"Kazanmak için mutlaka bir kaybedene ihtiyaç duyan kişi asla gerçek bir
muzaffer olamaz". İş böyle olunca kişinin tek rakibi kendisi olur. Ancak
kişi kendisiyle giriştiği savaşta, bir konuda daha galip gelmek zorundadır.
İşte bu da insanın doğasından gelen "kayıtsız şartsız, durum ne olursa olsun
kazanmak arzusu"dur.
Efsaneleşmiş bir sigara tiryakisi olan 194045 dönemi İngiltere Başbakanı Sir. Winston Leonard Churchill şöyle demiş: "Gelecek yıl gerçekleştirilmesi uygun düşen bir işi bugün yapmaya kalkışır, şansınızı zorlarsanız, normalin iki kat üstünde enerji harcar, masrafa ve maalesef hedeflenen başarının da en fazla yarısını elde edebilirsiniz. İyisi mi, siz uygun zamanı ve uygun koşulları büyük bir sabırla bekleyin, kendinizi de hazır hissettiğiniz an eyleme girişin. Göreceksiniz, başarı kendiliğinden gelip sizi bulacaktır."
Eğer Sir Winston tüm bunları gerçekten dediyse, hiç şüphesiz o, savaşmadan kazananlar sınıfına dahildi. Çünkü onun farkına vardığı bir gerçek vardı: "Hiçbir güç" mutlak ve çabucak "başarı elde etme arzusu" kadar başarıyı engelleyemez. Bize düşen ise bu tehlikeli baskıya karşı savaşmaktır. Unutulmamalıdır ki bir çok savaş sabırsızlık içinde bekleşen ve yeterince hazırlanmamış olmalarına rağmen zafere koşmak için yanıp tutuşan insanlar yüzünden kaybedilmiştir.
Elbetteki güçlü, cesur ve atak olmak pek çok şeye muktedir kılar bizleri. Ama bunlar zafer elde etmek için yeterli değildir.
Sıkı bir yumruk darbesiyle düşmanınızı yere serebilirsiniz. Fakat böyle davrandığınızda düşmanınızı onunla mücadele ederek mi yenmiş oluyorsunuz?
Yere serilen düşmanınızın toparlanır toparlanmaz ilk aklına gelecek düşünce bunu size nasıl ödeteceğidir.
Belki hiddetli bir şekilde yumruklarını sıkar ve hemen üzerinize yürümeye başlar. Ama daha tehlikeli tipler de vardır ki, onlar öyle hemen saldırıya geçmezler. Sizin zayıf bir anınızı kollarlar ya da tam siz arkanızı dönüp rahat bir şekilde yürümeye başlamışken sizi arkadan vururlar.
Nasıl, muzaffer zaferinizin sonucunu beğendiniz mi? Maalesef bu, başı ve sonu belli olmadığı gibi, ne kadar süreceği de meçhul bir savaştan başka bir şey değildir. Neden mi? Ne de olsa siz zaferi sadece kendinize layık gördüğünüz için asla yenilgiyi kabullenmeyecek ve savaşıp duracaksınız. Bu da gösteriyor ki; "ille de ben kazanayım" düşüncesi size hükmediyor, size galip geliyor. Kazanmanıza imkan ihtimal olmayan hallerde dahi yenilgiyi kabullenmiyor, bu düşüncenizin altında eziliyorsunuz.
"Savaşmadan kazanmak" sanatını kavramak ve yaşamınıza adapte etmek istiyorsanız, mutlaka "ille de ben kazanırım” türü düşüncelerinizi yenmeniz gerekiyor. Ve şunu da kendinize prensip edinin: "Doğru zaman geldiğinde, hak edilen zafer de kendiliğinden gelecektir."
Bu prensibe sadık kaldığımızı farz edelim ve doğru zamanı kollayalım. Ama buna rağmen başarısız olmamız da mümkün. Neden mi? Aşağıda sayacağımız üç durumdan birinin sizin için geçerli olması yeterli bir neden.
Birinci durum:
Kendimizi olduğumuzdan daha değerli zannetmemiz, dünyanın kendi etrafımızda döndüğünü düşünmemiz.
İkinci durum:
Koskoca kainatın içinde küçücük, değersiz bir nokta olduğumuzu düşünmemiz.
Üçüncü durum:
Ne istediğimizi, hangi yolda olduğumuz bilmeyip, amaçsızca, kararsızca bir karmaşa içinde yaşamamız.
"İlle de ben kazanayım" türündeki dürtü ve düşüncelerinizi yenmenizin bir tek yolu var; kendimizi kainatın büyük düzeniyle uyum içinde tutmak.
Yoksa bu karmaşık görünen iddiamız sizlere, aslında neden bahsettiğini bilmeyip de karışık laflar, zor cümlelerle bunu gizlemeye çalışan bir üniversite profesörünü mü çağrıştırdı?
Kısaca belirtelim: Yolunuz amacınızdır. Bu demek oluyor ki; eğer doğru yoldaysanız amacınıza da kendiliğinden ulaşacaksınız. Yani baskı ve zora koşma yok. Peki doğru yolu nasıl bulursunuz?
Ne yazık ki bu sorunun bir tek ve sıradan bir cevabı var:
"Ulaşmak istediğimiz amaca tamamıyla uyum gösteren yol, doğru yoldur."
İşte size bir örnek:
5 Ekim 1936 tarihli bir pazar gününde Paris'te alışılmışın dışında bir boks müsabakası gerçekleşmiştir. AvusturyalI Ernst Weiss, rakibi İspanyol Fortunato Ortega'nın elinden hafif siklet boks şampiyonluğu ünvanını almayı amaçlıyordu.
Tam sekiz raund boyunca nefesleri kesilerek bu amansız mücadeleyi seyretti izleyiciler. Hiçbiri böylesine bir karşılaşmaya daha evvel tanık olmamıştı. Kimsenin fazla tanımadığı Weiss ringde sanki transa geçmişti, öylesine ilerliyordu amacına. Rakibi, büyük Ortega aralıksız bir şekilde yumruklarım savuruyordu ama sürekli bir oraya bir buraya hareket ederek kendisini kışkırtan Weiss'e bir türlü isabet ettiremiyordu yumruklarını. Weiss Ortega'ya adeta meydan okuyordu.
Birdenbire olay öyle bir boyuta geldi ki, sağ elini arkasına saklayan Weiss, tek bir vuruşla ve sol eliyle, 210 maç görmüş profesyonel Ortega'yı yere seriverdi.
Halk sonunda rahat bir nefes alabilmişti. Yeni Avrupa Şampiyonu Avusturyalı Weiss'di. Daha sonra Weiss bu ünvanını iki ayrı siklette daha elde etti.
"Savaşmadan kazanmak"ı sanat diliyle ifade edecek olursak, Avusturyalı boksör bu müsabakada kendisiyle ve diğer tüm faktörlerle tam bir uyum içindeydi. Rahattı, öfkesizdi, rakibinin yumruklarına hedef olmamak için ustaca hareket etti ve sonunda rakibini yordu. İşte rakibinin bu zayıf anını yakalayan Weiss onu böylece mağlup etmiş oldu. En önemlisi, Avrupa Şampiyonu olmak gibi bir amacı vardı ve amacına tam anlamıyla konsantre olmuştu. Sonunda zafer de kendiliğinden onu buldu.
Bu müsabakaya kadar Avrupa Şampiyonluğu ünvanını korumuş olan Ortega ise "mutlaka ben kazanmalıyım" düşüncesinin baskısı altında ezildi. Bu zaafından yararlanan Weiss ise Ortega'yı mağlup etti.
Eğer bir takım basit formül ve iddialar ya da boks sporu sizi hiç mi hiç ilgilendirmediyse de ancak yine de "savaşmadan kazanmak" becerisini öğrenmede kararlıysanız, kafanızda bazı noktaların boş kalmaması için birkaç değişik açıklama daha sunmak istiyorum sizlere.
"Mutlaka kazanmalıyım, ben kazanmalıyım" gibi baskı altına alan düşüncelerle mücadele edip, onları yenmenin bir tek şartı var, o da, kendinizle, amacınızla, amacınıza ulaştıracak yolla ve kainatın büyük düzeniyle tam bir ahenk içinde bulunmaktır.
Sizlerin de bildiği gibi "savaşmadan kazanmak" becerisi iç disiplin ister. Bu iç disiplin anlayışı içerisinde, her oyuncu kendi şahsına uyum gösterecek doğru zaman, doğru yer, doğru koşulları yakalamalı ve ondan sonra faaliyete geçmelidir. Ancak bu sağlanırsa hakiki bir başarıdan söz etmek mümkün olur.