Doğu ve Batı kültürleri
Liang Şuming (1893-1988) XX. yüzyılın en önemli entelektüellerinden biridir.
Liang Şuming çok önemli yapıtı Doğu ve Batı kültürleri ve felsefelerinde Batı, Hint ve Çin uygarlıklarını incelerken bunlar arasındaki radikal farklılıkları, her birinin "temel eğilimi"ni göstermiştir. Avrupa düşünce ve tekniklerinin olağanüstü gelişmesini dikkate alarak öteki iki "yorun da direnmesi ve gecikmelerini telafi eden Çin ve Hindistan'ın da kendi değerleriyle yeniden buluşma biçimleri üstünde durmuştur.
Öte yandan, Doğu'da doğaya egemen olmaya yönelik bir rasyonalitenin fetihlerinin desteklenmesi gerektiğini kabul etmekle birlikte sahip olduğu güçle başı dönen çağdaş Batı'nın çevreyi nasıl yağmaladığını, toplumsal dokuyu nasıl tahrip ettiğini ve insanların sezgilerini ve duygularını nasıl yok ettiğini gösterir. Bütüncül bir yaşam felsefesi gerekliliği üstünde dururken Konfüçyüsçü "orta yol"un, Budist mutlak anlayışının insanlığın ortak temelini oluşturan maddi gelişme ve demokratik kurumlaşma gerekliliklerinden hareketle yeniden yorumlanmasını önerir.
Liang Şuming ekonomik, toplumsal ve gerçek anlamda entelektüel bu dengeli gelişme ideali adına Çin kırsal ortamında aktif bir mücadele yürütmüştür. Komünistlerle yol arkadaşlığı yapmış ama sınıf mücadelesini reddetmiş ve 1953'de Mao Zedong'u şiddetle eleştirirken onun Çin köylülerini proletarya devrimine kurban ettiğini söylemiştir.
[Çin kültürünün belirgin özellikleri]
Bu bağlamda Batı kültüründe ve Çin kültüründe en fazla öne çıkan şeylerden başlamak gerekir. Batı kültüründen farklı olarak Çin kültüründe:
1. Maddi refah için doğanın fethedilmesi diye bir şey görülmez;
2. Araştırmalar bilimsel kesinlikten yoksundur;
3. Toplumsal yaşamda demokrasi yoktur.
Bu üç karakteristik önemli bir gecikmenin işaretidir ve bunlar Çin kültürünün olumlu yanlarından çok olumsuz yanlarıdır. Bu durumda şu soruyu sormamız gerekir: Çin kültürü daha yavaş bir gelişmeyle Avrupa kültürünün izlediği yolu mu izler yoksa çok farklı bir yola mı bağlanmıştır ve buna göre olumlu yanlarını ve başarılarını başka yerde mi aramak gerekir? Çin'in daha hızlı gelişen ve arayı çok açan Batı'ya göre kesinlikle geri olduğunu düşünen çok insan vardır. Onlara göre Çinlilerin böyle bir gelişmeye duyarlı olmaları mümkün değildir ve yarı yolda kalacaklardır. Önce bunu düşündüm. Sözgelimi doğanın fethi meselesine bakalım. İnsanlık, gelişme süreci başlamadan önce çok az bilgiye sahipti ve dolayısıyla doğayı fethetmesi mümkün değildi. Ama geliştikçe fetih de ilerler ve fetih ilerledikçe de gelişme olur. Çinlilerin doğanın fethinde Avrupalıları yakalayamamalarının nedeni kendi kültürlerinin izlediği yolun sorun çıkarmasıdır bu bağlamda. Bilimsel yöntem bilgilerin gelişmesi sürecinde ortaya çıkmıştır. Bilgilerin yeterince gelişmesi sırasında bütünüyle metafizikten gelmiştir. Auguste Comte'un insanlığın gelişmesinin üç aşaması (din, metafizik, bilim) teorisi eleştirilse de en son ortaya çıkanın bilim olduğu tartışılmaz. Metafizik ve dinsel kalıplar içinde kalan Çin bilimin büyük bir atılım yaptığı Batı'ya göre geride kalmıştır. Bireye gelince gelişmek istiyorsa eğer her türlü otoriteden kurtulması