Diktacı Tutum Ve Felsefe

Selahattin Ertürk


Diktacı tutum taraftarlarından bazıları felsefeden medet umma yoluna sapabilirler. Şu halde, bir de felsefenin neliğine ve diktacıya dayanak olabilme yönünden durumuna bakalım.

FELSEFENİN NELİĞİ VE NASILLIĞI

Bunca büyük filozofun 25 yüzyıldır emek çekmiş olmasına karşın, belki de o yüzden felsefenin ne olduğu ya da ne olması gerektiği üzerindeki sorulara, herkesi tatmin edebilecek yanıtlar oluşturmak, hemen hemen olanaksız görünüyor. Günümüze değin, felsefe sözcüğü ile çeşitli faaliyetlerin kapsanagelmiş bulunması, günümüzde de bu sözcüğe değişik görüşteki filozoflarca değişik anlamlar yüklenmekte olması, sözünü ettiğimiz olanaksızlığa yaklaşan durumu belki de, olanaksızlığı ortaya çıkarmaktadır. Bununla birlikte, burada biz, ele aldığımız konu ile ilişkili olarak, soruna olabildiğince akıl yatırıcı bir çözüm getirme çabasını göstermekten geri duramayacağız.

Çeşitli Anlayışlar

Felsefe tarihine ve felsefenin bugünkü durumuna bakınca, az önce işaret edildiği üzere, görülüyor ki, felsefenin ne olduğu ya da ne olması gerektiği hususunda eğer her filozof Değli‘ ise Bronstein'in belirttiği gibi, mutlaka her felsefi okul değişik bir anlayış içindedir. [ii] Bunların büyük bir çoğunluğu, dört ana gruptan birine sokulabilir: (1) Eflatun-Aristo geleneğine bağlı olanlar, (2) Thomistler, (3) Pragmatisler, (4) Pozitivistler. Bu grupların dışında kalan Bergson ve Santayana gibi filozoflar da vardır. Eflatun-Aristo geleneğinde felsefe, mutlak hakikat ve değerleri bulup sistemleştirerek zihni merakı giderme çabasında, soyut, kuramsal ve kendi başına buyruk (autonomous) bir bilim gibi anlaşılmıştır. Diğer gruplardaki filozoflar böyle anlaşılan felsefeye karşı çıkıyorlar. Ona karşı itiraz seslerini yükseltirken pragmatistler, özellikle «soyut ve kuramsal bilimlik» özeliğini; Thomistler, «kendi başına buyrukluk» özeliğini; pozitivistler de «özel bir konu alanında felsefi hakikatlerle sistem kuruculuk» özeliğini hedef tutmuşlardır.[iii] Bergson, yöntem bakımından ayrılmış; Santayana ise felsefeyi «bir kimsenin din, bilim ve sanatın mutluluğa ulaşma bakımından değeri üzerine düşüncelerinin ve dünyaya tepkisinin kişisel ifadesi» gibi anlamıştır.

Tanım Güçlüğü Karşısında

Yukarıdaki açıklama, kuşku yok ki, felsefe hakkındaki anlayışların tümünü kapsama iddiasında değildir. Bununla birlikte, anlayışların ne kadar çeşitli ve çok sayıda olduğunu göstermekte, bizim buradaki maksadımız bakımından yeterlidir. Bu durum karşısında, görülüyor ki, yapılacak her tanım, bir yandan belli bir felsefi yönlentiye uygun düşme, öte yandan da başka yönlentide olanların itiraza uğrama durumundadır.

Bu güç durumdan nasıl sıyrılabiliriz? İlk akla gelen yol, kendi tanımını ortaya koyup, ona uymayanları yanlış veya geçersiz sayma yolu olabilir. Dogmatizme düşmeden böyle bir yolun tutulamayacağı açıktır. Bununla beraber dogmatizmden sakınma gereği, bu yolu geçersizleştirir; ancak bu engel değildir. Böyle bir engel bulunmasaydı bile bu yol sözünü ettiğimiz güç durumdan çıkış yolu olmazdı. Çünkü, böyle bir yola sapılınca karşılaşılacak çeşitli iddialardan hangisinin geçerli olduğunu karara bağlama sorunu ortaya çıkacak; bu sorunun çözümüne dönük faaliyetler için de felsefenin veremeyeceği bir dış ölçüte gerek duyulacaktır. Sorunun çözülüp çözülemeyeceği hususu bir yana, böyle bir ölçütü arayış, bizi, diğer bölümlerde de alınan konulara götürerek, bu bölümdeki konumuzun çerçevesinin dışına çıkarır.

