Matbaanın yurdumuza sokulmasını üç yüz yıl geciktiren, Batı uygarlığını
Tanzimat'a, hatta bir bakıma Cumhuriyetimizin kuruluşuna kadar sınır
kapılarımızdan içeri sızdırmamak için yırtınan, başlarındaki sarıklarının
ağırlığı ölçüsünde kafaları boş kişiler, “İslam’a aykırıdır” diye bütün
olumlu bilimlere karşı çıkarak yurdumuzda endüstri çağının başlamasını yakın
zamanlara kadar önlemişlerdir.
Ulusumuzun dünya ulusları arasında en gerilerde bulunuşu, yüzyıllarca Türk yönetimi altında yaşamış birtakım ülkeler gelişmişler arasında yer alırken bizim hala az gelişmişler safında kalışımız bu akla, mantığa aykırı görüşte direnenlerin her türlü uyanış hareketlerini önlemiş olmalarından başka neyle yorumlanabilir?
Bu dar ve tutarsız yaşam felsefesini inanılmaz bir inatla savunmaktan geri kalmayanların ulusumuza yaptıkları kötülükler yalnız geçmişte kalmış olsaydı gene de şükrederdik halimize. Ama turizmin ahlaksızlığı da birlikte getireceği iddiasıyla otel motel yapımını aksatmaya kalkışanları görmüyor muyuz yanımızda, karşımızda?
İslami geleneğe aykırıdır, diye Latin harflerine yan bakan, Arap yazışım ve dilini aramızda yaymak için hiçbir fırsatı kaçırmayanlarla dolu yanımız yöremiz. Kadın haklarına, erkek kadın eşitliğine karşıdırlar, Atatürk'ün özgürlüğe kavuşturduğu Türk kadınını bütün uygarlık haklarından soyduktan sonra kafalarının içi kadar karanlık örtüler altında köleleştirmeye çalışırlar.
Mısırdaki El Ezher üniversitesinde İslam Felsefesi okutan bir Fransız profesörü bana Hz. Muhammet zamanında Hicazda kadınların asla örtünmediklerini, bu geri adetin onlara sonradan, fethettikleri ülkelerden geçtiğini anlatmıştı. Bu görüşünü belirttiği Arap profesörlerin kendisine "Evet, haklısınız ama bu konuyu kurcalamamak daha doğru olur." dediklerini de eklemişti sözlerine. Gerçek budur; İslam’ın birçok kuralları Hz. Muhammed’in ölümünden sonra, türlü etkiler altında, o ilk saflığını yitirerek yozlaştırıldı. Böylece, halife ve sultanların işini kolaylaştıracak gericiliğin alabildiğine gelişmesini sağlayan bir ortam yaratılmış, daha sonraları din konusunda o akıl ermez "Artık yorum kapıları kapanmıştır" yasası ile de tıpkı Papalığın ortaçağdaki tutumunu andıran bir karanlık dönem başlamıştır. Gericilerimizin Atatürk'ü sevmeyişlerinin başlıca nedeni de, kendisinden önce kimsenin söylemeye cesaret edemediği gerçekleri açıkça ortaya koyarak, hacılar, hocalar, şeyhler saltanatına son vermiş olmasıdır.
Resme, heykele, genellikle güzel sanatların her türüne karşıdırlar. Gelip geçmiş uygarlıkları temsil eden milyonlarca değerdeki çıplak heykellerimizi de bir gün giydirmeye kalkışırlarsa hiç şaşmayalım.
Batı dünyası da geçirdi bu inanç sapmasını uzun bir süre. Ortaçağı kaplamış olan koyu karanlık ve sefalet bunun doğal sonucu oldu. Ama Fatihin İstanbul’u fethinden sonra İtalya’ya sığınan birtakım Bizanslı bilginler eski Yunan felsefesi ve bilimleriyle ilgili kitapları Latinceye İtalyancaya çevirerek Batı’yı aydınlattılar. Böylece başladı Batıda Rönesans (Dirilme) adı verilen dönem. Bir zamanlar Antik çağ bilgilerini İspanyaya, oradan da öteki Avrupa ülkelerine taşımış olan Arapların sonradan o eski dinamizmi yitirmeleri sonucu Endülüs Arap imparatorluğu çökünce, bu iki yönden gelen ak aydınlık kılavuzluk etti Batıya. Böylece İslamın yersiz bir dinsel bağnazlık yüzünden kaçırdığı fırsat Hıristiyan ülkelerin eline geçti. Doğu, yüzyıllar sürecek uykusuna yatarken Batı yüzyıllar sürmüş uykusundan uyandı. Böylece uygarlık ve dünya servetleri el değiştirmiş oldu. İslam’ın içine düştüğü gafletten yararlanan Avrupa, İslam ülkelerini istila edecek yerde ekonomik açıdan sömürmeyi yeğ buldu ve mışıl mışıl uyumaktan geri durmaması için ona en etkili ninnilerini okumayı sürdürdü.
Engizisyonlar çağının Hıristiyan dünyasını, bir de günümüzün bilim yolu ile dünyayı aydınlatan uyanık Avrupa’sını karşılaştırın. Onu bugünkü düzeye getiren etkenler içinde en güçlüsünün din taassubu belasından kurtulması olduğu sonucuna varırsınız ister istemez.
Ne demişti Atatürk? "Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır." Bu sözlere bir mim koyun ve düşünün, ülkemizde gerçek aydınların büyük bir çoğunlukla dinden kopmuş olmaları, din yolunda halkı aydınlatmaya çalışanların akla, mantığa, bilime aykırı bir yolda direnmelerinin doğal bir sonucu değil midir? Halk eğitilerek gerçek aydınların sayısı çoğaldıkça, bu kopuş da hızlanacaktır. İşte halkın cahil ve koyu bir taassup içinde kalmasını isteyenler bu gerçeği sezdikleri için telaştadırlar. Oysa bu gidişe engel olmanın daha kestirme bir yolu vardır. Kendi rotalarının yanlışlığını kabul ederek gerekli düzeltmeyi yapmak ve akıntıya karşı kürek çekme sevdasından vazgeçmek.
İslam dünyasında taassup ve cahilliğe karşı yer yer uyanma ve reform hareketleri başlamıştır. Gönül isterdi ki Atatürk'ün ülkesi, Atatürk döneminde olduğu gibi, bugün de İslam’a bu yolda önderlik ve yol göstericilik görevini üstüne alsın. Ulusça kurtuluşumuz ve uygar dünyaya ayak uy duruşumuz bu ülkünün gerçekleşmesine bağlıdır.