gerekir. Burada da Avrupalılar ipi göğüslerken Çinliler geride kalmıştır. Katedilen bir yolda insanlığın kültürel gelişmesi bağlamında bir karşılaştırma yapalım: Batılılar 50 kilometre, Çinlilerse sadece 15 kilometre katetmişlerdir. Durumu açık seçik şekilde göstermiyor mu bu? Oysa gerçek böyle değildir. Bana göre Batı Çin'le ilişkiye girmeseydi, Çin kendi içinde kapalı kalsaydı, üç ya da beş yüzyıl, belki de bin yıl ne buharlı gemisi, ne treni, ne uçağı olurdu... Bilimden ya da demokrasiden hiç söz etmiyoruz. Bu demektir ki Çin Batı'yla aynı yolu izlememiştir. Sadece gelişme ritmi söz konusu olsaydı gecikme zamanla telafi edilebilirdi. Buna karşılık iki ayrı yol söz konusuysa Çinlilerin ne kadar uzun bir yürüyüş yapsalar da Batılıların bulunduğu noktaya gelemeyeceklerdir. Çin için olaylar bu ikinci duruma göre açıklanır. Gerçekten Batı kültürüyle büyük farklılık Çin kültürünün, gelişme sürecinde ilk yolu izlememiş olmasıdır. Çin zihniyetinin belirgin özelliği boyun eğme, doygunluk, arzuların sınırlanması ve yaşamın sunduğu şeylerle yetinme, daha fazla refah ve zenginlik istememedir. Ama şunu da eklemek gerekir ki bu zihniyet tutkuları dizginlemez (Buda rahiplerinden istenen yetingenlik ve çilecilik Çin kökenli değil Hint esinlidir). Çin kültürü olanı kabul eder ve olan şeyleri değiştirmeye çalışmaz. Doğuda daha önce değindiğimiz gibi insanlar doğayı fethetmekten çok doğayla kaynaşmayı isterler. Bu özellikler ikinci yol içinde yer alır ve bu ikinci yol doğanın fethine ya da modern iletişim araçları oluşturmaya karşıdır. Çinli hoşgörülüdür ve her türlü baskıcı iktidara karşı teslimiyet içindedir. Özgürleşmek için ya da demokrasinin egemen olması için mücadeleye gerek yoktur. Aynı şekilde doğal olguların yöntemli bir biçimde irdelenmesi gibi bir şey de söz konusu değildir. Daha önce belirttiğim gibi tercih edilen yol metafizik sezgidir. Kaldı ki doğaya egemen olma isteği yoksa bilim niçin geliştirilsin? Bütün bunlar gösteriyor ki Çin kültürü Batı kültürünün izlediği yolu izlemez: ikinci yoldur onun yolu. Nasıl ortaya çıkmıştır bu eğilim? Bunu, daha sonra Çin kültürünün öne çıkan özelliklerinden ve ruhundan söz ederken göreceğiz.[1]
Çin felsefesinin Batı felsefesine göre özellikleri nelerdir?
Hint kültüründe tinin yaşamının belli başlı özelliklerini gösterdim. Şimdi Çin'e bakalım. Bu bağlamda durumun çok farklı olduğunu yukarıda gördük çünkü Çin dinle ilgilenmez. Dolayısıyla bu konuda söylenecek fazla bir şey yoktur; buna karşılık Çin kültüründe metafizik her alana egemendir. Biraz daha yakından bakalım bu konuya. Batıkların metafiziğe sert eleştiriler yöneltmesinden sonra metafizikten söz etmek neredeyse olanaksız hale gelmiştir; farklı bir yaklaşım dışında her çaba zaman kaybından başka bir şey değildir. Hint Budistlerinin kendileri için yeni bir yol bulduklarını söyledik: soruyu soralım o halde: Çin metafiziğinde Batıkların kendi metafiziklerinde eleştirdikleri yanlışlar var mıdır? Bu metafizik farklıysa eğer Hint metafiziğine benzer mi? Ayrıntılı bir inceleme bu metafiziğin Batı ya da eski Hint metafiziklerinin düştükleri yanılgılara düşmediğini gösterir. Özellikle Budist metafizikten açık seçik biçimde ayrılır. Benim