seçim ise cezalandırılmayı gerektirir. Başlangıçta bu sihre dayalı karizmatik bir kusurdur.
Yine de, böyle bir durumda yasallığın, güç konumuna gelme sürecinin doğru işlemesine ilişkin ölçüler, örneğin çoğu kez taç giydirilmesi gibi bazı formaliteler sebebiyle kazanılmış bir hak niteliğini alması kolaydır. Batı dünyasında piskoposlara ve krallara din adamlarınca ya da topluluğun “rızasıyla” soylularca taç giydirilmesinin başlangıçtaki anlamı buydu. Dünyanın her yanında buna benzer durumlar çoktur. Modern “seçim” kavramının kökeninin bu olması gerçeği, daha sonra ele alınacak bazı problemleri de doğurmaktadır.
e) Karizmanın akrabalık yoluyla geçen bir nitelik olduğu, bu sebeple bir ailede, özellikle de en yakın akrabalarda toplandığı anlayışı: Bu durum patrimonyal karizmadır. Patrimonyal şekilde gücün el değiştirmesi sisteminin, hakların tahsis edilmesi düzenindeki gibi olması şart değildir ve çoğu kez farklılaşır. Bazen uygun mirasçının, ilgili akrabalık grubu içinden az önce bahsi geçen yollardan biriyle seçilmesi de mecburi olabilir.
Mesela belli zenci devletlerinde, iki kardeşin yönetim için dövüşmeleri gerekir. Çin’de miras düzeni, topluluğun hayatta olanlarıyla ataların ruhları arasındaki ilişkileri, rahatsız etmeyecek biçimde kurulur. Doğuda kıdem ya da geride kalanlar tarafından atanma yolu çok yaygındır. Dolayısıyla, Osmanlı sarayında, hanedanın muhtemel tüm adaylarının yok edilmesi bir mecburiyetti.
Otoritenin kıdeme, yaş büyüklüğü kuralına göre geçmesi, sadece Ortaçağ Avrupası ve Japonya’da evrensel olarak açık şekilde yerleşmiş, diğer yerlerde sınırlı kalmıştır. Bu yöntem, aynı karizmatik aileden gelen çok sayıda aday arasında kavgaları önleyerek, bütünleşik siyasal grupların oluşmasını önemli ölçüde kolaylaştırmıştır.
Patrimonyal karizmatik durumda, artık, bireyin karizmatik niteliklerine değil, patrimonyal yolla edindiği konumun meşruluğuna bakılır. Bu da gelenekselleşme ya da yasallaşmaya sebep olur. “Kutsal hak” kavramı, kökten değişir ve otoritenin tebaa tarafından kabul edilip edilmediğine bakılmaksızın şahsi bir hak anlamına gelir. Kişisel karizma tamamen ortadan kalkabilir. Patrimonyal monarşi, bunun en belirgin örneğidir. Asya’da birçok patrimonyal rahiplik olmuştur; krallık ailelerinin patrimonyal karizmanın bir sosyal statü kriteri, tımarlı olabilme ve benzeri yararlar elde edebilmede aranan kriter olarak kabul edilmesinin örnekleri de çoktur.
j) Karizmatik gücün ritüellerle bir kişiden başkasına geçebileceği ya da yeni bir kişide yaratılabileceği görüşü: Bu kavram köken olarak sihire dayalıdır. Karizmatik gücün belli bir kişiden ayrılarak, aktarılabilir objektif bir varlığa dönüştürülmesi söz konusudur. Özel olarak, belli bir görev konumunun karizması haline dönüşebilir. Bu durumda gücün meşruluğuna olan inanç artık ilgili bireye değil, edinilen niteliklere ve ritüel eylemlerin etkinliğine yöneliktir. Bunun en önemli örneği, rahiplik karizmasının kutsal yağ sürme, kutsama ya da üzerine ellerin konulması (el verme) törenleriyle, krallık gücünün de kutsal yağ sürme ve taç giydirme törenleriyle aktarılmasıdır. Böylece edinilen “kalıcılık özelliği” görevin karizmatik nitelikleri ve güçlerinin, rahibin kişisel niteliklerinden bağımsızlaştığı manasına gelir. İşte Hristiyanlık’taki Donatist ve Montanist ayrılıklarından Püriten devrimine kadar süren çatışmaların tek sebebi budur. Quakerlar’ın “ücretli rahibi” görevden kaynaklanan karizmaya sahip din adamıdır.
