Savunucu İletişim

Doğan Cüceloğlu


--İnsan yaşamının devamı için yakın ilişkinin zorunlu olduğuna
inanıyorum. Hatta kişinin bir değil, birçok yakın ilişkiye ihtiyacı
vardır. Geniş aile ve yakın komşuluk gibi, sanayi öncesi toplumlarda
bulunan ve şimdi ortadan kalkmaya yüz tutmuş olan birincil gruplar,
gelenekçi toplumlarda yakın ilişkilerin geliştirildiği ve sürdürüldüğü
ortamları oluşturmaktaydı. Bu birincil grupların yerine geçecek ve onların
işlevlerini görecek türden yeni ortamlara gereksinme vardır. Bu inancımı,
birey ve toplum ilişkisi yönünden bir varsayım olarak dile getirmek
isterim:
Bir insan, yaşamında üç ya da dört yakın ilişkiye sahipse, mutlu ve
sağlıklı olabilir. Bir toplum, bireylerinin her biri yaşamlarının her
döneminde üç ya da dört yakın ilişki geliştirmişse, sağlıklı bir toplum
olabilir.
Tarihte bilinen bütün toplumlar, içinde yaşadığımız karmaşık modern
toplum dışında, bireylerin üç ya da dört yakın ilişki geliştirmesine imkan
verecek koşulları yapılarında bulundurmuşlardır. Sanayileşmiş Batı
toplumu, insanlık tarihinde bu yakın ilişkiden insanları yoksun bırakmaya
zorlamış ilk toplumdur. Eğer yukarıda öne sürdüğümüz varsayım doğruysa,
toplumumuzun ana temelleri tehlikede demektir.-- (Alexander, 1967.)
Türkçe'deki --dost-- sözcüğü, Kaliforniya Üniversitesi profesörlerinden
Charles Alexander'ın sözünü ettiği --yakın ilişki--nin anlamını karşılar.
Türk kültüründe önemli bir yeri olan, yaşamımızda özlemle aranan
--dostluk--, hikayelerde, türküler ve şarkılarda sık sık dile getirilen
bir konudur. İşte bu bölümde, teknik deyimiyle --yakın ilişki--, günlük
dilde --dost-- ya da --dostluk-- sözcüğüyle belirtilen olayın
gerçekleşmesine engel olan savunucu iletişim üzerinde duracağız.
Savunuculuk konusunu değişik yönleriyle tartışmaya başlamadan önce, bir
hikayeden esinlenerek Amerikalı çocuk psikoloğu Charles C. Finn tarafından
yazılmış bir şiiri sizlerle paylaşmak istiyorum.


SÖYLEMEDİKLERİMİ İŞİTİN LÜTFEN
Bana aldanmayın!
Yüzüm bir maskedir,
Sizi aldatmasın.
...
Binlerce maskem var,
Çıkarmaya korktuğum,
Ve,
Hiçbiri ben değilim...
Olmadığımı göstermek
İkinci doğam oldu.
...
--Kendinden emin biri-- dersiniz
Sanki güllük gülistanlık
Benim için her şey...
Adım güven belirtir,
Ve,
Oyunumun adı
--Ağırbaşlılıktır--.
İçimde ve dışımda denizler sakin,
Her şeyin kumandanı ben...
Kimseye gereksinme duymayan
Ben...
Fakat, inanmayın bana,
Lütfen!..
...
Her şey dışta düzgün ve cilalı,
Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
O maske!..
Altta ne güven, ne de rahatlık...
Altta,
Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
Gerçek ben!..
Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla...
Kimsenin bilmesini istemem...
Zayıf taraflarımı düşündükçe,
Titrer ve sararırım...
Ya başkaları görürse iç dünyamı...
Gerçek ben ve yalnızlığımı!
İşte,
Maskelerimi onun için takarım...
...
Onun için, arkalarına saklanacak
Maskeler yaratırım...
Onlar,
Gösterişte kullanabileceğim
Parlatılmış yüzlerim.
Beni korur, bakan gözlerden...
Beni olduğum gibi kabul edecek,
Sevecek
Bakışlar bulamazsam,
Solacak kuruyacak gerçek ben...
Ve,
Ben bunu biliyorum.
Beni kendi maskelerimden kurtaracak,
Kurduğum hapishaneden kaçıracak
Diktiğim engellerden aşıracak,
Beni seven,
Beni anlayan.
Bakışlar olacak.
Bana,
--Sen değerlisin-- diyecek,
--Maskesizken, daha bir insansın--
--Daha yakın, daha bir dostsun--
Diyecek bir bakışa
Beni gören bir bakışa
Muhtacım...
...
Benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır!..
Uyarırım seni dost!..
Uzun yıllar kendini yetersiz hissetmiş ben,
Sana kendini kolayca açamayacaktır...
Bütün gücümle tutunacağım maskelerime,
Ne kadar sokulursan yakınıma,
O denli şiddetli geri iteceğim seni...
Kim olduğumu merak ediyor musun?
Hiç merak etme...
Ben çevrendeki
Her erkek ve kadınım....
Maske takan her insanım.
(Çeviren D. C.)


Siz hangi tür maskeler takıyorsunuz? --Söylemediklerimi İşitin Lütfen--
şiirinde dile getirilen duyguyu içinizde hissettiğiniz oldu mu? İçinizde
hissettiklerinizi başkalarının anlamaması için çaba gösterdiğiniz olmuyor
mu? Hatta, kendi kendinizi bile aldatmaya çalıştığınız olmaz mı hiç? Hani
içinizde duyduğunuz şeyleri boğmaya uğraşır, ya da onları duymamak için
kendinizi başka faaliyetlere verir, o da olmadı gülüp geçmeye çalışırsınız
ya... İşte öyle bir duygu.
Diğer insanlarla ilişkilerinde hiç maske takmadığını dürüstlükle
söyleyebilecek insan azdır. Başkalarıyla ilişki kurarken dikkatli olmaya
ve kendini korumaya herkes gerek duyar. Fakat kimi insan sürekli maske
takarken, kimi buna daha az gereksinme duyar. Kendine güveni olan kişiler,
genellikle, daha az maske takarlar.
Bu bölümde, kullanılan --maskeler-- sorununa ayrıntılarıyla değinmek
istiyorum. Bu maskeler nerede ve ne zaman kullanılmaya başlanıyor? Bunları
takarak ne ya da neler korunuyor? Kişinin kendine açıklamak, karşı karşıya
gelmek istemediği yanlarını saklamak için kullanılan savunma mekanizmaları
nelerdir? Bu sorularla ilişkili olarak, ne gibi tutumların kişiyi daha
savunucu yaptığını ve bu savunuculuğun derecesini azaltmak için neler
yapılabileceğini tartışacağız.


BİR GÖRÜNÜM OLUŞTURMAK
Temelden başlayalım: İnsanlar acaba niçin maske takıyorlar? Bu sorunun
karşılığı, kişinin yetiştiriliş biçimiyle, büyüdüğü toplumsal çevrede
yatar. Büyük bir çoğunluğun paylaştığı normal bir sosyoekonomik ortamda
büyümüş bir kimseyseniz, siz de, başkalarının karşısına en iyi
görünümünüzle çıkmayı öğrenmişsinizdir. Çünkü yetiştiğiniz sürece
çevrenizde, aşağıdaki türden sözleri sık sık işitmiş olacaksınız:
--Elini yüzünü yıka, yoksa seni dilenci çocuğu sanacaklar!...--
--Saçını tara, dişini fırçala. Öğretmenin, --Bu çocuğun annesi babası
yok mu?-- diye düşünmesini istemezsin, değil mi?--
--İtibar giyimdedir. Giyimine dikkat et!--
--İçin kan ağlasa da, dıştan yüzün güleç olsun. Ele güne zayıf yanlarını
gösterme.--
Bu sözlerin etkisi yavaş yavaş bizlerde şu anlayışı geliştirir:
--Olduğum gibi görünürsem herkes benimle alay eder, beni horgörür... Onun
için nasıl düşündüğümü, nasıl hissettiğimi göstermemeliyim... Gerçek olan
duygu ve düşüncelerimi saklamalıyım... Karşımdakilerin görmek
istediklerini göstermeliyim yalnızca. Yoksa beni adam yerine koymazlar,
sosyal itibarım sıfıra iner!--
Başkaları tarafından kabul edilmek için dışarıya sosyal benlik
gösterilir. Sosyal benlik, diğer insanları düşünerek oluşturulan görünüş,
düşünce, davranış ve duyguların bir bileşimi, bir sentezidir. Sosyal
benlik bilinci olduğu gibi, bir de iç benlik bilinci vardır. Bu da,
görünüş, düşünce, davranış ve duyguların kişiye görünümü, onu etkileyiş
biçimidir. Bu etki, son derece ona özgü ve onun iç dünyasına ait bir
bileşim oluşturur. İşte buna iç benlik bilinci adı verilir.
Bu dışa ve içe dönük benlikler birbirleriyle sürekli etkileşim
içindedirler; aralarında hiç bitmeden süregiden bir --diyalog-- vardır. Bu
diyalog, kişiliği oluşturan temel öğelerden biridir. Dışadönük sosyal
benliği bireyin yaşantısının tümünü egemenliği altına almışsa, bu kimse
kendisine en yakın olanlarla beraberken bile, davranışlarını hep
--başkalarını düşünerek-- yapar; dış merkezlidir. Böyle bir kişi, uzun
yıllar birlikte çalıştığı kimseler, hatta aynı yastığa baş koyduğu eşi
için bile, --iç dünya--sını açamaz; bir anlamda yabancı biridir. Sosyal
benliği ve iç benliği arasında denge kurabilmiş bir kimse duygu ve
düşüncelerini, ortam ve konuştuğu kişi uygunsa paylaşabilir; kendi
merkezlidir. Onunla birlikte çalışanlar ve yakın ilişki içinde olanlar,
onun nelerden hoşlandığını, ne gibi özlemleri olduğunu, üzüntüsünü ve
neşesini bilebilirler.
Dışa dönük sosyal benlik toplumsal yaşamın bir gereksinimidir. Bu
gereksinimi karşılamak için sosyal maskeler kullanılır. Sosyal maskeleri
kullanmaya yönelten böyle bir gereksinim acaba nereden kaynaklanır? Şimdi
bu konuyu ele alalım.