sunumum kesinlikle aynı şeyin söz konusu olmadığını gösteriyor. Birçok kimse üçü arasındaki radikal farkı göremiyor ve karıştırıyor onları. Sözgelimi Zhang Binglin, Ma Xulun ve Çen Zhongfon Budist mutlak bilgi öğretisinin temaları ve Yijing ya da Zhuangzi temaları arasında bir benzerlik bulurlar; onlara göre eski Çin kozmolojisinin ontolojik Gökyüzü ve Yeryüzü dinamizmi alaya bilinci (sekizinci, evren bilinci) ya da manas bilinciyle (yedinci, aktif düşünce bilinci) aynıdır. Vahim bir hatadır bu. Çünkü onlara göre sonuçta bütün kültürler aynıdır; ortak noktalarını ya da farklılıklarını göstererek bunların karşılaştırılabilir olduklarına inanıyorlar. Aslında Batı, Hint ya da Çin olsun her sistem ötekilerden farklı bir bütün oluşturur ve bu bağlamda karşılaştırma yapılamaz. Her sistem kendi yolunu izler ve yolları hiçbir zaman kesişmez; Çin Batı ya da Hindistan'ın yolunu izlemediğinden başka bir yola girmedikçe kesinlikle aynı şeyleri yaratamaz. Hintler gibi bu dünyayı ısrarla terk etmek isteyen Çinliler gördünüz mü hiç? O zaman Çin'de Hint metafiziğinin yaratılması nasıl mümkün olabilir? Kimi zaman söylemler çok yakın olabilse de temelde esaslı bir farklılık varsa karşılaştırma yapılamaz. Bana göre Çin metafiziği ve öteki metafizikler arasında iki alanda temel bir ayrılık vardır:
1. Sorular farklıdır: Çin metafiziğinin sorduğu sorular Hint ve Avrupa metafiziğinin sorduğu sorularla aynı değildir. Hint ve Avrupa metafizikleri bir nokta dışında kendi aralarında da farklıdır: bu nokta evrenin ontolojik olarak inşa edilmesi arayışıdır.
Bununla birlikte bu son nokta Çin'de aranan şeyin tam zıddıdır. Çin filozoflarının tekçilik, ikicilik ya da çokçuluktan söz ettikleri görülmüş müdür? Oysa öteki geleneklerde vardır bunlar. Ya da bu filozofların materyalizm ve idealizm konusunda tartıştıkları görülmüş müdür? Bu basmakalıp temalar yoktur Çinlilerde. Çin metafiziği, çok eskiden beri, Çin'de her türlü entelektüel araştırmanın altında yattığı gibi öncelikle ve her şeyden önce hareketsizlik üstüne bir düşünce değil bir hareket düşüncesidir. Değişim üstüne soyut bir düşüncedir; somut problemlerle ilgilenmez hiçbir zaman. Bu açıdan bakıldığında sorunsalın üslubu bile farklıdır: çok az tartışma, çok az farklı okul, polemik görülür, ilk başta kültürler, izleyecekleri yolları açıkça belirlemiş olmadıklarından aralarında bazı benzerlikler görülebilir; Çin unsurları ve Hint ya da Batı unsurları arasında bir yakınlık kurma eğilimleri görülebilir. Sözgelimi Laozi şöyle der: "Kaotik ama belli bir yapısı olan, Gökyüzünden ve Yeryüzünden önce ortaya çıkan bir şey var olmuştur"... bu cümle daha somut bir olumlama gibi gözüküyor. Bununla birlikte Laozi'nin düşüncesi hareketsizliğe dayanmaz ve kökeni bir değişme teorisi olan dönüşümlerle ilgili kehanet teorisindedir Gucong'ı (Yijing'den önceki eski kehanet derlemesi) esas alan bir teoridir bu. Her halükarda bunun gibi küçük bir benzerlik yığınla farklılığı yok edemez. Beş Çin unsurunu yan yana koymak mümkün değildir: metal, ağaç, su, ateş ve rüzgar ve dört Hint etkeni: toprak, su, ateş ve rüzgar. Birinciler soyut kavramları, İkinciler somut gerçekleri simgelerler. Bunları karıştırmamak gerekir.
