Şimdi kendi kendime şu soruyu sormak isterim: Psikiyatrik bir kitapta
sürekli şairlerden söz etmek, şiirlerden alıntı yapmak estetiği çok
fazla ön plana almak mıdır yoksa? Bunlar acıya ve hastalığa, acıyı ve
hastalığı düşünme konusuna, yabancı değil midir?
Buna ilişkin olarak, 1939'da İtalya'dan ayrılıp Amerika Birleşik Devletlerine göç ederek New York Medical College'in Klinik Psikiyatrisinde profesör olan, sayılı ünlü İtalyan psikiyatrlarından, Musevi kökenli Silvano Arieti'nin yazdıklarına değinmeden edemem. Kendisi, psikotik deneyimler ile yaratıcı deneyimler arasındaki ilişkileri araştırdığı bir kitabında, çok güzel şeyler yazmıştır.
Bana göre, şiir; günlük hayatı aşmamızı ve hiç umulmadık güzellikler ve hiç beklenmedik hakikatler bulmamızı sağlayan sihirli sentezlerden biridir. Sözünü ettiğim aşma durumu, dünyayı reddetmek anlamına gelmez. Sihir, dünyayı yeniden keşfetmemizi, Thomas Cray ile okyanusun hiç keşfedilmemiş karanlık mağaralarında değerli taşlar bulmamızı ve Richard Lovelace ile birlikte hapishane hücrelerinin parmaklarından ve duvarlarından geçmemizi sağlar. Statfordon Avon'un şairiyle, "ceviz kabuğuna kapanıp da, kendimizi sonsuz mekanın kralı hissetmemizi", bu yüce başkalaşımı, sağlayan şey, sihirdir.[1]
Psikiyatrinin sadece kuramsal değil, klinik dünyasını da değiştiren Ludvvig Binstvanger'in ve V. E. von Gebsattel'in ve de Silvano Arieti'nin andığımız eseri ile G. E. Morselli'nin metinlerinde psikiyatri ile şiir arasında var olan karşılıklı konusal bağıntılar net bir şekilde vurgulanmıştır; bu kitaplar okunurken, bazı psikopatolojik deneyimlerin anlaşılması ve açıklığa kavuşması yönünde lirik sezinin oynadığı esaslı rol karşısında hayran kalmamak elde değildir. Yalnızlığın ve sessizliğin anlam ufukları hakkındaki söylemim Francesco Petrarca'ıun ve Giacomo Leopardi'nin, Emily Dickinson’ın ve Rainer Maria Rilke'nin, Antonia Pozzi'nin ve daha başka alıntı yapabileceğim şairlerin şiirsel deneyimleri sayesinde zenginleşmekte, yalnızlığı yaşama biçimlerinin anlamlarına, duygusal yoğunluğuna, etki gücüne, derinliğine ve köktenliğine daha derinden bakılmasını sağlamaktadır: şiirlerde, içselliğin, öznelliğin, yaratıcı imgelemin uçsuz bucaksız alanları harekete geçer; yalnızlık kavranılır ve gizli saklı kalmış olduğu dağ eteklerinden gün ışığına çıkarılır. Ancak sonsuz sayıdaki insan duygulanımlarını yansıtan içsellik ve öznellik konusu; delilikte var olan derinden derine insani olguları araştırmakla mükellef olan her psikiyatri dalının alanına (da) girmez mi?
Yalnızlık ve sessizlik gibi duygusal deneyimlerin kökenini, büyük şiirsel ilhamlar olmaksızın kavramak olanaksızdır.
(Paul Celan'ın şiire yüklediği ideal hedeflerin albenisini, psikiyatrinin hissetmemesi mümkün müdür?
Özgün şiir yazmak, otobiyografik bir şeydir. Şairin vatanı, kendi şiiridir, vatanı bir şiirden diğerine değişir. Uzaklıklar çok eski, ebedidir: Her şiirin kendini mini minnacık bir yıldız olarak ortaya koymaya çalıştığı o alan gibi sonsuzdur. Onun ben'i ile onun sen'i arasındaki uzaklık kadar da sonsuzdur. Köprü her iki yandan, her iki taraftan kurulur: Ortada, yol ortasında, ana direğin öngörüldüğü yerde, üstte ya da alttadır şiirin mekanı. Yukarıda: Görünmez ve belirsizdir. Altta: Uzak, sonsuzluğa uzanan bir geleceğin umudunun uçurumundadır.)