NEDEN SOSYAL MASKELER TAKARIZ
Sosyal maskeler takarak iletişim kurulmasının temel nedenlerinden biri,
--kabul edilmek--, başkalarınca uzağa itilmemek isteğidir. Her maskeli
iletişimin altında, --sana nasıl bir kişi olduğumu, ne düşündüğümü, neler
hissettiğimi olduğu gibi söylersem, beni kabul etmez, benimle alay eder,
ya da bana kızarsın;-- anlayışı vardır. Böylece ne olduğumuzu değil,
başkalarının bizi nasıl göreceğini düşünerek, iletişimde bulunuruz.
Normal şartlar altında; kimse yalancı ve sahtekar olmak istemez. Fakat
diğerleriyle iletişiminde, içinden geçenleri olduğu gibi açıkça söylerse,
kişi iç dünyasının reddedilme tehlikesini göze almış demektir. Herkes, her
yerde ve her zaman bu riski göze alamaz ve almamalıdır da. Gelişigüzel
herkese kişinin kendi iç dünyasını açması sağlıklı bir davranış değildir.
Bu nedenle sosyal maskeler, insan ilişkilerini kolaylaştırıcı, gereksiz
sürtüşmeleri ortadan kaldırıcı önemli bir işlev görürler. Ne var ki, yakın
ilişki içinde olduğumuz, yaşamımızı paylaştığımız kimselerle ilişkilerde
bu sosyal maskeleri kullanmak, bizi onlardan uzaklaştırır, sahte ve
güvensiz bir ortam yaratır. Maskeleri o kadar sık kullanabiliriz ki, bu
--göstermelik-- davranış, ikinci bir doğa haline gelebilir.
Bazen başkaları tarafından kabul edilme isteği ya da onlardan korku,
gerçek duygu ve düşünceleri göstermeyi engeller. Böylece, işte, eş
seçmede, ana-babayı memnun etmede, kişi, kendisiyle hiç ilgisi olmayan
davranışlar gösterebilir.
Her bireyin değişik konularda kendine özgü bir düşüncesi, bir anlayışı
vardır ve bu düşüncenin bir başka kimseninkinden farklı olması doğaldır.
Bir toplumda --herkes benim gibi düşünmelidir, benim düşünce tarzım en
doğrusudur-- tutumu ağır basarsa, akılcı tartışmalar yerine duygusal
çatışmalar ortaya çıkar. Akılcı tartışmanın gerçekleşemeyeceğini bilenler,
duygusal çatışmaya girmek istemediklerinde; karşısındakilerle, gerçekte
olmadıkları halde, hemfikirmiş görünürler. Bu tür durumlar, aşağıdaki
öyküde de gösterildiği gibi, toplumumuzda sık sık ortaya çıkar.
Çok Şükür
--Kadıköy'de, Bostancı'ya giden tramvayın ikincisine zor atladım. Hemen
tramvay kalktı. Arka sahanlıkta sekiz kişiydik. Önce sekizimiz de
sahanlığa yerleşmeye çalıştık. Aba terlik üzerine lastik giymiş, şapkası
keçeleşmiş, ihtiyar, elindeki çıkını, tramvayın arka penceresinin önüne
koydu. Kasketli, orta yaşlı biri de üstü samanla örtülü sepeti tramvayın
demir sandığının üstüne yerleştirdi. Bezgin yüzlü yolcuya:
--Sakın dayanma birader, içinde yumurta var,-- dedi.
Yol boyunca sekiz kişi arasında, süren konuşma hep bu yumurtadan çıktı.
Ama yumurta olmasaydı, yine bir konuşma konusu bulunurdu. İster yumurta
olsun, ister çivi, ister hava... Dileğimiz, içimizi boşaltmak değil mi?
Kendisine yumurta sepetine dayanmaması söylenilen:
--Kaça aldınız?-- diye sordu.
Soran adamın yüz çizgileri, sanki yerçekimi etkisiyle aşağı doğru
sarkmıştı. Öbürü:
--Sorma,-- dedi. --Ateş pahası...--
Şapkası keçeleşmiş ihtiyar:
--Şimdi ateş pahası olmayan ne kaldı?-- dedi. --Her şey öyle...--
Bir ben ses çıkarmadım, bir de meşin ceketli, kara bıyıklı adam Öbür
altı kişi, --amin-- der gibi hep bir ağızdan:
--Doğruu...-- dediler.
--Şimdi ne ucuz ki?--
--Ucuzluk rüya oldu beyim, rüya...--
--Bakalım, bu gidişin sonu nereye varır?--
--Allah sonumuzu hayreylesin.--
--Ben bu gidişte hayır görmüyorum.--
--Bir gün önce iki liraya aldığım mal, ertesi gün iki buçuk lira oluyor?
Bu nasıl iştir? Sen evinde uyurken, onlar uyumuyor, gece sabaha kadar
fiyatları yükseltiyorlar.--
--Pahalılığa da eyvallah... İlle velakin piyasada mal da yok birader.--
Altı yolcu ayrı ayrı dert yanıyor, her birinin yargısını öbürleri:
--Eveeet...--
--Doğru, çok doğru...--
--Haklısın...--
Diye onaylıyarlardı. Tramvay Altıyolda durdu. İnen olmadı. Bir yolcu
daha bindi, aramıza sıkıştı. Yumurtaların sahibi:
--Geçim çok zorlaştı,-- dedi. --Eskiden ekmek aslanın ağzındaydı. Şimdi,
affedersiniz, aslanın ta gerisinde, sok elini de çıkar bakalım.--
Yeni gelen yolcu hemen söze karıştı:
--Her şey pahalı, ama ev kiraları tuz biber...--
Hep birden, yine --amin!-- der gibi:
--Doğruuu...-- dediler.
Kimi pahalılıktan, kimi kiraların yüksekliğinden, kimi aranan şeyin
bulunmamasından, kimi de istimlaklerle yıkılan yapılardan dert yanıyordu.
Ben orada konuşulanları yazmaktan çekinirim doğrusu.
Öyle coşmuşlardı ki, sanki bu adamlar gecenin bir vakti işlerinden
yorgun argın dönüp evlerine gitmiyorlar da şu geçim sıkıntısını protesto
için mitinge gidiyorlardı. Konuşmaları perde perde yükseldi, nutuk oldu.
İçimden, --Etmeyin, eylemeyin arkadaşlar, yanıp yakılmakta az buçuk
hakkınız var, ama büsbütün de sizin dediğiniz gibi değil. Hem böyle ileri
geri konuşursanız eninde sonunda başınız bir gün belaya girer,-- demek
geliyor, ama korkumdan sesimi çıkaramıyordum. Kızgın adamın önünde
durmaya, üstüne varmaya gelmez. Döverler de, söğerler de... Onların
düşüncesine katılmadım, en iyisi hiç sesimi çıkarmamak.
Tramvay Yoğurtçu durağından kalkınca, sahanlıktakilerin homurtusu,
bağırtısı da son perdeyi bulmuştu. O zamana kadar benim gibi hiç
konuşmayan meşin ceketli, kara bıyıklı adam artık dayanamadı:
--Kim demiş aranan şey bulunmuyor diye?.. Her şey var çok şükür...--
diye bağırdı.
Bu çıkışı yapan adamın yerine ben korktum. Bir kavga çıkabilir,
sahanlıktaki yedi kişi meşin ceketlinin üstüne çullanabilirlerdi. Ayrı
ayrı yedi kişiyi inceledim. Onlar da meşin ceketliye bakıyorlardı. Bir
sessizlik geçti. Meşin ceketlinin ne dediğini, ne demek istediğini
anlamamış gibiydiler. Adam şaka mı ediyor, yoksa dosdoğru mu söylüyor?
Meşin ceketli:
--Bir yok, yok diye tutturmuş gidiyoruz,-- dedi. --Ne yokmuş? Arayınca
her bir şey bulunuyor çok şükür...--
Öbür yedi kişi sersemlemişlerdi. İlk kendine gelen, suratının çizgileri
akmış gibi aşağı sarkık adam oldu:
--Çok şükür... Her bir şey bulunuyor.--
Ötekiler, yine --amin!-- dercesine hep bir ağızdan:
--Pahalılık da yok çok şükür...-- dediler.
Az önce pahalılık üzerine en keskin nutku çeken:
--Pahalılığı yaratan biz kendimiziz,-- dedi. --Pahalılık var, pahalılık
var diyerekten zorla pahalılık yaratıyoruz.--
--Evet... Yok, yok diye her bir şeyi kuruttuk. Üstümüze uğursuzluk
çöktü. Her şey var çok şükür.--
--Çok şükür...--
--Çok şükür...--
Meşin ceketli:
--Ben size hesap edeyim de görün,-- dedi. Ben şoförüm. On altı yıl önce
ayda yüz yirmi beş liraya çalışırdım. O zaman şekerin kilosu otuz kuruştu.
Şimdi şeker iki lira. Ama benim aylığım da altı yüz lira oldu. Ne olmuş?
Şeker pahalanmış, ama kazançlar da artmış!--
Öbürleri:
--Arttı çok şükür...-- dediler.
Pahalılıktan söz edenlerden biri:
--Doğru,-- dedi. --şimdi para bol çok şükür, para bol.--
--Çok şükür.--
--Bir hamal bile günde on beş liraya para demiyor.--
--Demiyor çok şükür.--
Şapkası keçeleşmiş ihtiyar:
--Yokluğu yaratan, pahalılığı yaratan biz kendimiziz,-- dedi. --Biri
çıkıyor, --Çay yok--, diye ortaya bir laf atıyor. Ondan sonra herkes
beşer, onar paket çay alıyor. Sonra neymiş, çay yokmuş. Yok olur tabii.
Çok şükür her bir şey var.--
--Çok şükür, bol bol var.--
--Çok şükür.--
Feneryolu durağında yolculardan biri:
--Çok şükür, çok şükür...-- diyerek tramvaydan indi.
Meşin ceketli:
--Tabii, şimdi kalkınma var,-- dedi. --Kalkınma olduğu için de dışarıya
mal satıyoruz, dışarıdan mal almıyoruz. İşte o yüzden de birkaç şey
bulunmuyor.--
--Çok şükür-- demeye alışanlardan biri:
--Bulunmuyor çok şükür,-- dedi.
Hemen kırdığı potu düzeltti:
--Kalkınma,-- dedi. --Yalnız birkaç şey bulunmuyor. Zamanla onlar da
bulunur çok şükür.--
--Çok şükür.--
Meşin ceketli:
--Çok şükür,-- dedi. --Şu İstanbul, İstanbul oldu olalı böyle bir
kalkınma, böyle bir imar görmüş mü?--
--Görmemiş çok şükür. Yani, şimdi görüyor. Hazreti Sultan Fatih'ten beri
kazma yüzü görmemiş sokaklar açılıyor.--
--Açılıyor çok şükür.--
--Ne var, ne yok yıkıyorlar.--
--Yıkıyorlar çok... Yani yollar açılıyor.--
Caddebostanı'na kadar --çok şükür-- dualarıyla geldik. Sahanlıktaki
yolcular teker teker inmişler, Caddebostan'dan sonra meşin ceketliyle
sahanlıkta karşı karşıya kalmıştım. Birden:
--Siz ne düşüncedesiniz? Deminden beri hiç konuşınadınız,-- demesin mi?
Al başına belayı, hem de püsküllü bela. Omuzlarımı kaldırıp başımı içime
çekip, iki elimi yana açtım. Yani, --Bilmem ki, ne diyeyim!-- demek
istiyordum. Ben, ne ilk konuştukları kadar kötümser, ne sonradan --çok
şükür-- dedikleri gibi iyimserdim.
Meşin ceketli bir daha sordu:
--Siz ne dersiniz?--
Tramvay çok hızlı gitmese hemen atlayıvereceğim. Meşin ceketli zorba.
Bir daha başımı omuzlarımın arasına çekip ellerimi yana açtım, dudaklarımı
büzdüm.
Meşin ceketli:
--Bu alçaklar var ya,-- dedi.
--Hangileri?-- diye sordum.
--Deminden beri --çok şükür-- deyip duranlar.--
--Evet...--
--Şimdi onların hepsi bana küfür ediyor. Burada çok şükür derken bile
içlerinden geçenleri biliyordum. Bunlar nereye çekersen oraya gider. Yeter
ki çeken kuvvetli olsun. Böyleleri ne İsa'ya yar olur, ne de Musa'ya dost
olur.--
Tramvay Erenköy'e geliyordu.
--Ne dersiniz, pahalılık var mı?--
Meşin ceketlinin nasıl bir karşılık istediğini anlayamadığım için zor
bir duruma düşmüştüm.
--Aranan şey bulunmuyor mu? Pahalılık var mı?--
--Çok şükür,-- dedim.
Tramvay durdu da hemen yere atladım. Elbette --çok şükür;-- meşin
ceketliden kurtulmuştum.-- (Nesin, 1967.)
:::::::::::::::::
aman Tanrım
ilk defa şimdi anladım
bu otobüsteki herkesin
elbiselerinin altında
çırılçıplak olduğunu
:::::::::::::::::