2. Yöntemler farklıdır: Çin metafiziği değişme konusunu işlediğine göre yönteminin Avrupa ya da Hint metafiziğinden farklı olması doğaldır. Somut problemlere yaklaşmak amacıyla yararlanılan statik kavramların karşıtı değişim açıklamaları soyut bir terminolojiye başvururlar: yin ve yang, Gökyüzü ve Yeryüzü... bunların belirgin hiçbir gereçleri yoktur.[2]
Çin "metafiziği"
Dolayısıyla Çin metafiziği sorduğu sorular açısından olsun, yöntem açısından Hsun Avrupa metafiziğinden ve sadece donmuş gerçekliklerle ilgilenen ve yöntemleri başka bir şey aramalarına izin vermediğinden yanılgıya düşen bazı Hint ayrılıkçı okullarının metafiziğinden farklıdır. Eğer günümüzde söylemlerinin izlenmesi gerekiyorsa, bu Avrupa ve Hint metafiziklerinin yaklaşımlarında bir yenilenme gereklidir. Buna karşılık bunlara yöneltilen eleştirilerin Çin metafiziğine zararları dokunmaz. Biraz önce belirttiğim gibi Çin metafiziğinin iki özelliği açık seçik biçimde anlaşılmazsa bu metafiziğin tutarlılığının anlaşılması mümkün olmaz. Bu özellikler bağlamında en küçük bir dikkatsizlik çok büyük bir yanılgıya götürür. Bu şekilde yanılanların sayısı çok fazladır; bu metafiziği eleştirenlerin sayısı da çok fazladır. Çen Şun'un şu saptamasını hatırlıyorum: taijü (yüce varlık ilkesi) ve liangyi çifti (yaşam konusunda bütün kararların iki kutbu) maddi şeyler değildir; ayrıca Huang Zongxi'nin Doxographie des Song et des Yuan adlı eserinde Xu Baiyun'un taiji ve liangyi'nin aslında tek ve aynı şey olduğunu söylediğini okudum. Yüce varlık ilkesi (taijü) kavramının maddileştirilmesinden korkan Zu Dunyi buna yüce hiçlik ilkesi (wuji) kavramını eklemiştir. Buna rağmen, kimileri günümüzde hala liangyi çiftinin Gökyüzü ve Yeryüzü çifti olduğunu söylüyorlar. Ama mümkün değildir bu.[3]
Konfüçyüs
Öncelikle bu metafizikten hareketle hayatın doğru ve iyi olduğunu söyleyen Konfüçyüsçü yaşam felsefesinden söz edelim. Düşünülen metafizik söylemi temelde evrenin yaşamına dayanan metafiziktir ve bu yaşamı bir değişim gibi görür. Bu noktadan hareketle Konfüçyüs'ün çok sık üstünde durduğu yaşam övgülerine çok sık rastlanır. Bu bağlamda söylediklerine bakalım Konfüçyüs'ün: "Gökyüzünün ve Yeryüzünün muazzam kozmik erdemi yaşamdır"; "Tanrı konuşmaz ama mevsimler birbirini izler ve bütün varlıklar yaşamlarını yaşarlar; niçin konuşsun Tanrı?"; "Gökyüzü ve Yeryüzü arasında uyum olsun ve bütün varlıklar arasında yaşam fışkırsın"; "Aziz kendi doğasını tam anlamıyla ancak kendi mutlak gerçekliği içinde ve dünyada hayata geçirebilir; Aziz hayata eksiksiz biçimde geçen doğasıyla her insanın kendi doğasını eksiksiz biçimde hayata geçirmesini sağlar; insanın kendi doğasını eksiksiz biçimde hayata geçirmesi her şeyin doğasının eksiksiz biçimde hayata geçmesi sonucunu doğurur; her şeyin doğasının eksiksiz biçimde hayata geçmesi her şeyin Gökyüzü ve Yeryüzü tarafından sürekli biçimde yaratılmasının yüceltilmesini sağlar; Gökyüzü ve Yeryüzünün her şeyi sürekli biçimde yaratmasını överek Gökyüzü ve Yeryüzünün eserinden pay aldığımızı kabul edebiliriz"; "Gökyüzü ve Yeryüzü değişir, Aziz bu değişmeleri izler"; "Azizin yolu ne kadar görkemlidir! On bin varlığın yaşamının çoğaltılmasını sağlar, Tanrının yüceliğiyle eşdeğerdir adeta!" Konfüçyüs düşüncesinin anahtar kavramı yaşamla ilgili bu bakış açısıdır. Bu