Hatıra gelen ikinci bir yol, açığa vurulmuş herhangi bir tanımlamadan kaçınma yolu olabilir.[iv] Fakat, bu yolu tutanlar da, felsefe adına yaptıkları ve söyledikleri ile, eninde sonunda, belli bir felsefi yönlentiyi açığa vurmak zorundadırlar.[v] Bundan dolayı, bu yol bize birinci yolu ya daha az bilinçli, ya da gizli kapaklı bir biçimi gibi görünüyor. Üstelik açığa vurukluktan kaçınınca, bir yandan gizli çelişki ya da tutarsızlık tuzakları ile karşılaşma, öte yandan ise, iletişim olanaklarını daraltma, hatta belki de ortadan kaldırma durumlarına düşmek kaçınılmazlaşabilir.

Üçüncü bir yol olarak, bütün filozofların faaliyetlerindeki ortaklaşa yanları saptama yolu düşünülebilir. Böyle bir yola gidilince, felsefe adına elimizde kalan, soruşturma, didikleme ve eleştirmeden ibaret olacaktır ki bu faaliyetlerin, kendi başlarına alınınca, uygulama programı ya da toplumsal hareket dayanağı olamayacağı meydandadır. Hatta diyebiliriz ki böyle anlaşılan felsefeden diktacı tutuma dayanak değil, darbe gelmesi beklenir.

Çıkar Yol: Sorulardan Felsefeye

İsteseydik düşünme akışını burada durdurur; daha ne olduğu üzerinde anlaşmaya varılamayan bir disiplin olduğu için felsefenin, diktacı tutuma dayanak olamayacağını söyleyebilirdik. Fakat, biz, diktacının tutunmak istediği dalı, daha eline gelmeden çekip almış olmamak için, düşünme akışını sürdürüyor ve dördüncü bir yola giriyoruz. Yukarıda sözünü ettiğimiz güçlüğe kadar felsefe adı altında sürdürülegelmiş olan faaliyeti irin ürünleriyle birlikte, olabildiği kadar çoğunu kaplayan bir alanın çerçevesini veren bir tanımı ortaya koymaya çalışmak olacaktır.[vi]

Sözünü ettiğimiz faaliyetler hakkında açıklığa varmak için filozofların ne gibi sorulara eğilegeldiklerine bakmak isabetli bir yoldur. Filozofların güreşegeldikleri sorular arasında sık sık dikkati çekenlerden bazıları şunlardır: (i) Evren nedir, neden yapılıdır, maksatlı mıdır ve nasıl işler? İnsan ve evrendeki yeri nedir. Gerçeğin aslı nasıldır? Var olmak ne demektir? (2) Bilgi nedir? Neyi, nasıl ve ne derece bilebiliriz. Hakikat nedir? Hakikatin kaynakları ve ölçütleri nelerdir? (3) İyi yaşam nedir? Değer nedir? Değerler kişisel olmayıp, nesnel ve sabit midir? Yoksa tersi mi, yani kişisel, öznel ve değişken mi? (4) Doğru düşünmenin[vii] esasları nelerdir.

Kuşku yok ki, saydığımız soruların her birini, her filozof ille de ele almış, ya da almakta (hatta alacak) değildir. Bir de her filozofun ele aldığı bir soruya oluşturduğu yanıt, onu ele alan diğer filozoflarınki ile kıyaslanınca, çoğu zaman farklı olmuştur. Fakat bu sorulardan her birini ve benzerlerini şimdiye değin ele alanlar olmuş; oluşturduğu yanıt ne olursa olsun, böyle kimselere de filozof denmiştir. Bir filozofu kendisinden farklı faaliyetlerde bulunan diğer filozofları filozofluktan çıkarmaya hakkı olmadığı gerekçesiyle hareket ederek, yukarıda belirttiğimiz sorulara (ve benzerlerine) yanıt arama faaliyetlerinin tümünü kaplayacak nitelikte bir tanım biçimlendirmeye girişebiliriz.

Felsefe ve Bazı Özelikleri

Buraya kadarki açıklamaların ışığında diyeceğiz ki felsefe hem süreç hem ürün olarak anlaşılmalıdır.

Süreç olarak felsefe, bir yandan, derleyebildiği bütün bilgiyi yorumlayarak ve yeniden örgütleyerek, yöneldiği gerçeği veya görüngüsünü bütünlüğü içinde kavrama girişimi; bir yandan da bilgi, yöntem ve değerlerin kaynaklarını, neliklerini ve önemlerini inceleme çabası olarak anlaşılabilir.[viii] Kavrama ve inceleme çabalarının sürekli ve eleştirmeli bir biçimde gözden geçirilmesi de gene süreç olarak felsefenin kapsamı içindedir.

Ürün olarak felsefe ise, süreç olarak felsefenin biçimlendirebildiği ve kişinin bir karar dayanağı gibi kullandığı dinamik bir değerler, «genel inançlar, ilkeler ve tutumlar takımı»[ix] gibi anlaşılabilir. Bir türlü tamamlanma ve duraklaşma bilmeyen bu takım, kişinin dünya görüşünün esasıdır. Felsefenin «yeni olgular keşfetme peşinde olmadığı» ve «belli» bir «felsefi hakikatler takımı bulunmadığı»[x] hatırda tutulursa, felsefi sürecin biçimlendirdiği felsefi üründeki içeriğin, kültürün diğer alanlarından ayıklanıp alınmış malzemeye dayaklığı anlaşılır. Bu ürün, felsefi sürecin daha sonraki analizci ve eleştirici el atmalarına açık kalır.

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılıyor ki ürün olarak felsefenin içeriği, bir yandan, besleyici kaynaklardaki değişmeler, bir yandan da süreç olarak felsefenin analizci ve eleştirici el atmaları ile sürekli bir yenileşme süreci içindedir. Böylece felsefi süreç, insan yaşantısının tümüne dönük, fakat kişinin güçleri ve olanakları ile sınırlı olduğu ve bütün bunlar da değişim içinde bulunduğu için, ürün olarak felsefe, sürekli bir oluşum ve gelişim içinde değişikliğe uğrayıp durma zorundadır. Bu yüzden de felsefenin dayanıklı yanı, Russel'in de belirttiği gibi, yanıtlarında değil, somlarındadır.[xi]

Felsefenin Ölçütleri

Somların yanı sıra belki, felsefenin yöntemi ile ölçütlerinde de bazı ortak yanlar bulunup bulunmadığına bakmak yararlı olabilir. Felsefenin yöntemi üzerindeki görüşleri daha sonraya bırakarak, şimdi ölçütler üzerinde kısaca bir duralım.[xii]

Herkesin, ister istemez, geçire geldiği yaşantılar gereğince, kendine göre bir felsefesi olacağı düşünüşü ileri sürülünce, bazıları bunu, her felsefenin başka herhangi bir felsefe kadar yeterli olacağı anlamına gelecek biçimde yorumlamaya yönelebiliyor. Oysa, iyi felsefeyi kötü felsefeden ayıran ölçütler vardır. Gerçeğe uygunluk, tutarlılık, kapsamlılık, orijinallik, bütünlük ve verimlilik diye sıralayabileceğimiz bu ölçütler, birbirleriyle bağımlı ve kenetli olarak işe koşulmaktadır. Böylece ölçütlerden birine uygunlukta yetersiz kalma, diğerlerine uygunluğun derecesini de etkileyecektir.

Sözünü ettiğimiz ölçütleri işevuruk anlamları ile işe koşuluş biçimlerinin, göreli olduğu doğrudur. Fakat bu görelilik, her felsefeyi, biçimlendirilebilen bir ölçütler takımına vurarak değerlendirme gereğini ve olanağını ortadan kaldırmaz. Bu ölçütlerin tümü için mutlak uygunluğun gerçekleştirilebilmesi, elbette, olanak sınırlarını aşar. Bu yüzden her felsefi süreç ve ürün bu ölçütlere uygunluk derecesine göre, iyikötü boyutu üzerinde bir sıra alma durumundadır. Bu dinamik sıralanış, elbette ki, kişinin güçlerindeki ve pratiklerindeki değişmelere duyarlıdır. Tıpkı felsefi süreçler ve ürünleri sahiplerinin güçlerine göre derecelendiği gibi; ölçütler ile onları esas tutarak yapılan değerledirmeler de, değerlendirmeyi yapan kimselerin güçlerine göre derecelenir; ve bu kaçınılmazdır. Şimdi bu ölçütleri kısaca açıklayalım:

Gerçeğe Uygunluk: Gerçeğe uygunluk derken, burada, gerçeğin nihai neliğine ulaşıldığını ya da ulaşılacağını sayıtlamakta değiliz. Gerçeğe dönük çaba ile neye ulaşılabiliyorsa ona uygunluktan söz ediyoruz.13 Gerçeğe dönük kavrama ve açıklama çabasında, insanoğlunun, en etkili yolları bilimle oluşturabildiğini hesaba katarak gerçeğe uygunluğu, biz, ilgili bilimlerin bulgularına ve vargılarına uygunluk anlamında kullanıyoruz. Başka yollarla bu uygunluğu sağlama iddiasındakilerin görüşlerini dayanaksız buluyoruz. Nitekim iddia sahiplerinin bu yolların ne olduğu üzerinde görüş birliğine varmak şöyle dursun, açıklığa varmaktan bile çok uzak göründüklerini biliyoruz  

13      Ulaşılan, mesela bazı filozoflara göre gerçeğin görüngüsü olaylar, bazılarına göre yaşantı, bazılarına göre de ktealar olabilir. Burada böyle bir konu üzerinde tartışma açmayı gereksiz buluyoruz.

14      Misal olarak özellikle, sezgidler, lenomonolojlstler, akılcılar gösterilebilir.

Bu açıklamadan anlaşılıyor ki, gerçeğe uygunluk ölçütü kendisi mutlak ve statik değil, göreli ve dinamik niteliktedir, öyle olunca da, böyle bir ölçüte göre yapılacak değerlendirme ürününün, başka nedenler yanında, bu nedenle de, göreli olması beklenir.

Tutarlılık: İyi bir felsefe, gerçeğe uygunluğun yanı sıra, kendi içinde tutarlı da olmalıdır. Bir felsefenin kendi içinde tutarlılığı deyince akla, felsefeyi oluşturan önermelerin çelişkilerden arınıklığı ile felsefi sürecin tercih edilen yönteme uygunluğu gelir.

Gerçekteki düşünüş, mantığın öngördüğü biçimde değil de psikososyal şartların da gerektirdiği biçimde meydana geldiğinden[xiii] düşünme ürününde ve hatta biçiminde çelişkiler ve tutarsızlıklar bulunması olasılıdır; beklentiye uygundur. Bundan dolayı, hem ortaya çıkan ürünün, hem de düşünme sürecinin, sonradan, mantık ilkeleri gereğince gözden geçirilmesi gerekir. Kuşkusuz ki bütün bu gözden geçirmelere karşın, belli bir felsefi süreçte ve üründe mutlak tutarlılığın sağlandığını iddia etme durumuna düşmekten daima sakınmak gerekir.

Kapsamlılık: Az önce belirtilenlere dönerek, diyebiliriz ki, gerçeğe uygunluk ve tutarlılık ölçütleri kendi başlarına alınınca, yetersiz kalmaktan kurtulamaz. Kapsamlılık ölçütü ise her iki ölçütün de bir bakıma tamamlayıcısıdır.

önce, gerçeğe dönük çabanın yöneldiği kesime ulaşma derecesi gerçeğe dönüklüğün sadece bir boyutu ile ilgidir. Buna dikey boyut diyebiliriz. Gerçeğe dönüklüğün yatay boyut diyebileceğimiz ikinci boyutu ise, gerçek alanının ne kadarının kaplandığı ile ilgilidir. Böylece bu iki boyut birbirini destekliyorsa, bir felsefe, gerçeğe dönüklük bakımından daha yeterli sayılabilir.

Kapsamlılık ölçütü, tutarlılık ölçütünün de tamamlayıcısı olarak düşünülebilir: Tutarlılık ölçütünün sağlamlığı, aralarında tutarlılık olup olmadığına bakılan önermelerin kapladığı gerçek alanı genişledikçe, artar.

Gerçek alanının tümünü kaplamak, artık yüzyılımızdaki gelişmeler yüzünden olanak sınırlarını çoktan aşmış olduğundan, kapsamlı olma çabasının, ucu açık bir çaba kalmaktan kurtulamayacağı söylenebilir. Böylece, kapsamlılık ölçütüne vurulunca felsefelerin derecelenmesi, en üst düzeydekinin bile gelişmeye açık bulunması beklenir.

Bütünlük: Yukarıda sözünü ettiğimiz üç ölçüte göre yeterli bulunmak bir felsefenin iyi sayılması için yetmez. Gerçeğe uygun, tutarlı ve kapsamlı olan bir felsefe, bunların yanı sıra, bir bütün oluşturacak biçimde örgütlenmiş de bulunmalıdır. Kuşkusuz, örgütlenmişlik, tek başına bütünlüğün yeter şartı değildir. Bu şart, daha önceki üç önşarta, yani gerçeğe uygunluk, tutarlılık ve kapsamlılığa, dayalı olmak zorundadır.

Orijinallik İyi felsefeliğin beşinci şartı, orijinalliktir. Bir felsefenin orijinal olması demek, tekrarcılık veya kopyacılığa sapmada, sorularını sınırlayıp örgütleyerek, onlara yanıtlar oluşturur nitelikte olması demektir. Kuşkusuz, orijinallik kendi başına, bir felsefenin yeterliliğini sağlamaz; bu şart, daha önce sözünü ettiğimiz şartlara dayalı olmak zorundadır.

Verimlilik: Bir felsefenin, yeterli olmak için, daha önce belirttiğimiz beş şartın yanısıra, bir de verimli olması gerekir. Verimli sayılabilmek için bir felsefenin implikasyonları bakımından açık seçik, uygulama yönünden fonksiyonel yeni felsefi gelişmelere ortama ve vesile oluşturucu ve bir de kendini düzeltici olması gerekir.

Felsefelerde ortaklaşma noktaları aranırken felsefelerinin yöntemini gözden geçirmek de hatıra gelebilir: Böyle bir işe girişince görüyoruz ki, filozoflar birbirinden farklı, yöntemler kullanmışlardır Bunlardan modern saydıklarını Brightman [xiv] şu yedi grupta toplamaktadır: (1) Aristo'nun sistemleştirdiği, özellikle ortaçağlarda çok yaygın bir biçimde kullanılan, daha sonra Descartes tarafından da kullanışta tutulan «akılcı (tümdengelimsel) yöntem,» (2) Roger Bacon ile Francis Bacon tarafından geliştirilip John Locke gibi filozoflarca kullanılan,daha sonraları iyice gelişmiş haliyle Pierce, James ve Devvey tarafından işe koşulan «deneyselci yöntem,» (3) Democtritos, Hume ve Nicolai Hartmann tarafından kullanılan «analizci yöntem» (4) Kant tarafından geliştirilip kullanılan «Kantçı (eleştirmeci ve aşkın) yöntem» (5) Eflatun'ca başlatılıp sonradan Kant'da ve özellikle Hegel'de özel bir anlam kazanarak biçimlenen «diyalektik yöntem,» (6) Akılcılığa karşı çıkarı romantiklerce kullanılan «romantik yöntem» ve nihayet (7) Birghtman'ın kendisince, felsefenin karakteristik yöntemi sayılan ve adı Eflatun'ca konmuş bulunduğu ve Merz, Sorley ve Bosanquet tarafından kullanılmakta olduğu belirtilen «synoptic yöntem.»

Görülüyor ki, belli bir yöntemde anlaşma çabası da boşunadır. Son yöntemin, diğerlerinin yetersizliğini giderecek nitelikte, tüme dönük akılcı bir yöntem olduğu kullananlarca savunuluyor ise de, bu görüş bütün filozoflarca paylaşılmıyor.[xv] Öyleyse kılavuz ararken felsefeye dönüşün, bizi, yöntem tartışmaları yüzünden de, ister istemez, birlik yerine çeşitliliğe götüreceği anlaşılıyor.

FELSEFENİN DESTEK OLMAZLIĞI

Felsefenin neliği ve nasıllığı üzerinde gücümüzün yettiği açıklığa vardıktan sonra, şimdi de buraya kadarki incelemede açığa çıkmış olan ipuçlarını değerlendirerek, diktacıların muhtaç oldukları dayanağı neden felsefeden bulamayacaklarını belirtelim:

Felsefelerden Hangisi

Toplumsal uygulama programları sorulardan değil de yanıtlardan oluşacağı için, felsefe, dayanıklı yanı, yani soruları, ile bir uygulama programına kendi başına yeterli temel olabilmek veya verebilmekten uzaktır. Eleştiri ile yetinme halinde de felsefenin, kendi başına bir hareket dayanağı olması zaten düşünülemez. Bu yüzden uygulama programına dayanak ararken felsefeden yardım umunca, öncelikle, bir yanıtlar takımı olarak felsefeye başvuruyoruz demektir. O zaman, karşımıza geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, bir tek felsefe değil, çeşitli felsefelerin çıkması beklenir. Bir yandan çeşitli sayıltı takımlarının varlığı, öte yandan bireylerin düşünme güçlerinde ve haberdar olup kullanabildikleri malzemede farklılıkları bulunuşu yüzünden, bu değişik felsefelerle karşılaşma, kaçınılmaz bir durumdur. Nitekim, felsefe tarihi incelenince görülüyor ki her filozofun kurduğu sistem, kendine özgü ve diğerlerininkilere kıyasla değişik olmuştur. Bu durum karşısında öyleyse, diktacı, felsefeye dayandığını sanırken ister istemez, felsefeye değil, bir felsefeye, yani felsefelerden sadece birine, dayanmış olacak; böylece de iddiasını felsefe ile temellendirmekten yoksun kalacaktır.