SİZİN MASKELERİNİZ
Toplum yaşamında insanın sürekli kendisi olması mümkün değildir
kuşkusuz. Ancak bu, kişinin sürekli olarak maskeli gezmesi gerektiği
anlamına gelmez.
Şimdi yine kendimize dönelim. Siz ne tür maskeler takıyor, nasıl bir
görünüm vererek kendinizi başkalarına sunmak istiyorsunuz? Bu konuyu
irdelemenize yardımcı olacak, yol gösterici birkaç soru ve yöntem sunalım
size:
Önünüzdeki iki gün süresince, gerçekten kendinizi değil de, başkalarını
memnun etmek için yaptığınız davranışların farkına varmaya çalışın...
Günlük iletişiminizde ne denli sık maske takıyorsunuz? Bu kadar maske
takmaktan hoşnut musunuz? Bunları hangi koşullarda kullanıyorsunuz? Bu
davranışlarınızdan memnun musunuz? Maske takmak size (doyum, sıkıntı vb.
gibi) ne tür duygular veriyor?
Yukardaki incelemeden sonra bulduğunuz sonuçtan hoşnut musunuz?
Değilseniz acaba ne yapabilirsiniz? Vardığınız sonuçları ve gözlemlerinizi
yakın bir dostunuzla tartışırsanız daha fazla bilgi edinebilirsiniz.


BENLİK BİLİNCİ TEHDİT EDİLDİĞİNDE
ORTAYA ÇIKABİLECEK DAVRANIŞ TÜRLERİ
İnsan yaşamında öyle anlar vardır ki, kendisini mutlaka koruması
gerektiğinden, savunucu bir iletişim içine girmesi zorunludur. Çünkü
karşıda, benliğine saygı göstermeyen, kendisini korumazsa onu ezip geçecek
olan kişiler vardır. Saldırganlığın bulunduğu böyle durumlarda kişi, bütün
gücüyle kendini savunur. Bu durumda kalan sadece kişinin kendi
olmayabilir; yakınlarının, sevdiği kimselerin zor durumda kaldıklarını
gördüğü zaman da onları savunma gereğini duyar.
Saldırgan davranış, ister açık bir biçimde isterse örtük bir biçimde
olsun, iletişimde savunmayı doğurur. Konuşan kişi saldırgan davranışının
farkında olmayabilir; ancak onun farkında olmayışı sonucu pek değiştirmez.
Çünkü dinleyen, davranışlarını onun farkında oluş ya da olmayışına göre
değil, kendi iç dünyası çerçevesinde değerlendirir.
Örneğin, bir kimseye, --Keşke bir saat önce gelebilseydin, o zaman
işlerimiz çok kolaylaşmış olurdu!-- dendiğinde, bu kişi kendini geç
geldiğinden dolayı zaten suçlu hissediyorsa, birdenbire savunuculuğu
artacak ve:
(A) --Kabahat sende. Ben nereden bileyim bu işin bu kadar önemli
olduğunu. Bana daha önce söyleyemez miydin?-- gibi bir cevap verecektir.
Ama söz konusu kişi, kendini suçlu hissetmiyorsa, o zaman daha rahat
konuşabilir ve kendini savunma ihtiyacını o denli hissetmez ve:
(B) --Yaa, keşke gelebilseydim. Neyse, şimdi biraz daha hızlı çalışır,
geç gelmemi telafi ederim,-- şeklinde cevap verebilecektir.
Bir insan geç geldiğinden ötürü niçin kendini suçlu hisseder ya da
hissetmez? Bu sorunun cevabı, o kişinin benlik anlayışında yatar. Daha
önce de görüldüğü gibi, iki düzeyde benlik anlayışından söz edilebilir: 1.
Görünen benlik; 2. İdeal (yani olması istenen) benlik. Görünen benlik
düzeyinde kişi geç kalma davranışını göstermiştir. Fakat ideal benlik
düzeyinde --geç kalmak-- istenmeyen bir davranıştır. İstenmeyen bu
davranışı, kişi benlik kavramının bir parçası olarak rahatlıkla kabul
edemez... --Ben sözümü tutmayan, tembel ve güvenilmez bir adamım--
tanımını benlik kavramının bir parçası olarak görmek, kişiye zor
geleceğinden, bu davranışa başka nedenler arar. Bir başka deyişle, benlik
kavramını savunacak, hatayı kendinde görecek yerde, kendisinin dışında
arar.
Yukarıdaki örnekte, --Kabahat sende...-- biçiminde konuşan kişinin,
zamanında işinin başına gelme konusunda görünen benliğiyle, ideal benliği
arasında bir boşluk, bir çelişki vardır. Ruhsal gerginliklerin birçoğu
gerçek ve ideal benlik arasındaki bu çelişkiden kaynaklanır. Belirli bir
konuda bireyin yaptığıyla, yapmak istediği aynı değilse, bu konuyla
ilişkili olarak savunucu davranışı daha sık ortaya çıkar. Görünen
benlikle, ideal benlik arasındaki çelişkilerden doğan bu boşluklara,
duyarlılık noktaları adı verilir. Yukarıda verilen örnekte, (A) bireyi
için geç kalma davranışı bir duyarlılık noktası oluşturduğu halde, (B)
bireyi için böyle bir şey söz konusu değildir.
Duyarlılık noktaları söz konusu olunca, kişiler psikolojik savunmaya
geçerler. Psikolojik savunma, kendilik anlayışını olduğu gibi
sürdürebilmek için, dış dünyayı biraz değiştirerek davranışı akla yakın
gösterebilme çabasıdır. Davranışını akla yatkın gösterebilme çabası içinde
olan kişi, gerçekleri saptırır; böylece, --çarpıtılmış-- dünyada görünen
şeyler ile, kişinin ideal benliği tutarlı gözükür.
Psikolojik savunma mekanizmalarına geçmeden şu noktayı kısaca
belirtmekte yarar var: Savunucu olmak her zaman zararlı ve kötü değildir.
Savunma, ruhsal sağlık açısından bazen gerekli ve yararlı bir davranıştır.
Fakat savunma, kendini sık gösteren bir davranış haline gelir ve aşırı
derecelere ulaşırsa, sosyal ilişkileri gerçekçi bir zeminde sürdürmeyi
engeller ve uyumsuz bir davranış kaynağı haline gelir.


