"Tutkunun insanı sürüklemeyeceği budalalık ve çelişki yoktur."
-Andre Maurois
Bağımlılıklar, birçok yönden hayatı çekilmez hale getirir. Bağımlı insanın hayatını başka kişiler, olaylar veya nesneler yönetir. Böyle kişiler asla kendilerini bulamazlar. Hep başkalarına ihtiyaç duyarlar. Bu süreç onları köleliğe götürür. İhtiyaç duydukları kişi günün birinde onları terk eder, yardımı keser veya ölürse ruhen ve bedenen çökerler.
Hangi hallerde kişi bağımlılığın tuzağına düşer? Eğer bir insan belirli bir olayda kendini bir davranışı yapmaya mecbur hissediyorsa ve bu davranışı yaptığında inciniyorsa o kişi bağımlıdır. Bağımlılık, başkalarının yönlendirmesiyle hareket etmek demektir.
Eğer bir insan, bir işi yapmadan duramıyorsa, bir nesneyi almadan rahat edemiyorsa, bir olayı yaşamadan yerinde oturamıyorsa bağımlılığın kucağına düşmüş demektir. Bu kişiyi özgür insan olarak göremeyiz. Ama eğer bu tutkularından vazgeçebiliyorsa, vazgeçme gücünü kendinde görebiliyorsa
o artık bağımlı değildir. Nerede fanatizm varsa orada bağımlılık vardır. Mevlana gibi yüce insanlar kimseye bağımlı olmamışlardır; ama yaslanmayı gereksiz kılacak çalışmalarda bulunmuşlardır. İşte onları ölümsüz kılan bu düşünce tarzıdır.
Evlilik ilişkilerinde, kocanın kadın üzerinde hakimiyet kurduğunu varsayalım. Böyle bir koca eşinin bağımsız davranmasına tahammül edemez. Otoriter tavırlar gösterir, her fırsatta eşiyle eşit olmadığını ve kendinin ondan üstün olduğunu vurgular. Kadının da teslimiyetçi olduğunu düşünelim. Böyle kadın da kendine güven yoktur ve bağımlıdır. Peki koca kadını köle haline getirdiğinin farkında mıdır? Kendisi bir köleyle yaşayarak mutlu olabilir mi? İşte bir evlilik krizi... Böyle bir evlilik resmen devam ediyor olabilir. Ancak çiftler arasında sevgi ve iletişim yoktur. Artık ya boşanmaya başvururlar ya da karıkoca ayrı yaşar. Konuşmadan herkes kendi dünyasında varlığını sürdürür. Çünkü birbirlerini anlamaya asla istek duymazlar. İşte bağımlılıkların sürüklediği örnek bir durum.
Mutlu evlilikte eşler birbirlerinin tercihlerine saygılıdır. Bağımlılık evliliği perişan eder. Bağımlılık sevgi değildir. Bazı insanlar bağımlı ilişkilerinden kurtulmaktan korkabilirler. Oysa insan bağımsız olduğunda daha çok saygı görür. Wayne Dyer diyor ki: "Herhangi bir ilişkide iki insan bir insan haline gelirse, sonuç iki yarım insan olur."32 Ne kadar doğru ve anlamlı...
Bağımlılıklar, zararlı ve duygusal alışkanlıklardır. Sağlıksız yargılamalara neden olarak düşünme kabiliyetini azaltırlar. Bu tip insanların kişilikleri bölünmüştür. Tabii bu bölünmenin neticesi olarak da dengesiz bir gelişme dikkati çeker. Bölünmüş kişiliğin bazı bölümleri belirli bir düzeyde kalırken, diğer bölümleri normal gelişimlerini sürdürür. Gelişimi duran kişilik bölümleri, insanın değişmez yönü olarak kalır.
İstekler doyurulamazsa bağımlılık, negatif duygular üretir. Bir insan mutlu olmak için illa da başkalarına bağımlı olmak zorunda değildir. Böyle bir tutku tutsaklıktan başka bir şey değildir. Dikkat edilirse kölelik de böyle başlar. Özgürlüğümüzü kazanabilmek için her türlü ruhsal bağımlılıktan kurtulmak zorundayız.
Her bağımlılık mutluluğu azaltır. Bizi başkalarıyla duygusal bir mücadele içine sokar, algılama gücümüzü azaltır. Artık insanları iki grupta değerlendirmeye başlarız: Bizi tehdit edenler veya bize destek verenler. Tabii böyle bir ayrım, dünyayı siyah-beyaz görmemize neden olur ve bundan böyle artık iki renkli bir dünyada yaşamaya mecbur kalırız. İçinde bulundukları güvensizlik ortamından kurtulmak isteyen insanlar, kafalarında hayali "mutlak iyi bir dünya" yaratırlar ve bu dünyanın dışındaki her şeyi kötü ve kusurlu olarak görürler. Bunlar, bütün insanları hayallerindeki "iyi insan"a benzetmek isterler. Kendisini böyle şartlandırmış olanlar, bir türlü doğruyu bulamaz ve enerjilerini hep boşuna harcarlar.
Oysa bu bağımlılıklarından kurtulan insanlar, artık ayrıntılarla vakit kaybetmezler, daha az alıngan olurlar ve önyargıların pençesinden kurtulurlar. Bunun da ötesinde bağlılıklardan kurtulan insanın idrak kabiliyeti de artar. Beklenmedik olaylar karşısında paniğe kapılmaz. Ayrıca bağımlılıklarından kurtulan insanlar, tabiatta olup bitenleri oldukça öğretici bulurlar, her insanı özel bir öğretmen kabul ederler; onlardan optimal olarak faydalanma yoluna giderler.
Musa'nın yaşantısı bu konuya tam bir örnek teşkil eder. Babasının tutuklanması nedeniyle Musa eğitimini yarım bırakır ve 17 yaşında evlenmek zorunda kalır. Çünkü eşine daha önce sırf söz verdiği için evlenir. Hayat şartları Musa'nın devamlı olumsuz duygular üretmesine neden olur. O devamlı şikayetçidir, suçlayıcıdır ve yargılayıcıdır. Musa'ya göre dünyada iyi insan yoktur. Bu düşünce onda bir saplantıya dönüşmüştür. Bu saplantılardan kurtulup da kendi başına bağımsız bir iş yapabilecek durumda değildir. Hangi işe girerse girsin kısa süre sonra ayrılır. İnsanlardan hep bir şeyler bekler. İstekleri karşılanmayınca da insanları suçlar ve hatta başkalarının şahsiyetlerine saldırma cüretini bile gösterir. Ama bir gün olsun kendisinin hatalarını araştırmaz ve kendisinin de yanılabileceğim düşünmez.
Musa mutsuzdur ve sürekli başkalarıyla duygusal mücadele içindedir. Onun isteklerini karşılayan insanlar iyi, karşılanmayanlar ise kötüdür. Tabi ki ona göre insanlar kötüdür. Musa önce içkiye, sonra da daha çok para kazanacağını düşünerek kumara başlar. Ama gitgide küçülür. Duygusal bağımlılık içinde olduğundan hep ayrıntılarla uğraşır. Küçük kardeşinin on yıl önce söylediği bir sözü hem de onun iyiliğine söylenmiş sözü hep gündeme getirerek konuşur, suçlar ve bunu kendisinin kötülüğü için söylenmiş bir söz olarak algılar. Oysa kardeşi, "gel beraber çalışalım, bir iş tut, boş gezmek seni yıkar," demiştir. Bu sözlerin manasını Musa anlayamaz. Çünkü saplantıları yüzünden önünü göremez durumdadır. Şu anda dört çocuğu ve bir eşi vardır. Ama bunlarla da kavgalıdır. Musa'ya sorarsanız bu insanların hepsi kötüdür. Musa kendi ürettiği kuruntu ve saplantılardan kurtulabilirdi, ama bunu başaracak güce sahip değildi.
Geçenlerde, bir ailenin boşanma davasına bakmıştım. Tam bağımlılığın tuzağına düşmüş örneğine uygun bir aileydi. Koca bir lisede, eşiyse bir ilkokulda öğretmendi. Anlaşmalı olarak boşandılar. Boşanma nedeni 'geçimsizlik'ti. Kendi ifadelerine göre, akşamları hiç konuşmuyorlar ve konuşmaya başladıklarında ikisi de bağırarak konuşuyor ve her konuşmada birbirlerini incitiyorlardı. İki çocuklu bu aile çocukların hatırı için daha doğrusu onların büyümesi için beklemişler ve büyüdüklerine inanınca da mahkemeye başvurmuşlardı. Boşandılar ve çocukların velayeti de anneye verildi.
Bu duruma gelmelerine neden olan tek şey her ikisinin de aşırı derecede bağımlı olmalarıydı. Baba sürekli kahveye gidiyordu ve paralı oyunlara bağımlıydı, kadın ise evdeki ayrıntı işler arasında boğulmuştu. Aşırı derecede ev temizliğine düşkündü ve çocukların giyimi, kendi kıyafeti, yemekler vs. hayatının gayesi olmuştu. Bu insanlar birbirlerine biraz zaman ayırabilselerdi yani bağımlılıklarından uzaklaşabilselerdi evlilikleri kurtulmuş olacaktı. Çünkü ciddi bir geçimsizlikleri ve önemli bir problemleri yoktu. Ne zaman konuşmaya başlasalar birbirlerini suçluyorlar, geçmişten veya gelecekten bahsederek birbirlerinin kişiliklerine saldırıyorlardı. İçinde bulundukları güzellikleri ise bağımlı oldukları hususlar yüzünden göremiyorlardı. Bu insanlar hala mutsuz ve hala işlerinde başarısızlar... Bağımlılar, bütün dünyayı kendilerinin gelişmesine engel olarak düşünme eğilimindedirler.
İşlerimizi soluk kesici bir rekabet duygusuyla değil, başkalarıyla uyum içerisinde ve sevgiyle yapmalıyız. Stres uzmanları, kendilerini çıkar gözetmeksizin bir davaya adamış olanların, yalnızca kendi çıkarları için çalışıp çabalayanlardan daha mutlu, daha sağlıklı ve daha sevgi dolu olduklarını ileri sürmektedirler. Bertrand Russel, "mutluluğun sırrı yaşama coşkusundadır" der. Gerçekten hayatı belli bir ritm ve coşkuyla bütün bağımlılıklardan uzak bir ruh özgürlüğüyle yaşayanlar, herkesten çok daha mutlu olurlar.33 Bağımlılıktan özgürlüğe geçişte dikkat edeceğimiz hususlar:
a) Her insan, içinde doğal olarak bulunan enerjisinin açığa çıkarılmasıyla bağımlılıktan kurtulabilir.
Birey, içinde her zaman var olan, fakat belli şartlarda açığa çıkabilen enerjiden faydalanmak için çalışmalıdır. Zihinsel imkanlarım iyi kullanamayan insan, yarım insandır dense yeridir. İnsanın gerçek manada özgür olabilmesi için, içindeki bütün kuvvetleri özgürce kullanabilmesi şarttır. Bu da her şeyden önce insanın kendini tanımasıyla mümkündür ki, bu insanlar sağlıklı ve huzurlu olurlar.
Bir insanın bağımlılıklarından kurtulabilmesi için, her şeyden önce iyimser olması gerekir.
b) Bağımlılıklardan kurtulabilmemiz için onları tanımamız gerekir.
Belki biraz ters gelecek ama, insanın bütün sorunlarını düşünerek çözmesi mümkün değildir. Çünkü bir konu hakkında derinlemesine düşünmek, her zaman zihni enerjimizi yüksek düzeyde kullandığımız manasına gelmez. Zira öyle konular var ki, o konularda uzun uzun düşünmek enerji israfından başka bir şeye yaramaz. Öyle derin derin düşünerek içkiyi veya sigarayı bırakan çok az insan vardır belki de. Oysa bağımlılıklarımızdan ancak çevremizdeki insanlara ve olaylara uyum sağlayarak, güvenlik, güç ve duygu denilen üç mutsuzluk merkezini aşıp, sevgi merkezine ulaşarak kurtulabiliriz.
Deşifre olmuş bir casus, nasıl ki mesleğini bir daha icra edemezse, tanınan ve ortaya çıkarılan bir bağımlılık da etkisini eskisi kadar gösteremez.
Bağımlılıkları anımsamak için de şöyle bir yöntem takip edebiliriz:
Önce bir robot gibi yaptığımız davranışları tespit ederiz. Tespit ettiğimizde onların hayatımız üzerindeki kötü etkilerini de anlamış oluruz. Böylece o davranışlardan soğuruz ve onları terk ederiz.
Daha sonra, bağımlılık haline getirdiğimiz davranışlarımızı zihnimizde yönlendirmeye çalışırız. Daha davranışı yapmadan onun bizi köle haline getirdiğini ve tiryakilik yaptığını anlayıp onu terk ederiz. Zihnimizi de başka tarafa yönlendiririz.
c) Bağımlılıkların vücudumuza ve ruhumuza yaptığı tahribatı anlamak, onları terketmeye neden olur.
Bağımlılıkların vücudumuz üzerindeki kötü etkilerini önlemek için duyu organlarımızı fazla yormamalıyız. Bunun için mesela, bir şarkıyı sürekli dinlememeye, bir filmi devamlı izlememeye ve benzeri şeylere dikkat etmemiz gerekir. Ayrıca aşırı hüzün veya öfke gibi aşırı zevk ve neşe de sağlımıza zararlıdır. Bu yüzden bedenimize zararlı her şeyi zamanında görüp terketmemiz mutluluğumuz açısından kaçınılmazdır.
Bir sigara tiryakisi, sigaranın insan bedenine yaptığı tahribatı anlarsa hiç sigara tiryakisi olur mu? İşte sigaranın, içkinin ve uyuşturucunun insan bedenine yaptığı kötü etkileri bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirirsek onlardan soğuruz. Aynı şekilde olumsuz duyguların ruhsal dünyamıza yaptığı etkileri zihnimizde canlandırıp onların bağımlılığından kurtulabiliriz.
d) "Olmak'la bütün bağımlılıklarımızdan kurtulabiliriz.
Erich Fromm, "sahip olmak" ve "olmak" kavramlarını açıklarken Eski Ahit'ten oldukça önemli bir cümle aktarır: "Senin olan her şeyi terket, kendini bütün zincirlerinden kurtar ve ol!"
Hz. Muhammed'in, "ölmeden önce ölünüz," hadisiyle söylemek istediği de budur. Tasavvufta fevkalade önemli bir yer tutan bu düşünceyi Goethe de "Doğu Batı Divanı"nda aynen şiirleştirir: "Stirb und vverde!" (Öl ve ol!)
Sahip olmak, insanın mutluluk yoluna kurulmuş tuzaktır. Bütün enerjisini mal ve mülk sahibi olmak için harcayan insanlar, hayatlarının sonunda boş bir gayret içerisinde olduklarını anlamışlardır. Onun için Yunus, "mal da yalan, mülk de yalan; var biraz da sen oyalan" diyor.
Bağımlı kişiler, her şeye sahip olmak isterler. Ciddi bir şekilde düşünüp davranışlarını ona göre ayarlamazlar. Bağımlı kişinin aklı, duygularını büyütür ve amacını bozar.
e) Bağımlılıklarımızın farkına varmamız için gayret sarf etmeliyiz.
Bizi rahatsız eden arzu ve beklentilerimize dikkat etmeliyiz. Aslında bilinç kanallarına girerek bizi rahatsız eden ihtiras ve bağımlılıklarımızı keşfetmemiz mümkündür. Her rahatsız edici duyguyu bilincin gelişimi için bir fırsat olarak kabul etmek gerekir. Her bağımlılığın bedeli mutluluklardan taviz verilerek ödenir. Her ne kadar bağımlılıkların mutluluğu engelleyici yönü önceden farkedilemezse de, zamanla kişiliklerin zedelendiği, şahsi yeteneklerin gelişmesi için gerekli olan özgür ortamın kaybolduğu anlaşılacaktır.
Aklını iyi kullanmak şartıyla bütün imkanları seferber eden kişiler, aşağıdaki pratik yolları takip ettikleri takdirde bağımlılıktan özgürlüğe geçebilirler:
* Saplantıya düşmeden sorunları çözmeye çalışmak lazımdır. Bunun için sorunları çözmede öncelikle gerekli moral gücü kendinde toplamalıdırlar.
* Ruhsal gerilimi arttırıcı işlerden uzak durmalıdırlar. Bunun yerine başka etkinliklere yönelmelidirler (spor yapma, müzikle uğraşma gibi).
* Yaşadıkları önemli olaylardan ders almayı öğrenmelidirler. Bilmelidirler ki, kendi problemlerini yine ancak kendileri çözebilirler. Bu noktada yeteneklerini iyi tanımalıdırlar.
* Başkalarının kendileri hakkında söylediklerini yegane ölçü olarak kabul etmemelidirler.
* Ruhsal programlarını bağımlılıklar üzerine yapmamalıdırlar. Bu konuda gerçekçi ve dengeli olmalıdırlar.38
f) Bağımlılıktan özgürlüğe geçiş
Hayatlarını sevgi temelleri üzerine oturtan insanlar, özgür insanlardır. Sevmek ve sevilmek hayatı çoğaltır; varlığa varlık katar. Sevgiyle bir araya gelen insanların birlikteliğinden yeni bir enerji doğar. Bu enerjinin doğuşuyla hayat, yepyeni bir boyut kazanmış olur. Buna "Synergy" enerjisi denir. Sinerji, iki ayrı şeyin birleştikleri zaman daha büyük bir gücün doğmasını ifade eden kavramdır. Doğrusu bu kavram, "bir, bir daha iki değil, üç eder" gerçeğini izah eder.