Din, Ticaret Ve İnsanın Nevrotik Yapısı

Hüsen Portakal


Bir mantığa göre, bilimsel gelişmelerle birlikte, dinlerin de ortadan kalkması gerekirdi, ama dinler hala yaşıyor. Bu konuya bir kez daha kısaca değinmek istiyoruz.

Gerçekten de modern dünyada din güncel yaşamdan silinmiştir. Batı'da papazlar bile artık din adamlarına benzemiyorlar. Laik insanlar gibi yaşıyorlar. İnsan haklarına karşı çıkmıyorlar. Ortaçağ kurumlarını savunmuyorlar. Örneğin tanıdığım papazlardan birisi, Hegel üzerine çalışıyordu. Hiç de dar kafalı birisi değildi. İnsan onunla rahatça tartışabiliyordu. Bir başka papaz, mucizelere inanıyordu, biraz eski düşlere sığınıyordu, ama göçmenlerle ya da petrol sorunuyla ilgili dosya tutuyordu. Adam dinden değil, toplumsal sorunlardan söz ediyordu. Bunların parayla ya da ticaretle de ilişkileri yoktu.

Bununla birlikte, Batı'nın emperyalist çağı, dini geri ülkelere yaymaya başladı. Örneğin 1900 yılında Avrupa nüfusunun % 56,5'i, Afrika nüfusunun % 1'i Hıristiyan iken, 1965 yılında bu oran Avrupa'da % 38 ve Afrika'da % 7,5 oluyor.

Modern dünya giderek dine daha az ilgi gösteriyor ve gereksinim duyuyor. Mantıksal düşünüşün bunda elbette payı çok, ama daha önce de söylediğimiz gibi, mantıksal düşünüşün ve bilimsel gelişmelerin bir anlamı da, insanda bilincin, bilinçdışına göre bağımsızlık kazanması; bilincin, bilinçdışını denetim altına almasıdır.

Oysa dinsel inancın ağır bastığı bir psikolojik yapıda bunun tersini görüyoruz. Din insanın bilinçdışını besliyor; bilinçdışı, bilinci denetimi altına alıyor. Bu nedenle bilimsel gelişme, ister istemez dinsel inanç alanını daraltacaktır.

Bilimin dinsel duyguyu zayıflatmasına karşılık, ticaret yaşamı dinsel duyguyu besler.

Dinsel inanca göre, insanın Tanrı'ya tapınması, Tanrı'ya bir saygıdır, ama Tanrı’nın böyle bir tapınmaya gereksinimi yoktur. Buna karşılık insanların doğru yoldan ayrılmamaları için, günlük dinsel ayinleri yerine getirmeleri gerekir. Bu tapınma ayinlerinde "tövbe" ve "yakarma" önemli bir yer tutar. Özellikle sofuluk derecesindeki dindarlar, tövbe etmeden duramazlar; bu tövbe etme koşullanması, yaşlılıkla birlikte artar.

Bize sorarsanız, insanlar ticaret ya da diğer ilişkilerinde günah duygusuna kapılmasalardı, böyle tövbe etme gereğini duymazlardı. Diğer bir deyişle, insanların tapınma gereği, onların suçluluk duygusundan kaynaklanır. Bir yandan yaptıkları işlerin dürüstlüğüne inanmazlar ve günah duygusuna kapılırlar, öte yandan bu günahtan arınmak için durmadan tövbe ederler, yakarırlar.

Sürekli günah duygusu ve bundan kurtulma çabası, tipik bir saplantı nevrozudur. Burada tapınma, bir çeşit "kirlerinden arınma" yerine geçer.

Üçüncü Dünya ülkelerinde ticaretin kirli bir işe dönüşmesiyle, dine dönüş arasında bir bağlantı vardır.

Ticaret bir "haram kazanç yolu" olmaktan çıkarsa, din de önemini yitirecektir.

Bu nedenle laiklik, aynı zamanda modern hukukun işlemesi, emeğe saygı gösterilmesi ve bireylerde toplumsal bilincin geliştirilmesi biçiminde de anlaşılmalıdır.

İster Budist tapınağında olsun, ister kilisede ya da camide, tapınmanın ve bir Tanrı'ya yakarmanın insanlara belli bir rahatlık verdiğini biliyoruz. İnsanlar bu rahatlamaya bir kurban keserek, bir hayır işi yaparak ya da kutsal saydıkları bir yeri ziyaret ederek de varabilirler.