PSİKOLOJİK SAVUNMA MEKANİZMALARI
Mantığa bürüme: Kişi, mantığa uygun, ama, gerçekte var olmayan nedenler
bularak kendilik kavramını korur, gerçekler karşısında incinmesini önler.
Örneğin, kopya çeken bir öğrenci, kopya çekme davranışıyla ilgili bir
sürü neden bulur: Sınavdaki sorular o kadar zordur ki, eğer kopya
çekilmese kimse iyi not alamaz... Öğretmenler de öğrenciyken kopya
çekmişlerdir, vb.
Telafi (Giderim): İnsanın kendi eksikliğini gidermek amacıyla kullandığı
bir savunma mekanizmasıdır. Kişi yetersiz olduğu bir alanda bu eksikliğini
gidermek için çalışacak yerde, bu eksikliğini saklamak amacıyla güçlü
olduğu bir başka alana önem vermeye başlar.
Söz gelişi, aile yaşamında mutsuz olan kişi, aile içindeki uyumsuzluğu
nasil gidereceğini bilemez, bu konuda kendini yetersiz ve eksik hisseder
ama buna karşılık kendini iş yaşamında yetenekli bulursa, aile mutluluğunu
sağlamak için çaba gösterme yerine, kendini iş hayatına verir.
Yine aynı biçimde, doyumlu bir sosyal ilişkiye girememiş bir
üniversiteli genç, kendinden ve yetiştiriliş biçiminden ileri gelen
eksiklikleri gidermek için çaba harcayacak yerde, bütün enerjisini
başarılı olduğu derslere verir, kendini sosyal yaşamdan tümüyle soyutlar.
Eğer bu genç, derslerinde de pek başarılı değilse, enerjisini başka
yollara yönlendirebilir. Örneğin, politik tutumuna uygun bir aşırı akıma
girerek bütün enerjisini o yönde kullanabilir.
Tepki oluşturma: Birey, gerçek duygularının tam karşıtını gösterme
yoluyla da benlik bilincini savunur. Örneğin, toplantılarda herkesten daha
neşeli görünen, her şeye gülmeye hazır olan kişi, belki de gerçekte
mutsuzdur; fakat bunun tam tersini yaparak gerçek duygusunu saklar.
Yeniden evlenmesine, küçük çocuğunun bir engel oluşturduğunu düşünen dul
anne, içten içe çocuğuna duyduğu kin ve öfkesini, çocuğuna aşırı bir ilgi
ve sevgi göstererek saklama çabasına girebilir.
Yansıtma: Yansıtma kendini iki biçimde gösterir. Kendi eksiklikleri ve
beceriksizliğinden doğan aksaklıkları başkalarına yüklemek, birinci
yansıtma türüdür. Örneğin, gol atamayan futbolcu, başarısızlığının nedeni
olarak, takım arkadaşlarının iyi pas vermemelerini gösterir.
İkinci yansıtma türü, istenmeyen, kabul edilmeyecek türden arzu ve
tutumları, başkalarına yakıştırma eğiliminden kaynaklanır. Bekarlığında
çok çapkınlık yapmış erkekler, evlenince eşlerine güvenmezler. Eşlerinin
normal arkadaşlık ilişkilerini bile kıskanan bu kimseler, kendi
tutumlarını eşlerine yansıtıyor olabilirler.
Özdeşim: Kendisinden emin omadığı ya da kendisini pek beğenmediği
zamanlar, kişi, bir başka kimseyi taklit eder; kendi duygu, düşünce ve
davranışlarına onu model alır. Bir konuda konuşurken ya da bir iş
yaparken, bunu başaracağına güveni yoksa, kendisi için önemli, gözünde
büyüttüğü birini taklit etmeye çalışır. Bu taklit sık sık tekrarlanırsa,
kişi kendi düşünce ve duygularıyla ilişkisini kaybedebilir.
Sözgelişi, yeni evlenen bir çift, televizyondan gördükleri bir filmdeki
karı koca ilişiklerine hayrandırlar ve öyle bir ilişkiyi kendi
yaşamlarıyla özdeşleştirmişlerdir. Televizyondaki çift gayet romantiktir
ve birbirleriyie hiç kavga etmez. Yeni çift de onlar gibi olmak ister:
Kadın da, koca da birbirlerine sinirlendiği halde, --ideal evlilikte bu
olmaz-- diyerek kendi duygularını bastırır. Duygularını bastıran kişinin
gerçek benliğiyle ilişkisi koptuğundan, bir savunma söz konusudur. Burada
özdeşim türünden bir savunma ortaya çıkar.
Hayal kurma: Kişi, istekleri ve amaçları gerçekleşmediği zaman, çoğu kez
hayal kurmaya başlar. Bu hayal dünyası sayesinde gerçek dünyasında onu
sıkan düşüncelerden uzaklaşır, daha doyumlu görünen bir hayal dünyasına
girer.
Düşük gelirli Kapıcı Ahmet Efendi, sık sık kendisini zengin bir işadamı
olarak hayal eder. Türkiye'nin en zengin kişilerinden biri olacak, büyük
kentlerde işyerleri açacaktır. Bu kadar ünlü olan Ahmet Bey, ara sıra
ansızın işçi ailelerini ziyaret edecek ve onlarla birlikte oturup onların
mütevazi sofrasında yemek yiyecektir. Bir gün bu işçi ailelerinden birinde
güzel bir genç kızla tanışır...
Hayal kurmak bazen gerekli ve yararlıdır. Yaratıcı kimselerin düş
gücünün zengin olduğu söylenir: Hayal kurmanın yaratıcı zekayı kamçıladığı
da ileri sürülmüştür. Ancak kişi gerçekle hayal arasındaki sınırı bildiği
ve kurduğu hayaller gerçek dünyasıyla ilişkisini kesmediği sürece, hayal
kurmanın bir sakıncası yok, tersine yararı vardır.
Bastırma: Hoş olmayan bir durumu göğüsleyip onunla mücadele etme yerine,
bazen böyle bir durumu görmezlikten gelme ya da yadsıma daha kolay gelir
insana. Bu yok sayma, çoğunlukla kişiye hoş gelmeyen durum --unutularak--
yapılır.
Savaşta en yakın arkadaşını kazayla vuran ve onun ölümüne neden olan
kişi, kendi dikkatsizliği sonucu ortaya çıkan bu olayı, bir süre sonra
unutmuştur. Aynı şekilde, oğlunun aşırı politik akımlara kapılarak bir
genci öldürdüğünü öğrenen baba, oğlu hapisten çıktıktan sonra böyle bir
olayı hiç anımsayamaz.
Aslında beyindeki unutma mekanizması her insanda bir ölçüde otomatik
olarak işler. Kişinin sürekli acı duymasını önlemesi açısından bastırmanın
yararları vardır. Ancak bu yola bireyin gerçekle ilgisini kesecek derecede
ve sıklıkta başvuruluyorsa, o zaman uyum zorluğu görülür ve sonuçta daha
fazla sorunları olan bir kişilik ortaya çıkar.
Örneğin, birbirini seven bir çift, ellerine geçen parayı nasıl
harcayacakları konusunda anlaşamıyorlar. Kadın, --para harcamak, daha
rahat yaşamak içindir;-- diye düşünürken koca, --tasarruf etmek, gelecek
için para biriktirmek gerekir;-- biçiminde düşünür. Birbirlerini
sevdiklerinden, bu çift para harcamayla ilgili düşünce ayrılıklarını
görmezliğe gelip, bu sorunu bastırabilir. Ama zamanla, göz yummuş
oldukları bu uyuşmazlık, aralarındaki ilişkiyi sarsıp zedeler. Bu çiftin
aralarındaki anlaşmazlık noktasını bir an önce saptayıp, bu konuda
ikisinin de uzlaşabilecekleri bir anlaşmaya varmaları, daha uyumlu ve daha
sağlıklı bir davranış olurdu.
Duygusal yalıtım ve soğukluk (Apati): Bir zamanlar önem verdiği ve
kendini ortaya koyduğu bir ilişkide incinmiş, kırılmış bir kimse, bu tür
ilişkilere karşı duygusal bir soğukluk geliştirebilir.
Sözgelişi, sevdiği ve duygusal olarak bağlandığı bir kimseden çok acı
çekerek incinen bir genç kız, kendini tümüyle derslerine adayıp başka
hiçbir erkeğe yüz vermemeye başlayabilir. Sevme, sevilme, ona göre
gerçekte varolmayan duygulardır artık. Hele erkekler bu tür duygulardan
hiç anlamazlar. Onun için bir erkeğe duygusal olarak bir daha yaklaşmamak
gerekir. Önemli olan okulu bitirmek, bir meslek sahibi olmak, anne ve
babanın uygun gördüğü biriyle evlenmek, yaşamdan duygusal doyum
beklememektir.
Böyle bir genelleme kuşkusuz herkesi kapsamaz. Özel olarak kırıldığı ya
da kızdığı kişiye dönük bir duygusal soğukluk geliştirebilir. --Zaten
benim için o kadar önemli bir insan değil ki! Benim ona ihtiyacım yok,--
gibi bir tutum takınarak kendini uzak tutar.
İster genel, isterse özel olsun, duygusal soğukluk ve yalıtım bireyi
gerçek sorunla ilgilenmekten ve soruna bir çözüm getirmekten alıkoyar.
--Zaten benim için önemli değil,-- diyerek ilişkiyi kesmek, söz konusu
kişiyle arada varolan sorunları çözmeyi, bu yolda herhangi bir girişimi ve
ilerlemeyi olanaksız hale getirmek demektir. Böyle bir tavırla, ilişkinin
niteliğinin değişerek sürmesi de söz konusu olamaz; boşanan eşlerin
evlilik ilişkilerini dostluğa dönüştürememeleri gibi.
Yer değiştirme: Kızgınlık ve düşmanca duygular, bunlara yol açan
kimselere değil de, daha az çekinilen kimselere yöneltilirse, yer
değiştirme türünden bir savunucu davranış ortaya çıkar.
Örneğin, dışarıya oyuna çıkmadan önce odasını iyice derleyip toplaması
söylenen çocuk, kızgınlığını küçük kardeşine bağırarak gösterir. Çünkü
annesine bağıracak olursa dayakla ya da başka bir şekilde
cezalandırılacaktır.
Kişi, bazen neye kızgın olduğunu pek bilmeden, sinirli ve kızgın bir
hava içinde bulunabilir; böyle zamanlarda, karşısına kim çıkarsa, ona
kızmaya, onun her yaptığında kusur bulmaya hazırdır. Bu tür durumlarda,
duygularının farkına varabilen kimse, olgun bir kimsedir; böyle bir ruh
hali içinde olduğunu anlayınca, karşılaştığı kimselere, özellikle o gün,
biraz daha hoşgörülü davranmaya özen gösterir.
Karşı saldırı: Eleştirildiği zaman, insanların çoğu, eleştiri konusu
olan şeylere cevap verecek yerde, çoğu kez eleştirene hücum ederek kendini
korumaya yönelir. Beşinci Bölümde tartışılan kavramlar içinde söylenirse,
iletişimi içerik odağından, ilişki odağına kaydırır. Kişinin davranışı ya
da kişiliğiyle ilgili bir eleştiri karşısında, bunu yapana, --Sen kendini
ne sanıyorsun?!-- diye kızgın bir tonla saldırıldığı olur. Eleştirilen
noktalarla ilgili olmayan konulara saparak, karşıdakinin eleştirilecek
yönleri ortaya çıkarılmaya çalışılır. Oysa bu davranış, karşıdakini daha
da savunucu yapar; böylece o kişiyle gerçekleştirilmeye çalışılan
iletişimi, savunucu bir iletişim haline dönüştürür.
İletişimde savunuculuk arttıkça ne konuşulduğu önemini yitirir, kimin
konuştuğu önem kazanmaya başlar. Böylece bir sorunu çözmek, bir konuyu
aydınlığa kavuşturmak amaç olmaktan çıkar, karşıdaki kişiyi rahatsız
etmek, kalbini kırabilmek temel amaç olur. Sonuç olarak da, konuşmaya
başladıkları andakine oranla birbirine daha kızgın, daha düşmanca
duygularla dolu iki insan ortaya çıkar; herhangi bir sorun çözülmüş ya da
aydınlığa kavuşturulmuş olmaz.
Aşağıda savunucu iletişime ve bunun karşıtı olan açık iletişime iki
örnek vermek istiyorum. İki iletişim üslubu arasındaki fark daha iyi
belirsin diye aynı kişiler, aynı konuda konuşturulmuştur.
Örnek 1
Kadın : --Eve geldiğin zaman hemen gazeteyi eline alıp misafir odasına
çekileceğine, --Merhaba karıcığım--, deyip biraz güleryüz gösterebilir ve
benimle konuşabilirdin!... Ben senin hizmetçin değilim. Bunun
farkındasındır, umarım!...--
Koca : --Yorgun geldiğimi farketmedin mi? Birazcık ilgi duysaydın ne
denli yorgun geldiğimi görürdün!.. Akşama kadar bankada müşteriyi memnun
etmeye çalışıyorum. Eve gelince de hanımefendiyi mi memnun edeceğim?..
Bıktım senin bu tür konuşmalarından!.. Şımarık bir küçük kız gibisin...
Hep ilgi bekliyorsun!.. Birazcık da sorumlu bir ev kadını gibi düşünüp
davransana!..--
Kadın : --Sensin şımarık çocuk aslında!.. Neymiş efendim? Beyefendi
bankada yoruluyormuş!.. Ben sanki yorulmuyorum. Bütün gün öğrenci denen o
zibidilere laf anlatmaya kalk, sonra eve gel çocuklarla uğraş, ev işlerini
yap, beyefendinin yemeğini hazırla... Ben senden üç kat tazla iş
yapıyorum, biliyor musun sen?!..--
Koca : --Kes sesini be! Dır dır dır!.. Çeker gider lokantada yerim. Hiç
olmazsa senin dırdırını dinlemem. Bıktım be!..--
Kadın : --Haydi git öyleyse. Defol git! Seni tutan yok. Kendini adam mı
sanıyorsun sen?..--
Örnek 2
Kadın : --Eve geldiğin zaman hemen gazeteyi eline alıp misafir odasına
çekileceğine, --Merhaba karıcığım--, deyip biraz güleryüz gösterebilir ve
benimle konuşabilirdin!... Ben senin hizmetçin değilim, Bunun
farkındasındır, umarım!...--
Koca : --Merhaba karıcığım. Özür dilerim. Emin ol seninle her zaman
konuşmaktan zevk alırım. Ayrıca seni özledim de... Fakat bugün gerçekten
yorgunum. Ama sen yine de haklısın. Biraz oturup gazeteyi okuyacaktım.
Neyse önemi yok bunun. Önce beş, on dakika mutfakta seninle sohbet edeyim.
Anlat bakalım günün nasıl geçti?..--
Kadın : --Ben de senden özür dilerim. Okulda öğrenciler o kadar saygısız
ve söz dinlemez hale geldiler ki, çok canım sıkılıyor. Hıncımı bilmeden
senden çıkarıyorum, belki de... Kusura bakma... Böyle zamanlarda sana iyi
davranamıyorum. Daha yumuşak konuşabilirdim.--
Koca : --Anlıyorum, hayatım. Gerçekten yorgun ve sinirlisin. Sana biraz
yardım edeyim. Hem konuşalım, hem yemeği hazırlayalım. Sen bana kızsan da
ben aldırmam, çünkü beni sevdiğini ve değer verdiğini biliyorum!--