Tek bir Felsefenin Tercih Edilmişliği Halinde

Belli bir toplumda, belli bir felsefenin tercih edilmiş olduğu kabul edilse, acaba soruya bir çözüm getirilmiş olur mu? Böyle bir soruyu olumluca yanıtlamak pek olanaklı görünmüyor, önce, anlayış, yorum ve işevuruklaştırma güçlerindeki farklar yüzünden felsefenin, değişik uygulama programlarına dönüştürülmesi olasılıdır. Sonra da tercih edilen felsefenin, eski bilgiler ışığında ve şartlar altında geçerli idiyse bile, bilgiler ve şartlar değiştikçe, geçersizleşmesinin kaçınılmazlığı meydandadır.[xvi] öyleyse, bu nedenler (ve benzerleri) dikkate alınırsa, diktacı tutumda olanların gereksindikleri otorite kaynağını felsefede bulamayacakları söylenebilir.

Lider Filozof Seçme Halinde

Değişen şartlar karşısında geçersizleşebileceği düşünüsü ile hareket ederek, tercih edilen bir felsefeye sarılmaktan vazgeçip, değişen şartların gereğince felsefe üretme yolu ile yeni yanıtlar oluşturan bir filozof seçmek ve onu izlemek hatıra gelebilir. Acaba böyle bir tutumla hareket etmek, karşılaşılan güçlüğü giderici bir tedbir olabilir mi? Karşılaşılmakta olan yeni problemlere çözüm ararken, felsefi süreci en etkilice işe koşarak, kapsamlılık, gerçeğe uygunluk, kendi içinde tutarlılık, bütünlük gibi ölçütlere vurulunca, en geçerli olduğu söylenebilecek yanıtlar takımını üretebilen bir lideri izleme çabası da, bize öyle geliyor ki, diktacı tutuma aradığı dayanağı verme bakımından, boşa gidecektir. Çünkü, bilindiği üzere, her insan filozof sıfatını taşımamakla birlikte, herkesin felsefe yapma zorundalığı ve kendince oluşturulmuş bir felsefesi vardır. Gerek süreç, gerek ürün olarak her felsefenin, sahibinin kalite ve seviyesini yansıtacağı da doğrudur.[xvii] Bu durum karşısında, ilk bakışta, en iyi ya da geçerli felsefe yapan kimsenin liderliğine bağlanmak akla yakın görünse bile, bu geçerli felsefi sürecin hangisi, onu en etkilice işe koşanın da kim olduğunu kararlaştırma girişimi,[xviii] insanları bir tek felsefi sürece ve dolayısıyla da bir tek lidere ya da liderler grubuna götürmüyor: ölçütlere vurarak bir felsefi süreci ve ürünü değerlendirme işi de sahibinin kalite ve seviyesini yansıtıcı bir felsefi süreç olduğundan, sözünü ettiğimiz bu sonuç, hiç de yadırganacak türden değildir.

Bir yandan Jaspers'in de belirttiği gibi, felsefe yapmanın, «herkese açık» bir faaliyet oluşu ve «herkesin felsefi hususlarda kendisini yargı gücüne sahip olduğuna inanması;» öte yandan, gene Jaspers'in belirttiği gibi felsefenin peşinde koştuğu «kesinlik»in, «bilimlerdeki gibi bir nesnel kesinlik[xix] olmayıp, insanın bütün varlığının katıldığı bir iç kesinlik»[xx] olması felsefeyi kişisel bir niteliğe bürümektedir.

Böylece görülüyor ki, diktacı tutumun beslenebileceği bir olasılı otorite kaynağı olarak felsefe, dikkatle bakılınca, yaklaşılınca, kaybolan bir serabı andırıyor. Ve otorite kaynağı olarak felsefede ısrar ediş, bizi, birey olarak insana götürüyor.

 

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült  
Felsefe