2. 4.3. Karizmanın Sıradanlaşması ve Sonuçları
Karizmatik otoritenin uygun şekilde aktarılmasını sağlamak üzere sıradanlaşması, idari memurların sıradanlaşmasındaki çıkarlarla da ilgilidir. Otorite sahibinin yandaşlarının bir inanç ve coşku topluluğu olarak hediyelere, “yağmaya”, ya da düzensiz gelirlere dayalı komünal bir hayat sürmeleri, sadece başlangıç aşamasında ve karizmatik liderin günlük sosyal örgütlenmenin tamamen dışında kalması halinde mümkündür. Ancak küçük bir coşkulu tilmiz grubunun üyeleri hayatlarını saf bir idealistlikle liderin çağrısına adarlar. Tilmiz ve takipçilerin büyük çoğunluğu ise uzun vadede “mesaja” maddi bir anlam yükleyerek “hayatlarını idame ettireceklerdir”. Gerçekten de, hareketin dağılıp gitmemesi isteniyorsa durumun böyle olması gereklidir.
Dolayısıyla karizmanın sıradanlaşması takipçi veya şakirtlerin güç kontrolü ve iktisadi faydalardan yararlanması, bu gruplara katılımın düzenlenip kurallara bağlanması biçimini alır. Rasyonel yasama düzenlemelerinin olup olmadığına bakılmaksızın, gelenekselleşme ya da yasallaşma süreci birçok tipik şekilde ortaya çıkabilir.
1. Seçilmenin orijinal temeli kişisel karizmadır. Sıradanlaşma ile takipçi ya da tilmizler üyeliğe seçilebilmek için özellikle belli eğitim ya da seçme sınavlarını ihtiva eden normlar koyabilirler. Karizma ancak “uyarılabilir” ve “sınanabilir”, “öğrenilemez” ve “öğretilemez”. Sihirbaz ve kahramanlarca uygulanan kerametler ve bu şahısların yanındaki çıraklık bu kategoride değerlendirilebilir. Bunlar, grubu kapalı bir idari memur heyetine dönüştürür.
Sadece kendini kanıtlamış çırağın otorite uygulamasına izin verilir. Gerçek bir karizmatik lider, üyelik açısından bu ön şartlara karşı çıkabilir. Halefi ise, en azından idari memurlarca seçilmiş ise, buna karşı değildir. Bu tür, erginliğe adım atma ve yaş grubu törenleri ile “erkekler evi” büyücü ya da savaşçısının sofuluğu ile örneklendirilebilir. Erginliğe adım atma töreninden başarıyla geçemeyen birey, “kadın” olarak kalır; yani karizmatik grupça dışlanır.
2. Karizmatik normların, patrimonyal bir karizmatik temele dayalı geleneksel toplumsal statüyü belirleyen ölçülere dönüşmesi çok kolaydır. Liderin patrimonyal yöntemle seçilmesi durumunda idari memurların, hatta yandaşların da aynı şekilde seçilip çalıştırılması muhtemeldir. Sıkı sıkıya ve tamamıyla bu patrimonyal karizmatik güç ilkesine göre örgütlenen bir siyasi oluşum için “soy/aile devleti” terimi kullanılacaktır. Böyle bir durumda her türlü idari gücün, tımarın, gelirin ve diğer ekonomik çıkarların tahsis edilmesi de aynı ölçüye göre olur. Sonuç, tüm güçlerin ve çıkarların gelenekselleşmesidir. Şahsi olarak meşru karizmatik güce sahip olmadan, geleneksel gerontokrat ya da ata erkillik ölçülerine göre otorite kuran aile reisleri, ailelerinden geri alınmasına imkan olmayan bu güçlerin uygulanışını düzenlemektedir. Bir kişinin ya da ailesinin düzeyini belirleyen şey; kendisinin bulunduğu konumun türü değil, ailesinin geleneksel karizmatik konumudur. Bürokrasinin gelişmesinden önce Japonya bu şekilde örgütlenmişti. Kuşkusuz eyaletlerdeki rasyonelleşme öncesinde gücün “eski aileler”in elinde olduğu Çin’de de durum aynıdır. Hindistan’ın kast düzeni, Mjestnitschestvo öncesi Rusya da diğer örneklerdir. Gerçekten de kurumlaşmış ayrıcalıklarıyla tüm patrimonyal sosyal sınıflar aynı kategoride ele alınabilir.