İnsanlar bunu yaparken, kendi psikolojileri içinde karmaşık bir isteğe yanıt verdiklerini bilmezler. Örneğin insan, kendi Üstben'inin koyduğu yasaklara karşı gelmiştir. Dış dünyanın ayartıcılığı bir türlü bitmez tükenmez. Ya da cinsel tepiler insanı rahat bırakmaz ve özellikle yasak arzuları doyurmak isterler. Bireyin kavrayamadığı ve kendi başına önleyemediği tutkulara karşı kendi içinde bir savunma düzeneği geliştirir ve bu savunma düzeneğini, toplumsal yasakları temsil eden Üstben'e yerleştirir. Böylece Üstben insanı bilinçdışı bir düzenekle denetim altına alır. Böylece insan kendi isteklerini Ben’in isteklerini Üstben'in koyduğu yasaklarla sınırlar. Ben'le Üstben arasındaki çatışmadan bunalan insan ya doğal isteklerini yerine getirecek ya da tapınma yoluyla rahatlayacaktır. Örneğin Budizm ya da Hıristiyanlık gibi dinler, içtepileri etkisiz kılmaya yöneliktir. Müslümanlık, bu tepilerin yalnız erkekler için doyurulmasına izin verir. Müslümanlığın ayrıca bir ticaret ve fetih dini olması saldırganlık tepilerinin doyurulmasına geniş ölçüde yer vermiştir.

Bununla birlikte, ister totem çağında olsun, ister İbrani dinlerinde, çocuğu babaya bağlayan bağlarla, yetişkin bireyi dine, Tanrı'ya bağlayan bağlar arasındaki benzerlik, bütün dinler için geçerlidir.

Yine tüm toplumsal yasaklar, kültürler nasıl cinsel kurallar ve yasaklar getiriyorsa, dinler de cinsel yasaklar konusunda çok duyarlıdırlar. Örneğin İslamiyet’te Tanrı'ya karşı işlenmiş suçlar ve değişmez beş cezadan ikisi zina ile ilgilidir. İslamiyet’in kurucularının haremlerini kadınlarla nasıl doldurdukları göz önüne alınırsa, bu cezaların katılığı ve nedenleri de anlaşılır. Nedense uygulamada kadın erkek ayrımı yapılmış ve hala yapılıyor; kadın yaparsa zina, erkek yaparsa başarıdır. Bu çift ahlak anlayışı günümüzde hala geçerlidir ve ortadan kaldırılması, ancak yeni uygarlık anlayışının yerleştirilmesiyle olası görülmektedir. Alkollü içki içme de yine İslamiyet’te Tanrı'ya karşı işlenmiş suçlardan sayılıyor. Savaşçı ve dinamik bir dinin içkiyi yasaklaması anlaşılır bir şeydir. Ama bir haremi dolduran kadınların içki içme hakkı olduğunu ve bunun uygulamasını gözlerinizin önüne getiriniz bir kez. Nedense hak dinlerinden birisinde içki serbest, ötekisinde yasak; Budizm göksel bir din olmadığı halde içki yine yasak.

Zina suçuna recim cezası verilirken, adam öldürme İslamiyet’in başlıca suçları arasında sayılmıyor.

Bir erkek evlilik ve cariyelik yoluyla istediği kadar kadınla ilişki kurabiliyor, boşanma ve yeniden evlenme yoluyla istediği kadar kızı hareminden geçiriyor. Bütün bunlara cevaz var, ama bir kadın bir başka erkeğe gönül vermeye ve bir kerecik olsun onunla birlikte olmak istemeye görsün taşlanarak öldürülüyor.

Belki de İslamiyet, kadınları kötülüklerden korumak için böyle cezalar koymuş ve kötülük işleme hakkını yalnız erkeklere tanımış olabilir. İslamiyet’in kadınlara verdiği değerin altında böyle bir anlayış yatıyor olmalı.

İslamiyet’teki kadın erkek ilişkisi ve harem yaşamı, cennet düşüne de olduğu gibi yansımıştır. Sözün kısası eğer yeterince zenginseniz, cennet düşünüzü daha bu dünyadayken gerçekleştirebilirsiniz ve hareminize bir küme kadını doldurabilirsiniz. Laiklikle şeriat arasındaki çatışmanın nedenleri biraz da burada aranmalıdır. Ve öyle görünüyor ki, uygar dünya kadınların kendi haklarına sahip çıkmasından geçecektir.

Uygar dünyanın kurulması, yalnız kültürel bir dilek değildir. Her şeyden önce bu uygarlığın maddi temellerinin kurulması gerekir.

Dinle uygar dünya arasındaki çatışma, bize göre evrensel bir çatışmadır. Bu çatışmanın kimden yana olduğu şimdiden bellidir.

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült  
Felsefe