bilindiğinde Konfüçyüsçülük bütünüyle açık seçik hale gelir çünkü onun övgüsünü yaptığı şey yaşamın bereketinin spontanlığı içinde her şeyin nedenini izleyerek gelişmek amacıyla doğal yolu izlemektir. Konfüçyüs'e göre evren sürekli gelişme halindedir. Konfüçyüsçülüğün Budizmin karşıtı olduğunu söyleyebiliriz. Bu iki öğreti arasında yakınlık kurmak isteyenler olmuştur. Dün olduğu gibi bugün de kökenlerinin aynı olduğunu söyleyenler vardır. Ama Budistler Bilgenin öğretisi olarak bütün varlıkların çoğaltılması övgüsünü kabulleniyorlar mı? Tam tersine bu öğretinin temelinin olmadığını düşünüyorlar. Yaşamın ve ölümün düzensizliği içinde boğulmak istemezler. Yücelttikleri yaşamın hiçleştirilmesi düşüncesi Konfüçyüsçü öğretinin yaşamında kök salmayla karşıtlaşır. Bana göre yaşam Konfüçyüs öğretisinin simgesidir, yaşamın olmaması ise Şakyamuni öğretisinin simgesidir. Uzlaşmayı çok seven Çinliler zıtların yakınlaştırılmasını da çok severler. Budizm Çin'e girince özgünlüğünü yitirmiştir bu ülkede. Sözgelimi Tang'lar döneminde ortaya çıkan Zeri Hindistan'da hiç yoktu neredeyse. Bu bağlamda birçok karışıklığın nedeni yaygın kanaate göre Budizmle yakınlaşan yeni Konfüçyüsçü Song ve Ming'in bu öğretide kendilerine göre ayıklamalar yapmış olmalarıdır. Bununla birlikte yeni Konfüçyüsçülük Zen'e ne kadar yakın olursa olsun Budizm ve Konfüçyüsçülüğü bu biçimler altında bile özdeşleştirmek mümkün değildir... ilk biçimleri altında özdeşleştirmek ise kesinlikle mümkün olmaz. Yanılgı hep aynıdır: benzerlikler bulmak amacıyla öğretiden bazı kırıntılar alınıp karşılaştırılır ve sonuçta felsefenin aynı felsefe olduğu düşüncesine varılır. Ama bu arada bir düşünce sisteminin bir bütün oluşturduğu ve cümlelerin sistem dışında anlamları olmadığı unutulur. Şu bir gerçek ki ayrıntı düzeyinde benzerlikler bulmak her zaman mümkündür. Ama bu durumda olaya bütüncül açısından nasıl bakılacaktır? Bölük pörçük benzerliklerin gerçek anlamda bir değeri yoktur. Ayrıca Çinliler kavramlardan yararlanma konusunda her zaman titiz değildirler. Sözgelimi Budizmin ve Konfüçyüsçülüğün karşılaştırılması bağlamında çoğu çok bulanık olan Zen terminolojisini kullanırlar. Bu bağlamda sadece Wu Jianzhai Essai sur la doctrinede Wang Yangming [Wang Yangming öğretisi üstüne deneme] adlı yapıtında mutlak bilgi öğretisine gönderme yapmış ve böylece yüzeysel söylemleri gösterme olanağı bulmuş, Budizm ve Konfüçyüsçülüğün kesinlikle birbirlerinden farklı olmalarının nedenine işaret edebilmiştir. Şöyle diyor: "Wang Yangming'e göre dünya sürekli yenilenir, yaşam ve ölüm akışmasının sonu yoktur; her şey ebedi bir akıştır. Kimileri için yaşam zorluklarının nedeni olan şey bilgeler için kesin kurtuluş yolu olabilir ve bu söz konusu kimileri olayların akışının, var olmanın ontolojik yapısının temeli olarak kesintisiz olduğunu söylerler: Zhongyong'da görülen sürekli yüce yakınlık sunumunun Tanrınınkine benzer bir büyüklükle özdeşleşmesi. Oysa Budizmde doğa saf ve kirlenmemiş bir bilginin olmaması şeklinde tanımlanır." Wu Jianzhai haklıdır: Konfüçyüsçülüğün varlığın ontolojik yapısı olarak yücelttiği şeyi Budizm kesinlikle reddeder; işte gözlerden kaçması mümkün olmayan şey.[4]
[1] Les Cultures d'Orientet d'Occident, bölüm III. 230
[2] Age., böl. 4.
[3] Age., böl. IV.
[4] Age., böl. IV.