3. İdari memurlar, kendi üyeleri için şahsi makamlar ve onlarla birlikte sürüp giden ekonomik faydalar yaratmaya çalışıp, bunu başarabilirler. Bu durumda, eğilimin gelenekselleşme ya da yasallaşma yönünde olmasına bağlı olarak; a) yararlar, b) makamlar, c) tımarlar oluşur. Birinci durumda sonuç arpalık düzeni; ikincisinde patrimonyallık ya da bürokrasi; üçüncüsünde ise feodalizmdir. Bunlar günlük ekonomik yapıyla kurulu ilişkisi olmayan hediye veya ganimetlerin yerine geçmektedir.
(a) durumunda; elde edilen yararlar, dilenme gelirlerindeki haklar, mal olarak yapılan ödemeler, para biçiminde yapılan vergi ödemeleri ya da harç gelirlerinden oluşur. Bunların tümü, başlangıçta bağışlar ya da ganimet niteliğindeki gelirlerin, rasyonel mali örgütlenmesinin sonucu olabilir. Düzenlenmiş dilenciliğin örneği, Budizm’de görülebilir. Mal olarak ödemelerin örneği, Çin ve Japonya’daki “pirinç kirası”dır. Para biçiminde vergileme tüm rasyonel fetih devletlerinde yaygın olmuştur. Sonuncu durum ise, özellikle rahipler ve yargıçlarla ilgili olarak her yerde, Hindistan’da hatta askeri otorite için bile söz konusu olmuştur.
(b) durumu; karizmatik görevin bir makama dönüşmesi, daha çok patrimonyal ya da bürokratik nitelik taşıyabilir. Birinci durum çok daha yaygındır; ikincisi ise asıl olarak eski çağ Akdeniz toplumlarında ve çağımızın Batı dünyasında görülmüştür. Başka yerlerde ise istisnadır.
(c) durumunda; tımar olarak yalnız toprak tahsis edilebilir, makamın kendisi ise başlangıçtaki karizmatik niteliğini korur. Öte yandan güç ve otorite tümüyle bir tımar olarak tahsis edilebilir. Bu iki durumu birbirinden ayırmak zordur. Ancak makamın karizmatik niteliğine yönelik olma halinin tamamen ortadan kalkması çok nadirdir, Ortaçağ’da bile görülmemiştir.
2.4.4. Karizmanın Sıradanlaşması ve Sonuçları
Karizmatik gücün sürekli ve standart bir yapıya kavuşması için ekonomi karşıtı özelliğinin değiştirilmesi gerekir. Topluluğun ihtiyaçlarını karşılayabilmek üzere belli bir mali örgütlenme biçimine, dolayısıyla da vergi ve benzeri katkıları elde etmek için gereken ekonomik şartlara uyarlanması gereklidir. Bir karizmatik hareket, arpalık sağlama yönünde geliştiğinde, din adamları (clergy) ile halk birbirinden ayrışır. Karizmatik idari yönetimin üyeleri sıradanlaşır. Bunlar gelişmekte olan “kilise”nin rahipleridir. Bunun gibi, gelişen bir siyasal yapıdaki vassallar/kullar, arpalık sahipleri ya da memurlar, “vergi ödeyenlerden” ayrı tutulurlar. Birinci gruptakiler, liderin “izleyicileri” olmak yerine devlet memurlarına ya da atanmış parti memurlarına dönüşürler. Bu süreç Budizm ve Hinduizm’de çok belirgindir. Aynı şey, fetihten doğup sürekli bir yapı oluşturmak üzere rasyonelleşen bütün devletler için geçerlidir: Başlangıçta saf karizmatik nitelikteki partiler ve diğer hareketler için de aynı şey doğrudur. Sıradanlaşma süreciyle, karizmatik grup her gün karşılaşılan güç biçimlerinden birine, özellikle de patrimonyal tipin a.demi merkezi ya da bürokratik türüne dönüşme eğilimi gösterir. Başlangıçtaki özel işleri, patrimonyal yolla ya da bir makamı elde tutmakla edinilen sosyal statünün karizmatik saygınlık ölçülerinde devamlılık eğilimindedir. Bu, yöneticinin kendisi ve idari memurları da dahil olmak üzere, tahsis sürecine katılanların tümü için geçerlidir. Görüldüğü gibi bu, egemen grupların yararlandığı bir prestij türüyle ilgilidir. “Kutsal bir hak” olarak kalıtım yoluyla tahta geçen kral, sadece basit bir yönetici, bir ata ya da şeyh değildir; bir kul/vassal, basit bir saray hizmetçisi ya da memuru değildir. Konunun detayları, sosyal tabakalaşma analiziyle ele alınmalıdır.
Kural olarak sıradanlaşma süreci çalışmasız olamaz. Ak aşamalarda, liderin şahsi karizmatik güç iddiaları kolayca unutulmaz; bu yüzden birçok tarihsel durumda bu tipik süreç makamın ya da patrimonyal konumun karizması ile şahsi karizma arasındaki çatışma şeklinde ortaya çıkar.
1. Günahları bağışlama gücü başka bir ifadeyle ölümcül günahları bağışlama gücü başlangıçta, yalnızca adanmışlar ya da sofularda şahsi bir karizma olarak mevcutken, daha sonra papazlık ya da piskoposluk görevinin gücüne dönüşmüştür. Bu süreç doğuda batıya oranla çok daha yavaş olmuştur; çünkü Batı Roma’nın makam kavramından etkilenmiştir. Karizmatik liderin öncülüğünde patrimonyal karizmatik güçlere ya da makam sahibi güçlere yönelik devrimler, devletten sendikaya kadar her çeşit örgütlü grupta görülebiliri Paraya dayalı bir ekonomide farklı ekonomik birimler arasındaki karşılıklı bağımlılık ne ölçüde gelişmişse, karizmatik hareketin izleyicilerinin günlük ihtiyaçlarının baskısı da o kadar fazla olur. Bunun etkisi, her yerde uygulamaya yönelik olan sıradanlaşma eğiliminin artması ve kural olarak hızla yaygınlaşması olmuştur. Karizma, peygamberlerin önderliğindeki dini hareketlerin ya da geniş çaplı siyasi hareketlerin başlangıç aşamalarında tipik bir olgudur. Ama güç konumu sağlanır sağlanmaz, ve daha da önemlisi geniş insan kitleleri üzerinde kontrol kurulur kurulmaz, günlük hayatın sıradan güçleri devreye girer.
2. Karizmanın sıradanlaşması durumlarının tamamındaki belirleyici faktörlerden biri, doğal olarak güvenlik arayışıdır. Bunun anlamı, bir yandan mevkiler ve sosyal saygınlığın, diğer yandan da liderin taraftarlarının ve sempatizanlarının ekonomik çıkarlarının yasallaştırılmasıdır. Ancak, bir diğer önemli faktör de, düzeni ve idari memurların örgütlenişini, yönetimin günlük ihtiyaç ve şartlarına uydurması gereğidir. Özellikle bu bağlamda, hem normal 18 Sonuncusu özellikle bugünlerde (1920) ciddi boyutlardadır.
İdari memurların, hem de bunların emrindekilerin ihtiyacı olduğu için idari uygulama ve yargı geleneklerinin yerleşip pekişmesi ihtimali vardır. Bunun yanında, idari memurların örgütlenmesine de belli bir düzen getirilmesi gereklidir. Son olarak, aşağıda detaylı olarak tartışılacağı üzere, idari memurların ve tüm idari faaliyetlerin gündelik ekonomik şartlara uyarlanması gerekliliği vardır. Süreklilik kazanıp sıradanlaşmış bir idarenin giderlerini, saf biçimiyle askeri ve dini karizmatik durumlara özgü “ganimet”, bağış, katkı ve misafirperverlik yoluyla karşılamak mümkün değildir.
3. Dolayısıyla sıradanlaşma süreci sadece güç konumuna kimin geçeceği konusuyla sınırlı kalan, bu sorunun çözülmesiyle sona eren bir süreç değildir. Aksine, en temel sorun, karizmatik bir idari memurluk sisteminden ve buna bağlı idare ilkelerinden, günlük koşullara uyarlanabilen bir yapıya geçebilmektir. Yine de, güç konumuna kimin oturacağı sorusu hayati derecede önemlidir, çünkü yapının karizmatik odağının sıradanlaşması bu şekilde gerçekleşir. Burada liderin de, meşruluk iddiasının da niteliği değişime uğrar. Bu süreç, ancak bu bağlamda anlaşılabilecek geleneksel ya da meşru sistem ve idari örgütlenme biçimlerine geçiş için söz konusu olmayan bir takım anlayışları içerir. Güç konumuna kimin geleceği problemine getirilen çözümlerin en önemlisi, halefin karizmatik yolla belirlenmesi ve patrimonyal karizmatik yoldur.
4. Daha önce de belirtildiği gibi, karizmatik liderin kendi halefini belirleme yönteminin en önemli tarihi örneği Roma’dır. “Rex” için, bu hak gelenekten kaynaklanır; “diktatör”ün, imparator yardımcısının (coemperor) ve imparatorun halefinin belirlenmesi bakımından bu düzenleme eskiden beri mevcut bir uygulamadır. Yüksek idari memurların “Imperium”la donatılış biçimi, onların aynı zamanda askeri komutanca halef olarak belirlendiklerini, bunun da yurttaş ordusunca kabul edilmesi şartına bağlı olduğunu açıkça göstermektedir. Adayların büro görevindeki yüksek idari bürokrat tarafından incelenmesi ve başlangıçta çok net keyfi sebeplerle elenmesi, gelişimin gerçek niteliğinin ne olduğunu açıkça göstermektedir.
5. Halefin, liderin karizmatik takipçileri tarafından belirlenmesiyle ilgili en önemli örnekler; piskoposların ve özellikle Papa’nın din adamları grubunca seçilip, halk tarafından kabulü tarzındaki seçimleridir. U. Stutz’un araştırmaları, Alman İmparatoru’nun seçiminin, daha sonra değişmekle birlikte, piskoposlarınkine benzer bir tarzda modellenmesi ihtimalini göstermektedir. İmparator belli niteliklere sahip bir grup prens tarafından seçiliyor ve “halk” yani silahı olanlar tarafından tanınıyordu. Benzer düzenlemeler her yerde çok yaygındı.
6. Patrimonyal karizmanın gelişiminde klasik örnek, Hindistan kast sistemidir. Tüm mesleki nitelikler, özellikle de güç ve otorite mevkilerine ilişkin nitelikler, karizmatik özelliğin miras kaldığı inancına sıkıca bağlıdır. İdari gücü de içeren tımar sahipliği sadece kralın sülale üyeleri ile sınırlıydı ve tımarlar grubun en yaşlısı tarafından bağışlanırdı. Her türlü dini mevkiler, olağanüstü önemli ve etkili guru konumu, directeur de lame da dahil, saltanat yoluyla geçen patrimonyal karizmatik niteliklere bağlı sayılırdı. Tüm mevkilerin tahsisi, köylerdeki rahiplik, berberlik, çamaşırcılık, bekçilik vb. Bu şekilde gerçekleşiyordu. Bir mezhep ya da tarikat kurulması, Çin’de Taoculukta da geçerli olduğu üzere, daima patrimonyal bir hiyerarşinin ortaya çıkması demekti. Çin’deki patrimonyal memurluk düzeninin başlamasından önce Japonya’daki “feodal” devlette sosyal örgütlenme saf patrimonyal karizma üzerine kuruluydu.
Otorite mevkilerinin bu şekilde patrimonyal karizmatik hak sahibi olması, dünyanın her yerinde benzer biçimlerde gelişmiştir. Bireysel başarıya göre nitelendirmenin yerini içine doğulan gruba göre nitelendirme almıştır. Patrimonyal soylu gruplarının gelişmesinin temelleri her yerde mevcuttur: Roma soyluluk sisteminde, Tacitus’un Almanlar için tanımladığı stirps regia kavramında, Ortaçağ sonlarında turnuvalar ve manastırlara giriş kurallarında da, hatta Amerika’nın yeni yetme soyluları adına yapılan soy kütüğü araştırmalarında bile durum budur. Gerçekten de patrimonyal sosyal sınıf farklılaşmasının kurumlaştığı her yerde bunu görmekteyiz.
Aşağıdaki durum iktisadı şartlarla temel ilişkiyi gösterir: Karizmanın sıradanlaşması süreci, günlük hayatta sürekli aktif güçlerden biri olduğu için, birçok bakımdan çok önemli olan iktisadi hayat şartlarına uyum ile aynı niteliktedir. Bu bağlamdaki iktisadi şartlar sıradan bir bağımlı değişken olmayıp, yönlendirici bir etkide bulunur. Patrimonyal karizmaya ya da görev yeri karizmasına geçiş, bu bağlamda çok geniş ölçüde ekonomik mallar üzerinde var olan ya da yeni elde edilen güçleri meşrulaştırma işlevini görür. Soyluluk ideolojisi yanında, önemi hiç de küçümsenemeyecek bağlılık fikir yapısı yardımıyla, tahta geliş kuralının kutsallığına olan objektif kabulün kalkması durumunda, her türlü patrimonyal mülkün ve meşru olarak edinilen her şeyin tehlikeye düşeceği kaygısından çok derin biçimde etkilenmiştir. Bu nedenle mülk sahibi sınıfların, patrimonyal saltanatı, örneğin proletaryaya göre daha çok kabul edilir bulması hiç de rastlantı değildir.
Bunun ötesinde, ekonomik düzene, farklı uyum biçimleriyle ilişkisi konusunda hem önemli hem de geçerli olabilecek genel nitelikte bir şey söylemek mümkün değildir. Bu konunun ayrıca incelenmesi gerekir. Arpalık düzeni, feodal düzen ve her tür faydanın patrimonyal karizmatik yoldan sağlandığı düzen, her zaman, patrimonyal ya da bürokratik bir kökenden kaynaklanıp gelişmiş olduğu gibi karizmatik kökenden evrimleşme durumunda da tek tipleştirici etkisini gösterir ve böylece ekonomiyi de etkiler. Diğer bağlamlarda olduğu gibi ekonomik bağlamda da karizmanın hemen görülen etkisi, genellikle devrimci, aslında çoğu kez yıkıcıdır; çünkü yeni yönelim biçimleri anlamına gelir. Ama sıradanlaşma süreci, gelenekselliğe yol açar ve nihai etkisi tam tersi de olabilir.
[1] Savaşlardaki kahraman; Kurt ya da ayıya dönüşen efsanevî Viking savaşçısı
[2] 1919 yılında Bavyera Komünist Hareketi’nin lideri
[3] Gottesgnadentum (Gift of Grace)
[4] Otorite boşluğu döneminde yönetimi geçici olarak devralan kişi