SAVUNMA MEKANİZMALARI GÜNLÜĞÜ
Kişilerin davranışlarında gözlenebilen temel psikolojik savunma
mekanizmalarını, ana hatlarıyla inceledikten sonra, şimdi, kendi
davranışlarımıza dönelim ve aşağıdaki uygulama yoluyla, günlük yaşamımızda
yer alan insan ilişkilerinde, ne tür savunma davranışları gösterdiğimizi
gözlemleyelim.
1. İki, üç gün, günlük yaşamınızdaki iletişimleri gözleyerek ne zaman
savunucu olduğunuzu bulmaya çalışın. Kişinin kendinin savunucu olduğu
zamanların farkına varması zordur, ama daha önceki okuduklarınızı
gözününde tutarak bu zor işi başarabilirsiniz. Bedeninizin belirtilerine
duyarlık gösterirseniz, işiniz daha da kolaylaşır. Kendinizi aldattığınız
ve savunucu mekanizmalardan birini kullandığınız zaman, vücudunuz büyük
bir olasılıkla buna bir tepkide bulunur. Vücudunuzun bu tepkilerini
saptayabilirseniz, nasıl ve nerede savunma yaptığınızın daha çabuk farkına
varabilirsiniz.
2. Değişik kişilerle etkileşimde bulunduğunuz zaman savunuculuğunuzda
farklılık oluyor mu?
3. Savunucu olduğunuzu düşündüğünüz her ilişkiyi tanımlamaya çalışın.
Kişinin sizinle olan ilişkisini (arkadaş, eş, müdür, vb.) mümkün olduğu
kadar ayrıntılı bir biçimde anlatın. Bu durumda hangi savunucu mekanizmayı
kullandığınızı tanımaya ve adlandırmaya çalışın.
4. Savunucu bir iletişim olduğu anda, bunu hemen kısaca yazmaya çalışın.
Birkaç gün bekledikten sonra yazarsanız, geçen zaman süresinde olayı
algılayışınız değişmiş olabilir.
5. Tuttuğunuz bu günlüğü bir arkadaşınızla paylaşabilir ve sizin
gözlemlerinizle ilgili olarak onun ne düşündüğünü sorabilirsiniz. Acaba
arkadaşınız kendisinin savunma mekanizmalarıyla ilgili böyle bir günlük
tutmak ister mi? Böyle bir günlük tutarsa bulduğu sonuçları birlikte
tartışmayı gerçekleştirebilir misiniz?


SAVUNUCU İLETİŞİM NE ZAMAN ARTAR?
Bu konuda yapılan bir araştırmadan kısaca söz etmek yerinde olur.
Landfield (1954), bireyin güvenliği ve kendi hakkındaki beğenisi tehdit
edildiği zaman, savunucu davranışın arttığını gözlemlemiştir. Bu tür
tehdit durumları, daha çok bireyin kendisi için önemli olan ve onun
davranışlarını değerlendirebilecek mevkide bulunan kişiler (patronu,
amiri, öğretmeni vb.) çevresinde olduğu zaman, ortaya çıkar. Landfield,
insanların iki tür tanışığı olduğunu söyler: Tehdit edici olan ve olmayan
tanışıklıklar. Tehdit edici olmayan tanışık, bireyin davranışını
değiştirmek istemez, onun duygularını, düşüncelerini, tutumlarını olduğu
gibi öğrenmek amacındadır; bunun ötesine geçip, --Şunu şöyle yapmalısın!--
demez ve bu nedenle savunuculuğa yol açmaz. Tehdit edici tanışıklarla
kurulan iletişimdeyse savunucu özellik kendisini daha sık gösterir.
Davitz (1959) ise, çevresindeki insanları tehdit edici olarak görmenin
ya da görmemenin, büyük ölçüde iletişim kuran kişinin algılayış biçimine
bağlı olduğunu gözlemlemiştir. Korku dolu ve endişeli kimselerin
çevresindekileri çoğunlukla tehdit edici olarak gördükleri saptanmıştır.
Bu tür insanlar, içinde bulundukları kişiler arası ilişkiler çevresini,
cezalandırıcı bir çevre olarak algılarlar. Bu kişiler, büyük bir
olasılıkla, cezalandırıcı bir ortamda yetişmişlerdir; cezalandırıcı
gelişim ortamında, başkalarından korkmaya ve kendilerini sürekli koruma
gereğine koşullanmışlardır. Çünkü, çocukken aldıkları mesajlar, genellikle
olumsuz eleştiri, gülünç duruma sokulma, reddedilme, aldatılma, hakaret,
küçük düşürülme ya da önemsenmeme gibi olumsuz içeriğe sahiptir. Böyle bir
çevreden gelen çocuğun sık sık savunucu olması doğal değil midir?
Hangi tür çevreler ne gibi tipleri yetiştiriyor, sorusuna ilişkili
olarak yaptığı çalışmada, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinden
Yıldız Kuzgun, ana-babaların otoriter, demokratik ya da ilgisiz
tutumlardan birine sahip olmasıyla, çocukların kendini gerçekleştirme
dereceleri arasındaki ilişkiyi araştırmıştır (Kuzgun, 1973).
Varoluşçu-insancıl adı altında bilinen psikoloji okuluna göre, kendini
gerçekleştirme güdüsü, insanların temel faaliyet kaynağını oluşturur.
Kuzgun, kendini gerçekleştirmenin belirtileri olarak şu davranışlar
üzerinde durmuştur:
-Zamanı iyi kullanma,
-Desteği dıştan değil, içten alma,
-Duygusal bakımdan açık olma,
-İçten geldiği gibi davranma
-Kendine saygı duyma,
-Kendini kabul etme,
-İnsanın temelde iyi bir yaratık olduğuna inanma,
-Uzlaştırıcı bir yaklaşım içinde olma,
-Saldırganlık eğilimlerini gerçekçi bir tutumla kabullenme,
-Yakın ilişki kurabilme yeteneğine sahip olma.
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, demokratik tutuma sahip olan
ailede yetişmiş bireyler, kendilerini daha çok gerçekleştirebiliyorlar.
Soğuk ve sert disiplinli otoriter ortamda yetişen gençlerinse, kendilerini
gerçekleştirme yönünden daha başarısız oldukları görülmüştür. İlgisiz
tutum içinde yetişenler de, kendini gerçekleştirme yönünden geri kalmışlık
gösterir, ancak otoriter ortamda yetişenler kadar başarısız olamaz.
Kuzgun'un araştırmasında kendini gerçekleştirme belirtileri olarak
sayılan davranışlarla, açık iletişim belirtileri olarak sayılan
davranışlar arasında büyük bir paralellik göze çarpar. Bu paralelliğe
dayanarak, demokratik ortamda yetişenlerin, otoriter ortamda yetişenlere
oranla, iletişim davranışlarında daha az savunucu olduğu söylenebilir.
Lichtenber (1955), --Bir kişinin duygusal olgunluk derecesiyle kurmuş
olduğu iletişim türü arasında bir ilişki var mı?-- sorusu üzerinde durmuş
ve duygusal yönden henüz olgunlaşmamış kimselerin reddetme, karşı çıkma ve
karşısındakinin söylediğinin tersini söyleme davranışlarını daha fazla
gösterdiklerini saptamıştır. Olgun kimselerse, --daha önceden söylenenleri
gözönünde tutma--, --ne söyleyeceklerini planlı bir biçimde önceden özet
olarak karşıdakilere belirtme-- gibi davranışları daha sık gösterirler.
Duygusal yönden olgun olan kimselerde gözlenen bu tür davranışların,
iletişimde bulunan kişilerin aralarındaki fikir ayrılıklarını daha açık
bir biçimde görmelerine yardım ettiği saptanmıştır.


SAVUNUCULUK İLETİŞİMİ MAHVEDER
İlişki içinde bulunan iki kişiden biri savunucu olmaya başlayınca,
iletişim hızlı bir biçimde bozulmaya başlar. Öyle anlar olur ki, bütün bir
yaşam boyu önemle koruduğumuz bazı ilişkiler, savunucu bir iletişimin
sonunda, bir anda mahvolup gidebilir. --Hangi tür iletişim savunucudur,
savunucu iletişim nasıl ortaya çıkar?-- konularında bilinçlenmiş kişi,
insan ilişkilerinde bu tür kayıplara uğramama yönünden daha şanslıdır. Bu
nedenle savunucu iletişimle onun karşıtı olan açık iletişim üzerinde biraz
daha durmakta yarar vardır.


SAVUNUCU YA DA AÇIK İLETİŞİMİ NASIL TANIRIZ?
İletişim sürecinde savunucu tutumun nasıl belireceğini Gibb (1961) sık
sık kaynak olarak kullanılan bir makalesinde ele almıştır.
Gibb, şu temel varsayımdan hareket eder: İletişim bir dil işlemi değil,
bir insan sürecidir. İletişimde ilerleme sağlayabilmek için, insanlar
arasındaki ilişkilerde bir gelişim, bir ilerleme gerçekleştirmek gerekir.
Kişiler arasındaki ilişkiler bozuk bir temele oturmuşsa, iletişimde
kullanılan dil ne kadar kaliteli olursa olsun, iletişimde bir ilerleme
görülmez.
İletişimde en başta gelen bozuk temellerden biri, savunuculuktur.
Savunuculuk, bireyin benlik bilincini koruma gereksinmesinden kaynaklanır.
Savunucu durumda olan kişi, zihin gücünü söz konusu edilen konudan çok,
kendisini savunmaya harcar. Konudan söz etmek yerine, karşısındakine nasıl
göründüğünü düşünür. Karşıdakini nasıl alt edeceğine, tartışmayı nasıl
kazanacağına, nasıl baskın çıkacağına, karşısındaki sözlü saldırıda
bulunursa nasıl karşı koyacağına zihnini yorar.
Bir kimse savunucu bir biçimde konuşursa, dinleyicide de kendiliğinden
savunucu bir tutum uyanır. İletişimdeki savunuculuk kendini sadece sözlü
iletişimde değil, beden hareketlerinde, yüz ifadelerinde ve sesin tonunda
da gösterir. Bu ipuçları, söylenen sözlerle beraber, dinleyiciyi daha da
savunucu hale getirir ve savunuculuğu gittikçe artan kişi karşısındakinin
niyeti, değerleri ve duygularını algılayamaz hale gelir.
Yapılan araştırmalar, savunma özelliği arttıkça, iletişimdeki verimin
düştüğünü, savunma azaldıkça, mesajın anlamına ve yapısına daha da dikkat
edilebildiğini göstermiştir. Savunuculuk azaldıkça Kaynak (konuşan) ve
Hedef (dinleyen) Birimlerin iletişimi bozacak türden yanlış algılamalardan
uzaklaştıkları görülmüştür. Savunuculuğun az olduğu açık iletişim
ortamında, iletişimde bulunanlar mesajın yapısı ve içeriğine daha çok
dikkat ederler.


SAVUNUCU VE AÇIK İLETİŞİMİN
TEMELİNDE YATAN TUTUMLAR
Savunucu ve açık iletişimin temelinde aşağıdaki tutumlar yatar:
Savunucu iletişim:
Yargılayıcı tutum
Denetlemeye yönelik tutum
Belli bir strateji izleyen planlı tutum
Aldırmaz, umursamaz tutum
Üstünlük belirten tutum
Kesin tutum
Açık iletişim:
Tanıtıcı tutum
Soruna yönelik tutum
Plansız, kendiliğinden oluşan tutum
Anlayış, duygusal yakınlık gösteren tutum
Eşitlik belirten tutum
Denemeci tutum
İletişim sürecinin tümü içinde bu tutumlar çeşitli derecelerde kendini
gösterir. Bir kimsenin iletişimi, tek bir tutumu yansıtmaz; farklı
tutumlar birbiri içine kaynaşmış olarak ortaya çıkarlar.
Örneğin, bir yerde yargılayıcı bir tutum gösteren biri, bunun ardından
anlayış ve yakınlık tutumlarını da belirtebilir. Böyle durumlarda
dinleyici ne yapacağını bilemez; karşısındakine kızsın mı, yoksa onu
sevsin mi bir türlü karar vermez. Günlük yaşamda gözlemlenen
iletişimlerde, savunucu ve açık iletişim tutumları birbirleriyle değişik
türlerde ve çeşitli derecelerde birleşim gösterebilirler. Anlatımı
kolaylaştırmak amacıyla, birbirine karşıt olan iki tutumu diğerlerinden
ayrı olarak ele alıp inceleyeceğiz.
Yargılayıcı tutum: Yargılayıcı tutum savunuculuğu arttırır. Eğer
dinleyici, konuşanın ses tonundan, davranışından yargılandığı,
değerlendirildiği izlenimi alıyorsa, savunucu bir tutum içine girer.
Konuşan kişinin mevkii, yaşı, dinleyenle geçmiş ilişkilerinin türü,
savunucu tutumun ne zaman ve ne ölçüde ortaya çıkacağını etkiler.
Çocukları yetiştirirken anne ve babalar sürekli olarak, çocuğun
davranışlarını --iyi--, --kötü--, --ayıp-- biçiminde değerlendirdiğinden
küçük yaşta yargılama tutumu bireyin içine yerleşir ve çoğu kere birey,
gelen mesajları bu eğilim içinde değerlendirir.
İki örnekle açıklamamızı daha somutlaştıralım:
Deprem bölgesinde bulunan bir evde, orta şiddette bir zelzele sonucu ev
sallanmaya başlayınca, çocuğunu merak eden anne, --Can neredesin!-- diye
seslenince, çocuk içerden korkak bir sesle, --Ben yapmadım anneciğim!--
diye cevap verir.
Çocuk eski beklentileri çerçevesinde bu sorunun altında bir suçlama, bir
yargılama algılamıştır.
Beni ziyarete gelmiş bir öğrencim, sigara içmekteydi; konuşmaya
başladık. Bir süre sonra yakınımda duran sigara tablasını onun yanına
koydum. Öğrencim biraz mahçup bir sesle, --Külü yere atmıyordum, çöp
sepetine atıyordum, hocam!-- dedi.
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, sürekli yargılanarak
büyütülmüş olan birey, otorite karşısında anında savunma davranışına
başvurur.
Tanıtıcı tutum: Tanıtıcı tutum içinde olan kimse, karşısındakinin kuşku
ve korkularını uyandırmadan iletişimde bulunur. Bu tutumun öteki kişi ya
da kişileri tehdit edici, yargılayıcı bir özelliği yoktur; olduğu gibi
kabul edilir; örtük veya dolaylı da olsa --iyi ya da kötü-- biçiminde bir
değerlendirme getirmez.
Tanıtıcı tutumla dile getirilen masajlar ne kadar belirgin olursa, o
denli az yanlış algılama olur. Örneğin, ben sigara tablasını öğrencinin
yakınına koyarken, --Sana daha yakın olur;-- deseydim, onun savunucu
tutumu belki de harekete geçmeyecekti. Kişiler birbirinden çekiniyor ve
kendileri hakkında herhangi bir değerlendirmenin söz konusu olabileceği
kuşkusu içinde bulunuyorlarsa (ki bu kuşku bilinçüstü ya da bilinçaltı
olabilir), tanıtımcı mesajın daha açık seçik olarak verilmesi gerekir.
Karşılıklı güven bir kez kurulduktan sonra, bireyler mesajlarını
oluştururken pek özen göstermeseler de, yanlış anlaşılma ve yorumlanma
ender olarak ortaya çıkar.
Denetlemeye yönelik tutum: Denetlemeye yönelik tutum, konuşanın
dinleyiciyi denetleme, belirli bir yöne çekme ya da fikrini değiştirme
gibi amaçlar taşımasını içerdiğinden, bunu sezen dinleyicinin savunuculuğu
artar. Bu tutumun temelinde yatan varsayım, dinleyenin konuşandan daha
yetersiz, daha aciz olduğudur. Konuşan kimse, denetleme tutumuyla örtük ya
da açık bir biçimde, dinleyeni --bilgisiz--, --kendi başına karar
vermekten aciz--, --henüz olgunlaşmamış--, --akılsız--, --yanlış yolda
olan biri-- olarak gördüğünü ifade eder. İletişimde örtük bir biçimde yer
alan bu mesaj, dinleyicide savunucu tutumun doğmasına yol açar.
Denetleme tutumu, kendini çeşitli biçimlerde gösterebilir: Dinleyicinin
belirli bir konudaki tutumunu değiştirmeyi isteyebilir ya da davranışını
belirli bir biçimde yönlendirmeyi düşünebilirsiniz. Bireyin belirli bir
faaliyetini sınırlandırmak için de iletişimde bulunabilirsiniz.
Dinleyicinin savunuculuk davranışının derecesi, sizin denetlemeye
çalıştığınız konuyla kendini ne kadar özdeşleştirdiğine, başka bir
ifadeyle, bu konunun dinleyicinin benlik kavramıyla ne ölçüde ilişkili
olduğuna bağlıdır. Bireyin bağlı bulunduğu, duygusal ve düşünsel açıdan
kendinin bir parçası olarak gördüğü konularda, savunuculuğu yüksek olur;
benliğiyle pek ilgisi olmayan konularda ise, denetlemeye aynı ölçüde
tepkide bulunmaz.
Soruna yönelik tutum: Soruna yönelik tutum içinde olan kişiler,
kendilerini belirli bir işi yapmakla sorumlu görerek konuşmayı
sürdürürler. Bu tutum içinde karşıdaki kişiden katkı beklenir, çünkü
sorunun tartışılarak çözüleceği, her iki tarafça kabul edilmiştir.
--Önceden doğruluğuna karar verilmiş-- belirli bir çözüm yolunu zorunlu
kabullenme değil, sorunu beraberce tanıma ve çözüm yollarını arama bu
tutumun gereğidir.
Aşağıdaki örnekte, bir baba, lise son sınıftaki oğluyla denetleyici bir
biçimde konuşmaktadır.
Baba : --Oğlum, biliyorsun ben bir memurum: Sizleri okutmak için annen
ve ben birçok fedakarlıkta bulunduk. Allaha şükür, sizler de çalıştınız ve
hiç takıntısız bu aşamaya ulaştınız. Şimdi bir meslek seçme sırası geldi.
Ben senin doktor olmanı istiyorum. Bugün doktorlukta çok para var. Uzman
bir doktor, hergün iyi para kazanır. Ben çok sıkıntı çektim, doktor
olursan sen sıkıntı çekmezsin. Maşallah zekisin, hangi fakülteyi istesen
girebilirsin.--
Oğlu : --Baba ben doktorluğu sevmiyorum, çünkü bütün gün hasta
insanlarla uğraşmak istemiyorum. Ne kadar kazançlı meslek olursa olsun,
sürekli hastalıkla uğraştığım zaman hayatımdan memnun kalamam. Benim ilgi
alanım daha çok iş hayatında... Onun için ben işletme fakültesine gitmek
istiyorum. Orada okurken bir yandan da yabancı dilimi güçlendireceğim. Bu
fakülteyi bitirdikten sonra, iki yıl içinde yurt dışına gidip; işletmede
uzmanlık derecesini alacağım.--
Baba : --Senin yurt dışında falan işin yok. Oraya gidip belki de
dönmezsin. Haluk Bey'in oğlu Vural gitmişti, ne oldu?.. Orada bir yabancı
kızla evlendi... Şimdi hem annesi hem de babası, --Keşke okutmasaydık da,
burada bizimle kalaydı oğlumuz-- diyorlar!--
Oğlu : --Ama baba, Vural'ı örnek göstererek bana engel olmanız aklıma
yatmıyor. Ayrıca, Türkiye'de iş hayatının gelişmesini istiyorum. Türkiye
iyi iş adamı çıkaramadığı için, yabancılar iş alanlarını kapıyor. Ayrıca
iş hayatından zevk alıyorum. Geçen yaz Abidin Amca'nın yanında çalışırken
bunu ne kadar sevdiğimi anladım.--
Baba : --Abidin Bey'in babası zenginmiş, sermaye vermiş oğluna. Benim
sana verecek bir şeyim yok. Ben sana ancak öğüt verebilirim, yol
gösterebilirim. Sen gel benim sözümü dinle. Sonraki pişmanlık fayda etmez.
Sen tıp fakültesine gir ve doktor ol, yavrum. Babanın sözünü dinle.
Biliyorsun, ben her zaman senin iyiliğini isterim.--
Oğlu : --Babacığım, ben senden para istemiyorum ki!.. Ben iyi bir iş
yöneticisi olduktan sonra zamanla kendi işimi kurarım. Kusura bakmayın
ama, ben tıp fakültesine gitmeyeceğim. Bu meslekte yaşayacak olan benim,
siz değilsiniz... Bana öyle geliyor ki, --Oğlum doktor-- demek için, beni
istemediğim bir mesleğe itmeye çalışıyorsunuz.--
Baba : --Sana tatlı söz yaramıyor galiba!.. Kalın kafalı!.. Eşşek
herif!.. Yazıklar olsun sana verdiğim emeklere. Ben senin iyiliğini
düşünüyorum. Sen kalkmış burada bir de bana karşı geliyorsun. Git, defol
karşımdan. Ne halt edersen et. Bir daha bana gelip hiçbir konuda akıl
danışma... Anlaşıldı mı? Git, gözüm görmesin seni!--
Delikanlı dışarıya çıkarken, kapıyı sert bir şekilde kapatır.
Aynı kişiler soruna yönelik bir tutum içinde konuştuklarında ortaya
farklı bir iletişim çıkar:
Baba : --Oğlum, biliyorsun ben bir memurum. Sizleri okutmak için annen
ve ben birçok fedakarlıklarda bulunduk. Allaha şükür, sizler de çalıştınız
ve hiçbir takıntısız bu aşamaya geldiniz. Seçeceğin meslekle ilgili olarak
bugün seninle konuşmak istiyorum. Ne düşünüyorsun oğlum, hangi meslekleri
aklından geçiriyorsun? Benimle bu konuda konuşmak ister ve hangi fakülteye
gideceğine dair düşündüklerini paylaşırsan memnun olurum--
Oğlu : --Babacığım ben de aynı şeyi düşünüyordum. Benim sizin
düşüncelerinize ne kadar önem verdiğimi bilirsiniz. İşletme fakültesine
gitmek istiyorum. Geçen yıl Abidin Amca'nın yanında çalışırken iş hayatını
sevdiğimi farkettim. İşletme fakültesini bitirdikten sonra da iki yıl
kadar dışarıya gidip aynı konuda uzmanlık derecesi almak istiyorum--
Baba : --Oğlum, Abidin Bey'in babası zengindi. İşadamı olmak herhalde
hoşuna gitti. Ama sen kendi işinde mi çalışacaksın? Yoksa zengin bir
işadamının yanında yönetici olarak mı çalışacaksın?.. Bu ikisi arasında
bir fark görüyor musun?..--
Oğlu : --Görmez olur muyum baba!... Haklısın! Ben işadamı olmak
istiyorum. Başka birinin yanında maaşlı olarak çalışmak istemiyorum--
Baba : --Bu noktada bir şey söylemek istiyorum, oğlum. Biliyorsun, ben
varlıklı bir kimse değilim. Hem annen, hem ben varlıklı ailelerden
gelmedik. En büyük zenginliğimiz sizlersiniz, sizlerle iftihar ediyoruz.
Servetim olsa sana büyük güvenim olduğu için hiç tereddütsüz veririm.
Fakat yok. İşadamı olmak istiyorsan, işini kurman için gereken sermayeyi
nereden bulacağın konusunu da rastlantıya bırakmaman gerekir. Yoksa ilerde
bunalım geçirirsin. Şimdi sana sorum şu: İşini başlatabilmen için gereken
sermayeyi nereden bulmayı düşünüyorsun?--
Oğlu : --Bu konuyu tüm ayrıntılarıyla düşünmedim. İçimde bir güven var,
sanki bir insan bir şeyi yapmayı gerçekten isterse mutlaka varmak istediği
herefe ulaşır...--
Baba : --Evet oğlum, azmin elinden kurtulan pek bir şey yoktur. Fakat
sermaye edinmek uzun süre alabilir. Para herkesin önem verdiği bir
konudur. Bu konuda hayallerle gerçekleri karıştırmak acı sonuçlar
doğurabilir. Onun için sermaye bulup iş başlatma konusunda senin mümkün
olduğu kadar gerçekçi davranmanı istiyorum--
Oğlu : --Evet, anlıyorum baba... Bu konuda düşünmem gerekiyor. Belki de
karar vermeden önce gidip bir de Abidin Amca'nın fikrini alayım. Belki
senin, benim aklıma gelmeyen bir yönü gösterebillr.--
Baba : --Güzel! Fikir almaya açık olman hoşuma gitti. Sırf kendi kafan
içine kapalı kalma. Dinle, düşün, dene, sonunda yine sen karar ver. Fakat
önce fikir al, ondan sonra kendin karar ver. Şimdi benim sana bir önerim
var, madem ki fikir almaya bu kadar açıksın, bunu sana rahatlıkla
söyleyebilirim. Doktor olmayı hiç düşündün mü? Yararlı ve iyi kazancı olan
bir meslek!..--
Oğlu : --Hasta kimselerle sürekli ilişki içinde olmak, sanki beni
öldürürmüş gibi bir duygu var içimde. Ama yine de bir meslek olarak
üzerinde düşünmem gerekir.--
Baba : --Bu konuda düşünmek istemene memnun oldum. Fakat şunu bilmeni
isterim; sen hangi mesleği seçersen seç, senin verdiğin karara saygı
duyacağım ve şimdiye kadar olduğu gibi sana hep yardımcı olmaya
çalışacağım--
Oğlu : --Sağ ol baba. Başkalarının babası çocuklarının her dediklerini
yapmalarını beklerken, sen bana hep karar verme özgürlüğü tanıdın.--
Belli bir stratejiyi izleyen planlı tutum: Belli bir stratejiyi izleyen
planı tutum, konuşanın amaçları konusunda dinleyiciyi kuşkuya
düşürebileceğinden, savunucu tutum yaratır. --Bakalım bunun altından ne
çıkacak?-- gibi bir düşünce, dinleyicinin kendini savunmaya hazırlamasına
yol açabilir. Sözgelişi, sizi telefonla arayan bir tanıdığınızın şöyle
dediğini düşünün: --Sizi ne kadar sevdiğimi bilirsiniz. Hep aklımdasınız,
bir türlü ziyaretinize gelmek mümkün olamadı... Nasılsınız abi?
Afiyettesiniz inşallah... Yengem de iyi mi? Çocuklar nasıl? Güzel,
güzel... Allah iyilik versin. Bir hatırınızı sorayım dedim. Ha, abi, bir
sorayım unutmadan, bana bir milyon lira borç verebilir misiniz?--
Plansız, kendiliğinden oluşan tutum: Plansız, kendiliğinden oluşan
tutum, insana daha --doğal-- geldiğinden --sinsilik-- kuşkusu
uyandırmadığından, savunuculuğa yol açmaz. Telefondaki aynı kişinin size,
--Nasılsın abi? Sizi uzun süredir arayamadım, kusura bakmayın. Bir milyon
liraya ihtiyacım oldu da, siz aklıma geldiniz... Acaba verebilir
misiniz?-- dediğini düşünün.
Bu kişilerden hangisine karşı daha savunucu olursunuz?
Aldırmaz, umursamaz tutum: İki kişi konuşurken, biri umursamaz bir tavır
içinde, söylenen söze aldırmama davranışı gösteriyorsa, karşısındaki
kişide de doğal olarak savunucu bir tepki oluşabilir. Üçüncü Bölüm,
iletişimin ilişkiler düzeyini tartışırken, ilişki içinde bulunan
kişilerin, sürekli birbirlerini tanımladıklarını, bu tanımlanan kişinin o
ilişki içindeki benliğini kabul, red veya umursamama seçeneklerinden
birini ortaya çıkardığını söylemiştik. Hatırlarsınız, en olumsuz etki,
umursamama tavrından kaynaklanır. Burada, aynı konuya, tutumlar açısından
değiniyoruz; görüldüğü gibi umursamaz tutum, karşıdakini savunucu bir
tavır içine iter.
Anlayış, yakınlık belirten tutum: Umursamaz tutumun karşıtı
--duygudaşlık--tır. İletişimde, kişinin karşısındakinin duygu ve
düşüncelerine ilgi ve anlayış göstermesi, bunları önemsemesi, başka bir
deyişle, karşısındakinin duygularını, düşüncelerini ve içinde bulunduğu
durumu sanki kendi sorunları gibi görmesi --duygudaşlık-- olarak
adlandırılır. İletişimde bu tür bir tutum ağır bastıkça, savunuculuk
azalır, açık iletişim kendini gösterir.
Ancak, duygudaşlıktan başkalarının işine burnunu sokma anlaşılmamalıdır.
Özel yaşamınıza burnunu sokmaktan öte sizinle ilgilenmeyen bir kimse,
sorununuzu öğrendikten sonra, ya sürekli öğüt vererek sizi belirli biçimde
davranmaya zorlar ya da dedikodu yaparak sorununuzu başkalarına duyurur.
Bunun dışında sizle paylaşmak istediği başka bir şey yoktur. Bu tür
kimseler çoğu kez karşılarındaki kişiyi denetlemeye kalkarlar; anlayıştan
ve gerçekten yakın olma duygusundan yoksundurlar. Duygudaşlıkta kişinin
durumunu anlama ve bu anlayışa ulaştıktan sonra onu kabul etme, yalnız
bırakmama eğilimi vardır.
Üstünlük belirten tutum: Konuştuğu kimseden daha üstün olduğunu ima eden
kimse, sorunun çözümüne ortaklaşa eğilmeyi sağlayamaz. Gönderdiği
mesajların üstünlük ifade eden yanları öyle bir duygusal ağırlık kazanır
ki, mesajın içeriği algılanmamaya başlar. Başka bir deyişle dinleyici,
konuşanın söylediklerini dinleme yerine, bütün enerjisini kendini
savunmaya yöneltir:
Konuşan, iletişim süreci içinde mevki, kudret, zenginlik, zihni
yetenekler ve görünüş gibi türlü açılardan kendisini dinleyenden daha
üstün olduğunu hissettirirse, dinleyende savunuculuk davranışını
uyandırır. Savunuculuğu artan dinleyici, zihinsel enerjisini konuşanın ne
söylediğinden çok, --Şuna o kadar üstün bir kişi olmadığını nasıl
göstereyim?--, --Ondan aşağı olmadığımı nasıl göstereyim?-- --Ne yapayım
da şuna güzel bir ders vereyim?-- konusuna yöneltir.
Kendisini üstün göstermeye çalışan kişi, --sorunu birlikte çözmeye
girişmeyen, herhangi bir cevap beklemeyen, yardıma gerek duymayan,
karşısındakini küçük düşürmek amacıyla konuşan bir kişi-- olarak
algılanır.
Eşitlik belirten tutum: Dinleyici, konuşanın kendini üstün görmediğini
anlarsa, işbirliğine açık bir tutum içine daha kolaylıkla girebilir. Eşit
kişiler olarak iletişimde bulunan kimseler arasında karşılıklı güven ve
saygı söz konusudur. Gerçek yaşamda mevki, zihinsel yetenek farkları olsa
bile, --eşit iletişim tutumu-- insan insana düzeyde bu farkları önemsiz
yapar.
Kesin tutum: Hangi konuda konuşulursa konuşulsun, kimi insanlar kesin
bir ifade kullanmayı yeğlerler. Sanki kendileri o konuda bilinebilecek her
şeyi öğrenmiş ve bildikleri arasında bir karşılaştırma yaparak
kendileriyle karşılarındakiler için neyin iyi olduğunu bulmuşlardır. Bu
kimseler genellikle bir sorunu çözmek değil, her ne pahasına olursa olsun
tartışmayı kazanmak amacındadırlar. Mutlaka haklı olmak gereksinimini
duyarlar. Onlarca her şeyin kesin sonuçlara bağlı olma ihtiyacı vardır.
Kesin tutumlu kimse, dinleyende --kendi düşündüğünün dışında bir gerçek
kabul etmeyen, başkalarının düşüncelerini kendisininkine benzetmek için
baskı yapan kişi-- izlenimi uyandırabilir. Bu izlenim de dinleyicide
savunuculuğu körükler. Kesin tutumlu kimselerde hoşgörü düzeyi düşük
olduğundan, bu kişilerin iletişiminde savunuculuk birdenbire şiddet
kazanabilir.
Denemeci tutum: Kesin tutumun karşıtı tavır --denemecilik--tir. Denemeci
kişiler kendi inanç, bilgi ve tutumlarına eleştirici bir gözle bakıp,
bunlarla deneyler yapabilirler. Bu kişiler, karşısındakinin
söylediklerini, kendi düşünce ve tutumları kadar değerli bulma eğilimi
içindedirler ve sürekli olarak öğrenmek ve --gerçeği bulmak-- için çaba
gösterirler.
Kişinin bilinçaltı ya da bilinçüstü düzeyinde yer alan bazı temel
varsayımlar, kesin ya da denemeci tutumu ortaya çıkarırlar. Kişi çoğu kere
bu inançlarının, varsayımlarının bilincinde değildir. Ne var ki,
davranışlarını gözlediğinizde onun bu varsayımları temel aldığını
görürsünüz. Aşağıda, bu temel varsayımları ana hatlarıyla tanıttık.
İletişimde belirginlik, kesinlik gösteren kişinin temel varsayımları:
1. Bir konuyla ilgili olarak her şeyi bilmek ve bunları normal bir
iletişim sürecinde açık seçik ifade edebilmek mümkündür.
2. Bir konuya ilişkili değişik görüş açıları vardır. Ancak bunlardan bir
tanesi doğrudur. Yani bir tek doğru bakış açısı vardır.
3. Benim bakış açım en doğru bakış tarzıdır; benim bilgim en doğru
bilgidir.
İletişimde denemeci bir yaklaşım gösteren kişinin temel varsayımları:
1. Bir konuyla ilgili olarak her şeyi bilebilmek zordur. Her şeyi bilsek
bile bunları normal günlük iletişim içinde açık seçik ifade etmek olanağı
pek yoktur.
2. Bir konuyla ilgili birçok doğru bilgi; doğru bakış açısı olabilir.
Yani herkesin kendine göre --gerçek--leri vardır.
3. Benim bakış tarzım doğru olmayabilir. Benim bilgimden daha doğru
olanı bulunabilir.
Basit konularda bile, bu iki tutum arasındaki farkı görmek mümkündür.
Okullarda kullanılan tebeşirin ne olduğu ve neye yaradığı konuşulurken
bile, bu iki tutum arasındaki fark kendini gösterir.
Örneğin, kesin tutum içinde bulunan kişi tebeşirin yazı yazmaya
yaradığını, kireçten yapıldığını söyleyip bunun ötesinde başka bir şeyle
ilgilenmeyebilir. Denemeci tutum içindeki kimseyse, tebeşire yaklaşım
biçimlerinin her birine kendini açık tutar.
--Tebeşir beyaz bir nesnedir. Küçük, hafif, silindir biçimindedir.
Yenmez, ucuzdur, yazı yazmaya yarar... Tadı yoktur. Serttir. Düzgün bir
yüzeyi vardır. Suya koyunca erir. Uzunluğu 10 santim kadardır. Ülkemizde,
ufak da olsa, belirli bir sanayi oluşturur.--
Tebeşirle ilgili söylenecekler burada da bitmez: --Kalsiyum karbonattan
oluşmuş bir mineraldir. Kara tahtada arasıra gıcırtılı ses çıkarır.
Kolayca ufalanabilir. Okulların temel gereksinimlerinden birini oluşturur.
Çocukların oyunlarında da kullanılır. Yerli malıdır. Parçalandığı zaman
toz haline dönüşür. Taşımacılığı talaş içinde ya da koruyucu kutular
içinde yapılır. İnorganik bir maddedir, vb...--
Bu örnekte gösterilmeye çalışılan, basit bir maddeye bile kimyasal,
fiziksel, ekonomik gibi birbirinden farklı birçok bakış açısının
bulunabileceğidir. Bu görüşlerin, bu bakış açılarının her biri, kendi
içinde doğrudur ve geçerlidir.
Tebeşirle ilgili açıklanabilecek her şeyi söylemiş olduk mu acaba?
Eminim, hayır!.. Tebeşirle ilgili, yukarıdaki listeye benzeyen, belki de
ondan üç kez daha uzun, özellikler bulmak olanağına sahibiz.
Üstelik, konuşulan konular her zaman bu tür basit konular olmaz, çoğu
kez karmaşık, psikolojik ya da toplumsal olguların tartışılmasını da
kapsar. Tartışılan konunun --Türkiye'nin kalkınması-- gibi çok boyutlu bir
sorun olduğu düşünülürse, kesin tutumların yaratabileceği savunuculuk
tahmin edilebilir.

ENGELİ AŞMAYI BİLELİM
Kişiler arası doyurucu ilişkilerin ortaya çıkmasını engelleyen en önemli
etken savunuculuktur. Karşınızda nasıl konuşulduğu ve nasıl davranıldığı
zaman savunucu olduğunuz konusunda bilinçlenme kazanabilirseniz, bu tür
davranışların karşınızdakini de savunucu yapacağını kolayca anlamış
olursunuz.
Kuşkusuz her zaman açık iletişim yapılamaz. Doğal olarak bir kimse
sürekli riske giremez, yoksa yaralanıp acı duyabilir ya da zaman
yitirebilir. Ama bir insan sürekli olarak bir kafes içinde de yaşayamaz;
yaşarsa bile gelişemez, büyük bir yalnızlığa düşer ve --varolmayan-- bir
birey olarak, --otuzunda ölür, altmışında gömülür--.
Açık iletişim, her zaman, önce karşıdakinden beklenirse, başkalarına
bağımlı davranış vardır. Açık iletişimde bulunma, karşıdaki insanların
açık iletişimde bulunmasına bağlı olmamalıdır. Önce, bilinçli olarak riske
girme öğrenilmelidir. Çünkü yaşamdaki tüm kazançlar, az çok riskli
davranışlara dayanır. Bilinçlenme, gelişme, kendini gerçekleştirme yönünde
atılan adımlar, açık iletişim kurma riskini kabullenmeye bağlıdır. Açık
olur ve karşınızdakine güvenip, değer verirseniz, karşınızdaki de size
açık olur, güven duyar ve değer verir.

SÖZÜN KISASI
Günlük yaşamı dolduran birçok ilişki vardır; kimiyle ticari ilişkiler
kurulur, kimiyle yüzeysel konularda --laflanır--, bazı kimselerle de
dertler, sevinç, kaygı ve, özlemler paylaşılır. İç dünyamızı
açabileceğimiz --dost-- kimseler azdır. Görüşülen, konuşulan birçok insana
olduğu gibi değil, onların bizi görmek istediği biçimde görünmek isteriz.
Başka bir deyişle sosyal maskeler takarız, çünkü onlar tarafından kabul
edilmek, beğenilmek isteriz. Kendi benliğini değerli gören, kendine güveni
yüksek olan kimselerin, başkaları tarafından beğenilmeye gereksinimi daha
az, kendi benliğini değersiz gören, kendine güveni olmayan kişilerin ise,
daha çoktur. Bizi değerlendirme durumunda olan öğretmen; patron, müfettiş
gibi kimselerle konuşurken, onların beğenisini kazanmaya daha bir özen
gösterir, meskelerimizi daha sık kullanırız.
Kişi, yalnız başkalarınca mı beğenilmek ister? Hayır, kişi kendi
tarafından da beğenilmek, onaylanmak ister. Bu nedenle de hoş olmayan, can
sıkıcı, akılsızca bazı davranışlarını, kendine ve başkalarına --akla
yatkın-- gösterebilmek için giderim, tepki oluşturma, yansıtma ve özdeşim
gibi birçok psikolojik savunma mekanizmaları kullanır. Bu tür psikolojik
savunma mekanizmaları sayesinde öyle bir algılama çerçevesi oluşturur ki,
bu çerçeve içinde davranışları aptalca olmaktan çıkar, akla yatkın,
anlamlı davranışlar görünümüne bürünür.
İletişim kurulan kişinin konuşma biçimi de savunuculuk davranışını
etkiler. Yargılayıcı, denetleyici, üstünlük belirten bir tutum içinde,
kesin bir tavırla konuşan kişilere karşı daha savunucu olunur. Bu kişilere
iç dünya kapatılır, onlardan uzak durulur. Öte yandan karşıdaki, eşit
gören bir tutum içinde, soruna yönelik, denemeci yaklaşımla, anlayış
göstererek konuşursa; bu kişiye daha rahat açılır, daha az savunucu
oluruz. Bu tür ilişki kurabilen kişileri kendimize --dost-- ediniriz.

ALIŞTIRMA

İki Benliğimi Tanımliyorum
1. Bir kağıt ve kalem alın.
2. Kağıda ikiye ayıracak şekilde yukarıdan aşağı dikey bir çizgi çizin.
Bu bölümlerden solda kalanın üstüne İÇ BENLİĞİM, diğerine SOSYAL BENLİĞİM
başlıklarını yazın.
3. Sizi iç benliğinizle en iyi tanıyan yine kendinizsiniz. İç
benliğinizi en iyi temsil edecek sekiz sıfat yazınız. Bu sıfatların sizce
önemli olması gerekir; doğrusu yanlışı yoktur. Örneğin utangaç, korkak,
pasif, delidolu, verdiği sözü mutlaka tutan ve buna benzer nitelendirmeler
seçebilirsiniz. İç benliğinizi yansıtacak sıfatları verdikten sonra bu kez
sosyal benliğinizi yansıtacak sizce önemli sekiz sıfat yazın.
4. Sizi yakından tanıyan bir dostunuzdan sizin için aynısını yapmasını
isteyin: Bir başka deyişle, dostunuz sizin iç benliğinizi, sosyal
benliğinizi nasıl görüyor, her biri için sekiz sıfat yazarak belirtsin.
5. Sizin yazdıklarınızla, yakın arkadaşınızın yazdıkları arasında bir
benzerlik var mı? Farkları ve benzerlikleri aranızda tartışın. Bu
tartışmanın sonunda, --Kendim hakkımda yeni bir şeyler öğrendim mi?--
sorusuna cevap vermeye çalışın.


 

 

 

 

 

 
Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Kişisel Gelişim

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült