Yaşar Kemal'in Öykü Dünyasına Bakış

Feridun Andaç


I

YAŞAR Kemal, öyküleriyle, Çukurova coğrafyasının renklerini, kokularını, seslerini, insan sıcaklığını getiriyor edebiyatımıza, insana, onun gerçekliğine bakışta, yöresel bir coğrafyadan yola çıkarak, evrensel bir dil yakalıyor.

Yaşar Kemal’in öykücülüğü, yazarlığının ‘anakara’sı, ‘ada’sı diyebileceğimiz Çukurova coğrafyasının insan-doğa gerçeğine bakışın, yansıtışın çıkış, hatta başlangıç noktasıdır.

Elimizde, ilk basımı 1952’de Sarı Sıcak, daha sonraları eklerle Bütün Hikayeler : Sarı Sıcak, Pis Hikaye ve Ötekiler (1967), Bütün Hikayeler (1973) ve 7. Basımında Sarı Sıcak/Bütün Hikayeler adıyla basılarak gelen; bugün de Sarı Sıcak adıyla tüm eserleri arasında yer alan (Ekim 1995, Adam Yayınları), 22 öykülük bir öykü kitabı var. Romandaki verimliliğini göz önünde tutarsak, bir tek öykü kitabıyla kalışını yadırgayabiliriz Yaşar Kemal’in. Bence, bu yönelim, yazarın bilinçli bir seçimidir. Her ne kadar romancılığı ön planda gözükse de, Yaşar Kemal’in yazarlığını bir bütün olarak ele almak doğru bir yaklaşım olsa gerek.

Bu anlamda, öykücülüğü, onun anlatıcılığının çıkış noktasını, özünü yansıtır. Yaratıcı edebiyata ilk adımının ilk biçimidir, anlatısının remel/ana izlekleri neredeyse buradan belirerek onun önünü açar, yazınsal coğrafyasını zenginleştir!r.

Anlattığı yer, yöre, insan-insan, insan-doğa ilişkilerini ilk kez burada tanırız. Bir bakıma onun neyi/niçin/nasıl anlattığının ilk imlerini de bu öykülerinde buluruz. Buna bir hazırlık dönemi mi demek istiyorum? Biraz öyle! Yaşar Kemal, çevresin bakan/gören, bunları da yazınsal bir dille yansıtan, yaratıcılığın gizlerini yazarak yakalayan bir anlatıcı. Bu anlamda öykü, onun için, bir anlatma aracı. Buna sesini bulmak için, neyi/nasıl yazabileceğini görmek/göstermek için bir yol da diyebiliriz, belki! Nasıl nitelendirirsek nitelendirelim; Yaşar Kemal, öyküleriyle dönem öykücülüğüne yepyeni bir tarz getirebilmiş ender yazarlardan biridir. Öte yanı ise; kendi yazarlığının/yaratıcılığının önünü açmak, yazmak eyleminin/yazı yordamının donanımını göstermek (hatta buna ortaya çıkarmak demeli) için bir çıkış yolu, başlama noktasıdır öykü.

Kendi deyişiyle, “Kendimi nasıl biliyorsam öyle anlatacaktım," düşüncesinin ilk belirdiği yerdir öykü. Bunun izlerini de burada değineceğim ilk öyküsünde görmekteyiz. Yazma bilincini yazı bilinciyle örtüştürdüğü alandır öykü.

Ki, buradan romana açılan kanalı genişletmiştir sürekli. Röportaj yazarlığı, romancılığının arka planını zenginleştirmiştir; ama öykücülüğü ise onun bir üslup, bir tarz yaratabilmesinde, dil bilincini geliştirebilmesinde önemlice bir başlangıç noktasıdır.

Anadolu coğrafyasının bir ucunu, Akdeniz’in kıyısındaki Çukurova’nın doğa-insan gerçeğini öyküleriyle edebiyatımıza sunar. Yaşar Kemal, aynı zamanda, bu coğrafyanın doğa-insan gerçeğine bakarken; görülenin arka planını, durağan olanın devinimsel boyutunu; duruş, görünüş, yaşayışla eylemselliğin hayatın içindeki yerini, anlamını gösterir. Çaresizliği değil, varolanın değişken boyutlarını, değişebilir yanlarını vurgulamaya çalışır.

II

BUGÜN, elimizde, onun ilk öyküsü olarak bildiğimiz “Pis Hikaye”nin dışında, henüz kitabına da girmemiş, 1942/43’lerde yazdığı asıl ilk öyküsü “Zeytinlik” var.*

“Zeytinlik”, Yaşar Kemal öykücülüğünün bütün izleksel/anlamsal ve anlatımsal özelliklerini içerir niteliktedir. Bu açıdan, bir ilk öyküden yola çıkarak, bir yazarın öykücülüğünün kaynaklarına yönelmeye çalışacağım. Yazarın zamanla ulaştığı anlatım ve dil ustalığına hiç de aykırı düşmeyecek öğelerin ilk nüvelerinin bu öyküde bulunduğunu burada imlemek isterim.

Öykü, ben-anlatıcının izlenim/gözlem ve tanıklıkları üzerine kuruludur. Kasabada (“ verimli güney kasabası”) geçen günlerin tanıklığı. .. Anlatıcı, önce, adını vermeden tanıdığı bir kişiden söz eder. Sonra kasaba gerçeğine değinir : “Küçük kasabalarda yaşayanların yaşayışlarına aykırı gidilirse, onların yaşayış tarzından dışarı çıkılırsa, İnsanın yandığının resmidir. Alırlar ele düşerler yola... Vay haline o zaman.” Ve kasaba insanının durumunu da şöyle nitelendirir : “ ... İnsanların yüzde doksanı kahvede ömür çürütüp bir dedikodu için canını verir. .. ”

Bir yandan da anlatıcının kimliğine dair ipuçları verilerek, kasaba insanının ona bakışına değinilir: “Benim gibi elinde gazete, cebinde kitap... Önüne gelenden türkü yazana... Hay anam, ne kulplar takmazlar. Kasabanın planını yapıp satmaklar, telsiz istasyonu kurup gavurlara sırlarımızı vermekler. Neler de neler. .. Akla ne olmayacak işler gelirse...”

Bu değini, hemen ardından, bir kıyası; ya da şöyle demeli; öyküde asıl gerçekliği anlatılacak olan ‘öykü kişisi/kahramanı’nın bazı özelliklerini verecek bir karşılaştırmayı getirir : “O da benim cinsten bir insandı. Ama benim gibi herkesle konuşmaz, herkesle içli dışlı olmazdı. insanlardan çok çekmiş de ondan mı, nedir? Yoksa o, göründüğünden başka insandır. iyi insandır yani.”

Anlatıcı yaşanmış, bitmiş bir olay’ın/durum’un tanıklığını aktaran konumundadır. Bir yaz gününe döner. Bir kahvede oturuyordu. ilk anki gözlemlerini yansıtır : “Masanın üstünü bir parmak toz kaplamıştı. Güneş, şeker sandıklarından ve gaz tenekelerinden yapılmış sebzeci barakalarının üstünü buğulandırıyordu. Ötede beride yarım pabuçlu, çatlak topuklu, kapkara gözlü, gözlerinin yanı kırışmış köylüler tembel tembel dolaşıyorlardı. Ayağımın dibinde, kahvenin sıcağının gölgesinde hantal, dişleri dökülmüş kocaman bir çoban köpeği uyuyordu. Sinek, alabildiğine sinek. .. Masanın üstünde kenarlarında kahve bulaşığı kalmış ağzı kırık bir fincan duruyordu.”

Sonra, Tahir’le rastlaşma an’ı. Ve karşılıklı diyalog başlar. Burada hem anlatıcının, hem de Tahir’in kasabadaki yalnızlıklarının, dışlanmışlıklarının ilk imleri verilir :

“Size,” dedi, “kardeşim, size iş vermiyorlar. Vermezler de. Vermesinler be kardeşim. Acından ölmüş mü var? Acından ölmüş mü var kardeşim. Hiç üzülmeyin kardeşim. Hayat bu... Şey işte... Nolacak yani ... Yani kardeşim, ben sizi çok severim. İnsanlar anlamazlar böyle adamları. Beni de kardeşim, beni de anlıyorlar mı aziz kardeşim?”

“Boş ver be,” dedim.

‘Tabii boş ver, be kardeşim. Yani ben de kardeşçiğim, ben de bir dul karının oğluyum. Öldük mü yani? Bırakmadılar etmediklerini, bırakmadılar kardeşim.”

Buradaki son cümle, bir bakıma, Tahir’in durumunu sezdirmekle birlikte; anlatıcının neyi anlatmak İstediğini de imler.

Bu rastlaşmada bir ‘yazgı’ ortaklığı vardır. İkisi de kasabada dışlanmış, yaptıkları anlaşılmamıştır.

Anlatıcı, Tahir’i anlatmaya, onunla ilgili şu bilgileri vererek başlar:

“Onun benim hakkımda bildikleri kadar, belki daha da çok, onun hakkında bilgiye sahiptim.

Kasabaya yarım saat kadar ötedeki köydendi. Her gün yalınayak, kitapları defterleri koltuğunda, çamur çaylak dememiş okula gelmiş. Anasından başka kimsesi yokmuş. Bir keçisi mi varmış ne... Yahut da bir ineği... Her gün kasabaya yoğurt getirir satarmış.

Yalınayak başı kabak, ilkokulu bitirmiş. Sonra kaybolmuş.

Duyduğuma göre Ziraat Okuluna girmiş. Sanırım siyasi sebepten, oradan kovulmuş.

Kasabada tenekeci dükkanı açmış. Sonra batoslarda makinistlik, ne bileyim ben, daha bir sürü işler.”

Daha sonra da, öykünün asıl nirengi noktasını oluşturacak olan, Tahir’in öyküsünün öyküsünü anlatmaya başlar. Burada, kasaba civarında “Tahir’in bahçesi” adı verilen portakal bahçesinden, buna dair bir söylentiden söz eder : “Dediklerine göre, bu bahçeyi Tahir yetiştirmiş. Toprak ağadan, çalışma Tahir’den yarıya... Ortaklık. .. Sonra ağa netmiş etmiş, elinden almış bahçenin tümünü Tahir’in.”

Tahir, ayrılmadan önce, anlatıcıya şunları söyler : “Kardeşim,” dedi, “niçin girdim Ziraat Okuluna, biliyor musun? Toprağı ve insanları sevdiğim için. Toprağı ve İnsanları sevdiğim için, kardeşim. Tek gerçek, kardeşim, toprak ve insan.

Anlatıcı, bu merakla, “neden ayrıldığı”nı sorar. Onun yanıtı : “Öyleyse neden mi ayrıldım? Toprağı ve İnsanları sevdiğim için. Toprağı ve insanları sevdiğim için, kardeşim. (...) Ben toprağı ve insanları seviyorum. Toprak alabildiğine geniş, uçsuz bucaksız. Ve yaratıcı. Toprağın yüreği var. Toprağın kardeş yüreği

Tahir’in doğaya tutkusunu, insanlara sevgisini yine onun sözleriyle aktarır : “Söyle dünyada bir başak kadar güzel şey var mıdır?”

Alnındaki terleri sildi. Eli gene çenesine destek oldu :

“Saçak saçak, apak pamuklanmış bir pamuk fidanı. .. Ne güzeldir değil mi? Bundan daha güzel şey olur mu? Allah aşkına? De be, bundan güzel şey olur mu kardeşim? Kış portakalları... Yeşil... Yeşil arasından çıkı çıkıveren turuncu yuvarlaklar. .. Bak kardeşim, bütün bu güzellikleri, bütün bu güzellikleri yalnız insanlar görüyor, insanlar seviyor. Ya kardeşim. Ben toprağı ve insanları sevdiğim için... Ya kardeşim... Bir ana, çocuğunu, bir aşık sevgilisini ne kadar, bir dost, dostum, ne kadar sever biliyor musun, cancağzım? insanlar iyidir. insanları seviyorum. insanları mayasındaki iyiliğin yanında, kötülük vız kalır. Yaa, kardeşim, vız kalır.”

Tahir, bu tutku ve duygu dolu sözlerinden sonra; insanlık durumunu dile getiren düşüncelerini açar ona : “Ben biliyorum insanları bu hale getireni. Kardeşim, ben biliyorum işte. Sen hiç karınca yuvası gördün mü? Ben karıncaları da çok severim. Nasıl çalışırlar... Ya onların dünyasında da böyle ise? içerde ne geçtiğini kim bilir? Ben hep seyrederim karıncaları. Ya içerde oturup da hiç çalışmayan bir karınca varsa? Yoktur her halde canım. Olmaz öyle şey.”

Anlatıcı, buraya kadar, o rastlaşma an’ından aktardıklarıyla, Tahir’in uğradığı haksızlığı ve çabasının ne olduğunu anlamaya/anlatmaya çalışır. Onun öyküsüne hem içten, hem de dıştan bakar.

Öykünün ikinci bölümü diyebileceğimiz kısımda, anlatıcı bir başka gün ve mekandan söz ederek, anlatmaya başlar: “Yağmur yağmış, güneş açmıştı. Gök alabildiğine maviydi. Güney yönünde ak bulutlar vardı, top top. Topraktan ince bir buğu yükseliyordu ...”

Tahir, onunla, adı verilen bahçeye doğru yürürler. Bahçenin bakımsızlığını, durumunu görünce öfkelenir ve öyküsünü anlatır :

“‘Biliyor musun kardeşim, bu bahçeyi ben yetiştirdim.’

‘Yaaa’ dedim.

‘Ben yetiştirdim. Çocukluğumdan beri gözüm bu topraklardaydı. Mektepten atılınca, ben, kardeşciğim... Buldum sahibini buranın. Dedim, ‘Kardeşim toprak senden, çalışma benden.’ Canımı dişime taktım. Bir fidan için aylarca, bir çocuk gibi uğraştım. Bir ana çocuğuna nasıl bakarsa, öyle baktım. Gençliğimi çürüttüm yolunda. Ne kıza baktım, ne kadına... Bir ağaç canımdan ileriydi benim. Bak, bak ne hale getirmişler. Bu olacak iş mi?”'

Bu ortaklığın sonunda uğradığı haksızlığı dile getirir. Bir de kasabalının, köylünün aymazlığını... Sonra, anlatıcıya, bir başka düşünü açar : “...bir yer buldum. Bir yer ki, bundan daha iyi. Zorlu zeytin olur. Ağa malı falan değil... Kız gibi. Toprak o toprak olmasaydı, canı cehennemeydi gümüş kırbaçlının. Bir zeytin olur kardeşim, deme gitsin. Para biriktiriyorum. Yıllardır, onun için para biriktiriyorum. Yemeden, içmeden .. (...) Tasavvur et kardeşim. Kız gibi toprak... Zeytinler... Büyücek fidan ekerim. Bir aşı, iki yıl sonra mahsul... Bu yıl da batosta çalışırsam kardeşim, tamam. Param olur. Bir bayram ederiz. O gün bir iyice içeriz. Değil mi kardeşim?”

Anlatıcı, öte yandan da, kendisinin o günkü durumunu anlatır. Anasıyla gündeliğe gidiyordur, “deste çekiyor”durlar.

Yine bir gün, sabah, Tahir gelip onu evlerinde bulur. Telaş içindedir. Kızgındır insanlara da : “Biliyor musun,” dedi, “bu insanlar namussuz. Öyle namussuz ki bunlar, köpekler gibi birbirlerini yiyorlar. Hayır hayır kardeşim, köpekten de beter. Köpekten de aşağı.”

Perişandır hali. Yüreğir’de batosta makinist olmuştur. Burada yaşadığı, tanık olduğu bir olayın öfkesindedir : “Bir elcibaşı var, itoğlu it. Kumar oynamayanların haftalığını yirmi beşten yukarı çıkarmıyor. Kumarcılar yüze kadar çıkıyor. Tabii üç gün sonra bütün para dönüp dolaşıp geliyor kendine. De bakayım, bunlar insan mı? Yanımda bir gün üç yüz lira dağıttı ırgata. Üç gün sonra hepsi geri geldi kendine. Ip parası ala ala...”

Anlatıcı, bu kez, onun tanıklığında tarım işçilerinin gerçekliğini aktarır. Tahir’in yaşadıkları ise, ona : “iğrendim insanlardan, lanet olsun insanlara,” dedirtecektir. O sevgisinin ne olduğunu soran anlatıcıya : “Gene severim. Daha çok seviyorum insanları şimdi. Sevmiyorum bunları. Bunlar bozulmuş. Çıkmış insanlıktan. Ben, ben gene de seviyorum.”

Öykünün üçüncü kısmında, kuracağı “zeytinlikl’le ilgili, sevindirici bir haberle çıkagelir, Tahir. Zeytinlik yapacağı yerde çalışmaya başlamıştır. Doğa ile bir al-ver içine girmiştir. Anlatıcı, bunu, Tahir’ in durumunu şöyle betimler :

Zeytinlik yapacağı yer kasabanın üst başında, dikenli kesme ağaçları, çıtırlar, koyu yeşil mersin ağaçlarıyla örtülü bir yerdi.

Arkadaşım bir taraftan çalıları ağaçları kestiriyor, bir yandan köklerini çıkarttırıyor, bir yandan da dünya kurulduğu günden beri saban görmemiş toprağı sürdürüyordu.

Oradan oraya koşuyor, çalı kesiyor, kök çıkarıyor, deli gibi bir sevinçle toprağı sürüyordu. O kadar zayıflamıştı ki, avurdu avurduna geçmiş, kapkara kesilmiş, tanınmaz olmuştu.

Bir gün çalıştığı yere gittim. Kurtarılmış yağlı toprak kapkara uzanıyor, ışıldıyor, insanın yüzüne gülüyordu.”

Yaşanılanlara tanıklık eden anlatıcının düşleri ise daha büyüktür : “Şu dağlar, fundalıklar hep zeytinlik olacak, şu koyağa kocaman bir fabrika kurulacak, yanına yönüne apak badanalı evler yapılacaktı. Bir kuyu... Artezyen... Sular fışkıracak göğe doğru. insanlar mutlu... ilk temeli arkadaşım atıyor. Yüzlerce yıl sonra bu yüzden rahat edecek insanlar, arkadaşımın adını bile bilmeyecek. Ne zorluklarla buraya ilk zeytin dikildi, bir insan iliklerine kadar çalışmayı duydu... Kimsenin aklından bile geçmeyecek. Bilmesinler... Bilseler ne olacak yani? Hiç. Arkadaşım mutlu... Çalışıyor. .. O kadar.”

Bir zaman sonra, bir ekim ayında, Tahir’in zeytinliği Şeytan Veli Ağa tarafından sürülür. Bu kez, anlatıcı, bu olayın yakın tanığıdır. Onun tanıklığında izleriz zeytinliğin tarumar edilişini.

III

“ZEYTİNLİK” öyküsü, Yaşar Kemal’in 1951 ’de yazdığı, sonradan bulunan Hüyükteki Nar Ağacı adlı ilk romanı gibi, anlatıcı kimliğinin ve yazı coğrafyasının ilk nüvelerini getirmektedir. Yazarın, anlatısının ‘anakara’sını sarmalayan gerçeklere bakışı, bunları yansıtma biçemi bu iki metinde (öykü ve romanda) bir yazarlık tavrı olarak öne çıkar. Yaşar Kemal, bu izleklerden, hatta bu coğrafyanın gerçeklerinden yola çıkarak bugünkü roman dünyasını kurmuştur. Bu anlamda, onun yazı coğrafyasının önemli bir çıkış noktası olan (diğeri de onun röportaj yazarlığıdır) öykülerinin özelliklerini, öykülerinde yansıttığı dünyaların boyutlarını “Zeytinlik” öyküsünde beliren öğelerle açıklayabileceğimizi düşünüyorum.

“Zeytinlik” öyküsünün toprak/topraksızlık sorununun gündeme gelmeye başladığı yıllarda yazıldığını düşünecek olursak. ..** Gerçi Yaşar Kemal, topraksızlığın bu boyutunu göstermiyor. Burada, daha çok, bir durumdan hatta sonuçtan yola çıkıyor. Ama arka planda ise böyle bir gerçeğin varlığını, en azından çatışma odağı durumlarla yansıtıyor.

Yaşar Kemal’in şu tavrı önemle ortaya çıkar: insanın toprak sevgisi, emeğin yüceltilmesi, çalışmanın bedeli, sonu... Ayrıca, ‘toprak işleyenindir’ mesajını da veriyor. Gerçi, o koşullarda, bunun böyle olmadığını göstermiyorsa da...

Bu öyküde getirdiği/yansıttığı ise; haksızlıklar karşısındaki inanlık durumudur. Tahir ise bunun tipik örneğidir. Burada gösterdiği tekil durum, çoğunluğun ne olduğunu/nasıl davrandığını, azınlıkta olanın gücünü göstermeye dönüktür.

Toprak-insan ilişkisi, topraksızlık, haksızlıklar, doğa... Umut, bağlılık, insan sevgisi, emek, köylünün gerçekliği, ağalık düzeni, bürokrasi, dışlanmışlık, ezilmişlik. .. Bütünüyle bu öğeler onun öykü coğrafyasında yer alır. Bu anlamda, “Zeytinlik” öyküsünde beliren şu öğeler ve özellikler, Yaşar Kemal öyküsünü daha iyi anlamaya, tanımaya kapı aralıyor. Bunları da bu öyküden yola çıkarak şöyle öbeklendirebiliriz :

1)      a) Öyküde anlatıcının konumu, işlevi, anlatım biçemi;

b) Öyküde yer/mekan, zaman öğesinin yansıtılması;

c) Öykü kişisinin koşullar içindeki durumunun sergilenmesi;

d) Durum/atmosfer öyküsünün özelliklerinin verilmesi;

e) Öyküde betimleyici yanın öne çıkması;

f) Öyküde değişim öğesinin gösterilmesi;

g) Öykü içinde öykü anlatma tekniğini kurma;

h) Yaşanan an’lardan yaşanıp bitmiş an’a dönerek tanıklığı aktarma.

2)      a) İzlenim/gözlemlerin aktarılması.

•        Yaşar Kemal’in gözlemci gerçekçi öykücü kimliğinin belirmesi.

b) Çevre ve doğa betimlemelerine yer verilmesi.

•        Yaşar Kemal öykülerinde sık sık bunlara yer verecektir.

c) Bir durumdan yola çıkarak, arka planda olanların öykülenmesi, ‘olay’ yaratabilecek boyutların yansıtılması.

•        Yaşar Kemal, ‘olay’dansa durum/atmosfer öyküsünü yeğler.

d) İnsan ilişkilerinin çatışma/çelişme boyutlarını yansıtması.

•        Yaşar Kemal öykülerinde bunu sıklıkla işler.

e) Onun öyküsünün ana izleklerinin ilk örneklerini bu öyküde görürüz.

•        Yaşar Kemal; doğa-insan, ilişkilerini sıklıkla işler. Bir doğa figürü olan ‘toprak’ (betimi, insanın bununla ilişkisi), ‘toz’ ‘tozlu yollar’, ‘ortaklık’, ‘ağalık’ kurumu, haklı-haksız ilişkisi, çalışan çocuk, emek çelişkisi...

f) Anlatımda hem dıştan bakışın, hem de içten bakışın yeğlenmesi.

•        Yaşar Kemal, öykülerinde bu tür bir yöntemi yeğler.

g) Yöre, yani Çukurova (güney kasabası) gerçeğine bakışı temel eksen alma

• Yaşar Kemal, 22 öykülük biçiminde (bir iki öyküsü dışında) öykülerinin tümünde Çukurova gerçeğini eksen alır, öykülerinin konuları burada geçer.

h) Emek, inanç, bağlılık, tutku, sevgi, umut, umutsuzluk, çalışma aşkı, doğanın olumsuz koşullarının verilmesi, okuma aşkı, dışlanmışlığın sergilenmesi.

•        Yaşar Kemal, öykülerinde bu temaları yoğunlukla işler.

ı) Toprak İnsanına bakış, köylülüğün durumunun olanca gerçekliğiyle, hiç de popülist olmayan bir bakışla yansıtılması.

•        Yaşar Kemal, öykülerinde bu bakışı hep egemen kılmıştır.

Görüldüğü gibi, “Zeytinlik” öyküsü Yaşar Kemal öykücülüğünün birçok özelliğini içeren bir yapıya sahiptir. İlk metin olması bu açıdan önemlidir. Buradan hareketle onun öykü dünyasına baktığımızda; yaratıcılığının izlerini görmemiz mümkündür. ilk ve tek olan metnin yapısal kuruluşu, yazarın dil örüntüsündeki özeni, adeta sonraki öykülerin muştulayıcısıdır. Çukurova gerçeğine bakışını temellendirdiği söyleminin sonraları daha da gelişerek zenginleşip sürdüğünü göreceğiz.

Buradan Sarı Sıcak a aralayacağımız kapı, Yaşar Kemal’in öykü dünyasının ve romancılığının biçimlendiği süreçleri değerlendirmemizde önemli bir adım olacaktır. M

‘“Zeytinlik" öyküsü “Adam Öykü” dergisinin 11. Sayısında (Temmuz-Ağustos 1997) yayımlanmıştır. Alpay Kabacalı’nın “Sarı Defterler Arasından Çıkan ‘Zeytinlik' Öyküsü" açıklaması İse öykünün bulunuş öyküsünü anlatmaktadır.

**Toprak Kanunu 11 Haziran 1945’te meclisten çıkmış. “Orman Kanununa Bazı Hükümler Eklenmesine ve Bu Kanunun Birinci Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 9 Temmuz 1945 te kabul edilmiş, 13 Temmuz 1945'te de Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Tek Parti Hükümeti'nin getirdiği “toprak reformu” kanun tasarısında, topraksız ve az topraklılara dağıtılmak üzere 50 dönüme kadar arazinin kamulaştırabileceği öngörülmektedir. Bu madde mecliste büyük tartışmalara neden olmuştur. Öyle ki, Demokrat Parri'nin kuruluşuna kadar gidilmiştir. CHP’den ayrılan bir gurup bu oluşumu gerçekleştirmiştir.


 

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült