Stres
Bazen dış uyarıcıların (aşırı sıcağın, soğuğun veya bazı kokuların) kişileri doğrudan etkilemesi sonucunda, bazen de dış uyarıcıları kişilerin algılaması sonucunda ortaya çıkan psikolojik ve fizyolojik nitelikteki tepkilere ‘stres’ adı verilir. Çoğunlukla yaşadığımız stresler, dışarıda olup bitenlere verdiğimiz anlamlar sonucunda ortaya çıkar. Örneğin trafikte bize çalman bir klaksonun gerekli bir uyarı olduğunu düşünürsek strese girmeyiz; ancak bu klaksonu bir hakaret olarak yorumlarsak strese gireriz (tabii çevremizdekileri de strese sokarız).
Stres ve Koltuklara Yerleşme
İlk bölümde bir koltuk tamircisinin hekimlere ilham veren gözleminden söz etmiştik.
Kardiyoloji uzmanlarının bekleme salonlarındaki koltuklar daha çok önden aşınıyormuş, diğer hekimlerin ve başka mesleklere mensup kişilerin bekleme salonlarındaki koltuklarınsa orta kısımları aşınıyormuş. Bu durum, kardiyoloji uzmanlarına, daha çok kalbinden sorunu olan Atipi davranış biçimine sahip hastaların başvurdukları, diğer hekimlere ise daha çok Btipi davranış biçimine sahip hastaların başvurdukları şeklinde yorumlanmış.
Atipi davranış biçimine sahip hastalar, genelde fazlaca heyecanlı, hareketli ve sabırsız oldukları için, özellikle hekimin bekleme salonunda koltuğa tam yerleşemiyor, her an kalkmaya hazır bir pozisyonda koltuğun ucuna ilişiyorlarmış. Btipi davranış biçimine sahip olanlar ise, en azından göreceli olarak daha rahat oldukları için koltuğun ortasına yerleşebiliyorlarmış.
Söz konusu iki davranış biçimini kısaca tanımlayalım: Atipi davranış biçimi sergileyen kişiler genelde heyecanlı, fazlaca işe odaklı, iş alanında aşırı hırslı, mükemmeliyetçi, aşırı rekabetçi, aceleci, öfkeli, sıklıkla saldırgan, hızlı yemek yiyen, çiğnemeden yutan, hızlı ve coşkulu konuşan, cümle aralarında derin soluklar alan (Friedman buna, ‘tükenmişliğin ölümü hatırlatan işareti’ adını vermiş), yürümek yerine koşan, söz kesen, birkaç işe birden girişen, sürekli zaman baskısı içinde olan, sürekli koşturan, stresli kişilermiş ve kalp hastalıklarına daha çok yakalanıyorlarmış. Bu özelliklerin tersi özelliklere ise ‘Btipi davranış biçimi’ adı verilmiş.(,)
Bir insan yüzde yüz Atipine veya Btipine girmez; belirli oranda az veya çok Atipi davranış biçimini sergileyebilir. Bu nedenle, Atipi davranış biçimi sergileyenlerin kesinkes kalp hastalığına tutulacaklarını söyleyemeyiz.
Atipi davranış stresli yaşam tarzını ifade ediyor. Stresli olduğumuzda, hem zihinsel açıdan huzursuz, hem de bedensel açıdan gerginlik içinde oluruz. Kısaca, Atipi davranışa sahip stresli kişiler koltuğun uçundadırlar, Btipi koltuğun ortasında.
Peki, siz nasılsınız? Genelde koltukların ucuna mı yerleşiyorsunuz, yoksa rahatça oturabiliyor musunuz? Kendilerini koltuklara rahatça bırakamayanlar, farkında olmadan bacaklarıyla koltuklara yardımcı olurlar, oturdukları koltuklar adeta altı bacaklı olur. Dört bacak koltuğa aittir, iki bacak oturana. Haddim olmayarak bir öneride bulunmak istiyorum:
Bacaklarımızla sandalyelere yardim etmeyelim; bırakalım ağırlığımızı onlar Taşısın.
Duygularımızla davranışlarımız arasında karşılıklı ilişki vardır. Stressiz, rahat olduğumuzda koltuklara rahat otururuz, ancak vücudumuzu gevşetip rahat bir şekilde oturabilirsek, stresimizin azalması da mümkün olabilir. Aynı şey yatarken de geçerli.
Çoğunlukla stresli olduğumuzda, tostoparlak büzülüp yatarız, kimimiz kolumuzu büküp başımızın ve yastığımızın altına koyarız ve daha kötüsü kimimiz uyurken dişlerimizi gıcırdatırız. Gıcırdatmaktan dişlerimiz aşınır, diş hekimine gitmek gerekir. (Belki de uyurken dış gıcırdatmak, uyanıkken birilerine diş bilemenin somut bir şeklidir.) Yattıktan sonra uyumadan önce, çeşitli vücut gevşetme tekniklerinden birisiyle vücudumuzu gevşetebilirsek, uykumuzun daha rahat, daha verimli geçmesi mümkün olabilir.
Rüyalarınızda Tutmayan Frenler,
Bitmeyen Sınavlar
Belli aralarla gördüğümüz rüyalar vardır, üç ayda bir, altı ayda bir mesela. Bunlar içinde en sık ifade edilenlerden bir tanesi ‘freni tutmayan araba’ rüyasıdır. Yokuş aşağı giderken arabanızın frenine basarsınız ama fren tutmaz.
Sık görülen bir diğer rüya şöyledir: Rüyayı gören üniversiteyi bitirmiştir ama bir gün bir telefon veya yazı gelir, meğer mezun olmamıştır, bir dersi kalmıştır, sınava girmesi gereklidir. Bu ve benzeri rüyalarda kimi rüya sahibi bir türlü sınava hazırlanamaz, kimisi bir türlü evden çıkamaz, sınava gidemez, kimisi bir türlü sınav kağıdını bitirip veremez.
Bazı rüyalarda ise aslında askerlikleri bitmiş kişiler askerliklerinin bitmediği konusunda bir celp alırlar.
Psikolojide bu tür rüyaları topluca yorumlamak uygun değildir. Aksi halde klasik rüya tabirlerine benzer. Ancak genel bir kural olmamakla birlikte bu tür rüyalar psikodramayla veya benzeri yaklaşımlarla ele alındığında, rüyayı görenlerin günlük yaşamlarında büyük ölçüde stres içinde oldukları anlaşılmaktadır. Ağır roller altında ezilen, sık ifade edildiği şekliyle ‘nereye yetişeceğini’ bilemeyen kişiler, günlük yaşamlarındaki koşturmacalarını rüyalarında da sürdürüyorlar anlaşılan.
Tükenmişlik
Yoğun iş stresi, işkoliklik sayılabilecek işe odaklılık, giderek işinden başka şeylerle ilgilenmemek, zaman içinde bireyde tükenmişlik sendromu (burnout syndrome) yaratabilir. Tükenmişlik, başarı güdüsü çok yüksek olup çok çalışan, kapasitesini zorlayacak şekilde iş yüklenen, başlangıçta bunların üstesinden gelen, ancak zamanla altından kalkamayan kişilerde görülür.
Tükenmişlik yaşayan kişiler, baş ağrısı, mide ağrısı, sindirim sorunları gibi fiziksel şikayetler çekmenin yanı sıra, sık öfkelenirler, kişilerarası ilişkileri bozulur, mizah anlayışlarında azalma olur, duygusal açıdan kendi kabuklarına çekilirler, gitgide daha çok çalışırlar ama aynı anda az başarılı olduklarını düşünürler, gerçekten de iş verimleri ve işlerine yönelik ilgileri azalır.
Tükenmişlik içindeki kişiler, adeta çevrelerinde her şeyin ters gittiğini, herkesin ters davrandığını düşünmeye başlarlar. Bu örüntü, biraz kara mizah da olsa bize bir Karadeniz Fıkrası’ın hatırlatmaktadır.
Temel Londra’da
Dünyanın pek çok ülkesinde trafikte sağdan gidilir, bazılarında, bu arada İngiltere'de soldan gidilir. Temel Londra’da sağ şeride geçmiş, bir güzel gidiyormuş, bir yandan da, “Haçan pu ne işdur, ha burada herkes ters yönden gideyur,” diyormuş. (Aslında, neyin/kimin ters olduğu her zaman görecelidir.)
Strese Karşı Ne Yapılabilir?
Stresle baş etme konusunda yapılabilecekleri üç ana grupta toplayabiliriz:
Zihni yeniden düzenlemek, stres yaratan şemaları değiştirmek;
Varoluş kalitesini, yaşam enerjisini artırmak;
Yaşam tarzını değiştirmek.
Zihni Yeniden Düzenlemek
Hiçbir zihin tamamen düzensiz değildir, zihni sıfırdan inşa etmek söz konusu olamaz. Zihni yeniden düzenlemek beyin yıkamak da demek değildir. ‘Zihni yeniden düzenlemek’ demek, ruh sağlığımızı bozan, yaşam kalitemizi düşüren, yaşama hakkıyla yerleşmemizi engelleyen birtakım akılcı olmayan şemaların/şablonların akılcı hale getirilmesi demektir. Sözgelişi, ‘Herkes beni sevmeli’, ‘Elimi attığım her konuda birinci olmalıyım’ türünden düşünceler akılcı değildir, genelde stres yaratır.
Bilişsel-davranışçı yaklaşım kapsamında, bu alanda eğitim almış uzmanların (psikiyatrların, psikologların, psikolojik danışmanların) yürüteceği terapilerde/psikolojik danışmalarda, stres yaratan, yaşam ritmini bozan otomatik düşünceler, ara inançlar ve ‘ben yetersiz bir insanım’ benzeri temel inançlar giderilebilir, bunların yerine akılcı düşünceler konabilir.
Bilişsel-davranışçı yaklaşımla ilgili çok sayıda kaynak vardır.(4) Bunları okuyan kişiler, stres yaratabilecek bazı akılcı olmayan düşüncelerini fark edebilirler, değiştirebilirler; ancak söz konusu yaklaşımdan birtakım karmaşık sorunların çözümünde tam olarak yararlanabilmek için, yukarıda belirtildiği üzere uzmanların desteği gereklidir. Konunun uzmanlarının yürüteceği terapi/psikolojik danışma ortamında hastalar/danışanlar, streslerinden, çeşitli ruhsal sorunlarından kurtulabilirler, kendilerini daha iyi tanıyabilirler, yaşam tarzlarını zenginleştirebilirler.
Bilişsel-Davranışçı Yaklaşımı Kimler Uygulayabilir?
Bilişsel-davranışçı yaklaşımı, terapi/psikolojik danışma amaçlı olarak yalnızca psikiyatrlar, psikologlar veya psikolojik danışmanlar uygulayabilir. (Tedavi amaçlı olarak psikiyatrlar ve klinik psikoloji alanında uzmanlığı olan psikologlar, psikolojik danışma amaçlı olaraksa psikolojik danışma alanında uzmanlığı olanlar uygulayabilir.) Psikiyatr, psikolog veya psikolojik danışman olmak, bilişsel-davranışçı yaklaşımı hakkıyla uygulayabilmek için yeterli değildir. Uygulamacıların ya bu alanlarda uzmanlıklarını alırken özel dersler almış olmaları özellikle psikologların ve psikolojik danışmanların yüksek lisans yaparken bu dersleri almalarıyla da bu üç alandan birinde eğitim aldıktan sonra bilişsel-davranışçı yaklaşımla ilgili sertifika programlarına katılmış olmaları gereklidir.
Çeşitli mesleklere mensup kişilerin, dünyaca ünlü bile olsalar bazı sertifika programlarına katılıp bu yaklaşımı veya benzeri yaklaşımları uygulamaya çalışmaları, sözgelişi hipnoz yapmaları, sınav kaygısını, fobileri, cinsel sorunları, anoreksiya nervozayı, vb. sorunları tedavi etmeye kalkışmaları, bireyleri veya aileleri tedaviye niyetlenmeleri bilim etiği açısından uygun değildir. İnsanlar sokakta dolaşıyor olabilirler; ama psikoterapi/psikolojik danışma sokağa düşmemelidir.
Sözgelişi bir mühendisin, bir avukatın ünlü bir sertifika programına üç ay katılıp bir sertifika aldıktan sonra kendini kişisel gelişim uzmanı kabul etmesi, bu durumun devamı olarak ister istemez psikolojik danışma yapması ve isteyerek veya hiç istemeden terapiye kayması sıkça rastlanan bir durumdur; ama yanlıştır, sakıncalıdır. Çünkü psikoterapi, psikolojik danışma, sadece bir teknisyenlik işi değildir. Alan dışındaki bir kişi, belli psikoloji tekniklerini öğrenip uygularsa bazen başarılı olabilir ama konunun arka planını, ilgili kuramları hakkıyla bilmediği, ‘insanı’ biyolojik, psikolojik yapısıyla derinlemesine tanımadığı için çok ciddi hatalar yapabilir.
Örnek: Konuyu teknisyenlik düzeyinde bilen bir kişi, bir anoreksiya nervozayı kendince iyileştirmeye çalışırken kişinin ölmesine yol açabilir. Bu tür bir hastaya, “İnsan isterse her şeyi başarabilir; ‘yiyeceğim’ dersen yersin,” demek anlamlı değildir. Çünkü anoreksiya nevroza basit bir ‘yememe’ sorunu değildir; tedavisi için bir hekime, yanı sıra onunla takım çalışması yapacak bir psikologa ihtiyaç vardır.
Sonuç olarak, bilişsel-davranışçı yaklaşım dahil tüm psikoterapilerin, psikolojik danışmaların yalnızca konuya ilişkin özel eğitim almış psikiyatrlar, psikologlar ve psikolojik danışmanlarca yürütülmesi uygundur. Bunu söylerken, çeşitli mesleklere mensup olup da birkaç aylık eğitimler alıp kişisel gelişim uzmanı olan, ardından da kaçınılmaz olarak terapiye, danışmaya kayan kişileri hayal kırıklığına uğratmak, üzmek istemiyorum. Psikolojiye ilgi duyanların şevklerini kırmak istemiyorum. Bunu gerçekten istemiyorum. Ancak aynı şekilde, derin ruhsal sorunları olup uçan kuştan yardım uman, hayata tutunmaya çalışan kişilerin zarara uğramalarını da istemiyorum.
Peki ne yapalım? Diyelim ki mühendissiniz ve psikolojiye ilgi duyuyorsunuz, insanları iyileştirmek istiyorsunuz. Ne idüğü belirsiz, ne dediği belirsiz kurslara gitmeyin. Üniversite sınavlarına girip tıp veya psikoloji ya da psikolojik danışma ve rehberlik okuyun. (Felsefe doktoru ve Bach uzmanı olan Albert Schweitzer kırk yaşında tıp okumuştu.)
Benim o kadar vaktim yok derseniz, bir psikoloji bölümünde veya psikolojik danışma rehberlik bölümünde yüksek lisans yapın. Bunu istediğinizde muhtemelen sizi almayacaklardır.
Niçin almıyorlar? Gerçekten yetenekli ve istekli olan alan dışı kişilerin seçilip söz konusu programlara kaydedilmeleri ve kendilerine lisans tamamlama yaptırılması, daha sonra da yüksek lisansa başlatılmaları mümkündür. Bunu yapan az sayıda bölümümüz var. Batı ülkelerinde, kişilerin lisanslarından farklı alanlarda yüksek lisans yapmaları konusunda bizdekinden daha esnek davranılıyor. Biz niçin yapmayalım?
Farklı alanlardan gelen kişilerin psikolojide yüksek lisans yapmasının bazı sakıncaları olabilir; ancak bu konuda esneklik gösterilmesi, piyasada her türlü standardın dışında, şarlatanlık düzeyinde eğitim ve sertifika verilmesini önleyecek bir yoldur.
Varoluş Kalitesini, Yaşam Enerjisini Artırmak
Tükenmeyen yaşam enerjisine sahip olmanın keşke basit ve evrensel bir formülü olsaydı. Yok. Ancak hiç de yok değil; bence herkes, kendi yaşam sürecinde kendine özgü bir formül oluşturabilir. Uzmanlar ve kitaplar, bu konuda ancak koçluk/katalizörlük edebilirler. Bireyler, bu dünyada nasıl varolacaklarına, yaşamlarını nasıl anlamlandıracaklarına, yaşama ve çalışma enerjilerini nasıl diri tutacaklarına kendileri karar vereceklerdir.
Sizin nasıl yaşamanız gerektiğini bir başkası söylerse bu kişi ister bir uzman olsun, ister bir anne-suflörlü bir yaşam ortaya çıkar.1[*]’ Biz uzmanlar, arada dayanamayıp insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini söylüyor olabiliriz. Ancak şunu da söylemek isteriz: Kişiler, kendi yaşamlarına ilişkin farklı önerileri almalı, kendi damak tatlarına uygun bir karışım, kendilerine özgü bir bileşim ortaya çıkarmalıdırlar.
İnsanların, tükenmişliğe karşı yaşam enerjilerini nasıl diri tutacakları konusunda ortak payda ‘anı yaşamak’ olmalıdır. Anı yaşamak demek, kişinin geçmişinden ders alması, gelecek için planlara sahip olması ve içinde bulunduğu anda, kendisini ve çevresini fark etmesi ve bütün bunlardan keyif alması demektir. Anı yaşadığımızda, kendimize ve çevremize odaklanır, o andaki yaşantımızı anlamlı bulur ve bu durumdan sevinç, coşku duyarız.
Anı yaşamak, liderlik becerisi gibi, empati kurmak gibi, öğrenilebilecek bir beceridir. Doğuştan getirilen potansiyelin öğrenme yoluyla geliştirilmesi durumunda genellikle anı yaşamak yerine, yaşamı ertelemeyi tercih ediyoruz. Yaşamı ertelemeyle ilgili beğendiğim bir karikatürü paylaşmak istiyorum.
Gırgır’dan Bir Karikatür
Bir zamanlar Gırgır vardı, size orada gördüğüm ama yılını hatırlamadığım bir karikatürü aktarmak istiyorum.
Genç lisede ders çalışmaktadır, ‘yaşamamaktadır.’ Bir ara başını kaldırıp, “Ah, bir üniversiteye gireyim, siz beni o zaman görün, ne biçim yaşayacağım,” der. Üniversiteye girmiştir ama yine yaşayamamaktadır, başını kaldırıp, “Ah, bir işe gireyim, siz beni asıl o zaman görün, ne biçim yaşayacağım,” der. İşe girmiştir ama tabii yine yaşayamamaktadır, başını kaldırıp, “Ah, bir emekli olayım, siz beni asıl o zaman görün, ne biçim yaşayacağım,” der. Emekli olmuştur, parkta bir bankta çenesini bastonuna dayamış oturmaktadır; “Ah mirim, hayırlısıyla bir öteki dünyaya gideyim, siz beni o zaman görün, ne biçim yaşayacağım,” der.
Kıssadan hisse, bugün yaşayabileceğimizi yarına atmamak, yaşamı, pazara, ağustosa veya emekliliğe ertelememek gerekiyor. Bir zamanlar Gırgır vardı, şimdi yok. O zamanlar Gırgır’da yazıp çizenler, eğer anı yaşamadılarsa, anı yaşamayı emekliliğe filan erteledilerse, çok yazık. Gırgır kapandı, Gırgırdan ötürü emeklilik gelmedi. O günler Gırgırda çalışanlar, eğer dünyanın çok önemli ve büyük bir mizah dergisinde çalıştıklarını fark edip haz duydularsa, bu onlar için gerçek kardır.
Paşa Çayı
Paşa çayı diye bir ifade vardır; çabuk soğusun diye çocukların sıcak çaylarının üzerine su döküp, “Bak, sana paşa çayı yaptım,” denir. Çay soğutmaya niçin bu ad verilir? Bu konudaki genel tahmin veya rivayet şudur:
Paşalar, işlerinin çokluğu yüzünden masalarına bırakılan çayları bir türlü zamanında içemez, ancak soğuduktan sonra bir yudum alırlarmış. Paşa, ikinci çayı söylese de bir şey fark etmez, ikinci çayı da soğumadan içemezmiş.
Çayı zamanında içememek, bir anlamda yaşamı ertelemek anlamına geliyor. Bunu sadece paşalar değil, hemen pek çoğumuz yapıyoruz. Genel müdürlerin, müdürlerin, sürekli olarak onların emri altında yoğun iş temposu içinde çalışan elemanların da çaylarını zamanında içebileceklerini sanmıyorum.
Çayı zamanında içememek de, Atipi davranışın, stresli yaşam tarzının bir göstergesi olsa gerek.
Yaşam Tarzını Değiştirmek
Stres ve onun çerçeveye alınmış bir şekli olan ‘Atipi davranış biçimi’ doğuştan getirilmez, kısmen de olsa öğrenilir. Stresli olmaya yönelik bir potansiyelle doğarız, bazılarımızda bu potansiyel daha yüksek olabilir; diğer bir söyleyişle stresin de genetik temeli var. Stresin yaşanma şekli, vücudun vereceği tepki biyolojik temelli olabilir, ancak hangi durumda ne ölçüde stres duyulacağı büyük ölçüde öğrenilen bir şeydir; modelden öğrenilebilir, yaşam içinde kişinin edindiği şemalar yoluyla öğrenilmiş olabilir.
Kısacası, stresin bir boyutu genetik/biyolojik temele, bir boyutu ise çevreyle etkileşime, öğrenmeye dayanır. Stresin bir ayağı öğrenme yoluyla ortaya çıktığı için, yine yeni öğrenmeler yoluyla stresi azaltmak, en azından bir ölçüde denetim altına almak, stresle baş etmek mümkündür.
Stresle baş edebilmek için üç ana yoldan ikisi yukarıda ifade edildi. Üçüncü yol, stres hakkında bilgi edinmek ve strese yol açan yaşam tarzımızı değiştirmektir. Bu konuda yapılabileceklere birkaç örnek sıralayalım:
Stres hakkında okumak, bilgi edinmek (bu konuda Baltaşların stresle ilgili kitapları okunabilir);
Spor yapmak; düzenli yürüyüşler yapmak;
Müzik dinlemek;
Bir hobi edinme (şüphesiz hobiyi bir stres kaynağı haline getirmeden hobi edinmek);
Koltukların ortasına oturmak;
Yavaş yürümeye çalışmak, işyerinde koridorlarda koşmamak;
Yavaş konuşmaya, karşıdakinin sözünü kesmemeye çalışmak;
Yemek yerken çiğnemeden yutmamaya çalışmak (bunu her defasında yemekten sonra hatırlayanlarımız var);
Bir roman alıp günde beş dakika bile olsa okumak; Yukarıdakilerin hiçbirini yapmamak; sizi en iyi siz tanırsınız, eğer stresli olduğunuzu düşünüyorsanız yaşam tarzınızı nasıl değiştireceğinizi en iyi siz bilirsiniz; peki madem öyle, bu kitabı niçin okuyorsunuz? Onu da siz bilirsiniz.
Strese İlişkin Şablonlar
Yukarıda belirtildiği üzere bazı akılcı olmayan şemalar/ şablonlar/ önyargılar stres yaratabilir. Ancak bir de stresin kendisine ilişkin şablonlarımız var. Bunlardan da kurtulmak gerektiği kanısındayım.
Stresle ilgili birinci şablon, stresin ismi var cismi yok bir şey olduğu, üzerinde durulmasına, sistematik olarak giderilmesine gerek olmadığıdır. Yaygın kanıya göre, eğer stresliyseniz anlık önlemlerle geçirebilirsiniz; çıkıp bir hava alırsınız, sinemaya gidersiniz geçer. Evet, bazı durumlarda bu düşünce geçerli olabilir; ancak sürekli stres altında yaşayıp tükenmişliğe doğru gidenler için veya zaman içinde Atipi kişilik örüntüsü geliştirmiş olanlar için anlık çözümler köklü bir yarar sağlamaz. Bu durumlarda, yukarıda belirtildiği üzere uzmanların profesyonel desteğine ihtiyaç vardır.
Stresle ilgili ikinci şablon, çalışkan-başarılı kişilerin stresli oldukları, stressiz kişilerinse yeterince çalışkan olmadıkları yolundadır. İşyerlerinde bir eleman için, “Çok rahat, çalışmasından hayır gelmez,” diye söz edildiğini duyabilirsiniz. Oysa, gergin, stresli kişilerin çalışkan-başarılı, stressiz, rahat kişilerinse tembel oldukları düşüncesi gerçeği yansıtmaz. Tam tersine, fazla stresli kişiler, fazla çalışıyormuş gibi gözükseler de, aslında yeterince başarılı olamayabilirler.
Stres Tamamen Kötü mü?
Pek çok araştırma, stresle başarı arasında aşağıdakine benzer bir ilişki olduğunu göstermiştir.
Stresi bağımsız değişken, başarıyı bağımlı değişken kabul ettiğimizde, yukarıdaki şekil şu anlama gelmektedir: Eğer stres çok düşükse başarı da düşük olur. Stres miktarı yükseldikçe başarı da artar; ancak bu durum belli bir düzeye kadar sürer. Stres yükselmeye devam ettikçe başarı düşer. Yani, ortalama düzeydeki stres, insanları tedbirli, duyarlı olmaya iter, dolayısıyla da maksimum başarı getirir; stres fazlaca düşük veya yüksek olduğunda başarı da düşer. (Aslında söz konusu değişkenler arasında farklı durumlarla ilintili daha karmaşık ilişkiler vardır. Burada olayı sadeleştirerek aktarmaya çalıştım.)
Yukarıdaki şekil bize, yüksek stresin yüksek başarının göstergesi olmadığını gösteriyor. Çok çalışmak için, hayatta başarı için, boş vermişlik uygun değildir, ancak aşırı stres de uygun değildir.
Yukarıdaki şekilde görülen normal dağılım eğrisi, psikolojide pek çok konuda karşımıza çıkar; bu eğri bize, evrendeki en azından psikolojik evrendeki aşırı uçlardan uzak durma eğilimini ifade eder. (X eksenine insanların boy uzunluklarım, Y eksenine ise bunlara rastlanma sıklığını koyarsanız, çok sayıda insanın boyunu ölçtüğümüzde, az sayıda kişinin çok kısa ve çok uzun olduğunu, büyük çoğunluğun orta boylu olduğunu görürsünüz.)
Bu durumda, tüm ciddiyetle işlerimizi yaparken, çaylarımızı da orta sıcaklıkta içmenin doğru olacağını düşünebiliriz. Çok sıcak veya soğumuş çaylar yaşam kalitemizi düşürecek, orta sıcaklıktaki çaylar yaşam kalitemizi artıracak, kalbimizi rahatlatacak, yaşama daha iyi yerleşmemizi sağlayacaktır.
Sonuç
Orta düzeyde stres, sizi tedbirli olmaya, tehlikeler karşısında önlemler almaya itebilir. Ancak stresin fazla olması, hem yaşama ve çalışma veriminizi düşürebilir, hem de giderek tükenmişliğe girmenize, Atipi davranış biçimine yönelmenize yol açabilir. Stresle baş etmenin birtakım yolları vardır; stresle baş ettiğimiz zaman yaşam kalitemiz artar, yaşamın ve koltukların ortasına yerleşmemiz mümkün olur.
(*) Stres ve stresle ilintili A ve B tipi davranış biçimleri konusunda, okuyucularıma, stres konusunda Türkçe olan ve olmayan kitaplar arasında en iyisi olarak gördüğüm Baltaşların Stres ve Başaçıkma Yollan adlı kitaplarını öneririm.
(*) I. Savaşır, G. Boyacıgil, ve E. Kabakçı, Bilişsel-Davranışçı Terapiler, Beck, J. Özel, K., 1994.
[*] Bu konu “Suflörlü Yaşamlar, Tulumbacı Sendromu, Psikolojik Düğümler”, Küçük Şeyler-2 adlı kitabımda işlendi.