Kendi Kendine Sorular
Ahmet Altan
Belki en büyük savaşları kendi içimizde yaşıyoruz, arzularımız
korkularımızla çarpışıyor, özlemlerimiz kuşkularımızla vuruşuyor,
hayallerimiz acı tecrübelerimizin bize kurduğu pusulara düşüyor, mutluluğa
doğru coşkulu bir koşu tutturma isteği en olmadık anda kaçıp gidecek huzurun
ihanetinden endişeleniyor.
Özgürlüğe kendimizi bir boşluğa bırakır gibi bırakma dürtüsü, bizim
özgürlüğümüzün bir başkasının esaretine yol açacağının tedirginliğiyle
kuşatılmışken biz özgür olabilir miyiz sorusu büyüyor içimizde. Geçmişe olan
borcumuz geleceği yaratma gücümüzü zayıflatıyor. Alışkanlıklarımız
heyecanlarımızla boğuşuyor.
Kendi kendimizle savaşıp, cevaplarını bilmediğimiz sorularla allak bullak
oluyoruz.
Bizim isteklerimiz başkasına acı verecekse, isteklerimizden vaz mı
geçmeliyiz, vazgeçmenin bize çektireceği acı, sevdiğimiz birinin çekeceği
acıdan daha mı az yaralar bizi?
Sevdiklerimize olan borcumuz ne, peki kendimize olan borcumuz?
Bu hayatı nasıl yaşamalıyız?
Huzuru mu aramalıyız heyecanı mı?
Yaptıklarımızdan pişman mı oluyoruz yoksa yapmadıklarımızdan mı, gelecekte
hangisi takılır aklımıza? Bizim mutluluğumuzun yolu bir başkasının
mutsuzluğundan geçiyorsa, değiştirmeli miyiz yolumuzu? İnsan en büyük savaşı
kendi içinde veriyor.
Birbiriyle çelişen duygularımızla hırpalanıyoruz, kimsenin görmediği bir
savaş alanı gibi içimiz, kendi ölülerimizle doluyor, duygularımızdan hangisi
galip gelirse gelsin, patlayan duygularımızla birilerinin vurulacağını
biliyoruz artık.
İsteklerimizi, coşkularımızı, özlemlerimizi evcilleştirmeli miyiz, kendi
kendimizin avcısı olup kafeslere mı kapatmalıyız ruhumuzu?
Bilinmeyenin bizde yarattığı o çıldırtıcı merakın peşinden mi koşmalıyız
yoksa bilinmeyenden saklı olana duyduğumuz korkuyla geri mi durmalıyız.
Ne yapmalıyız, bu hayatı nasıl yaşamalıyız?
Kendimizden başka bir dostumuzun, kendimizden başka bir ordumuzun olmadığı
bir savaşta bölünen ruhumuzun hangi tarafının zaferi için uğraşmalıyız.
Hangi tarafı tutarsak tutalım neticede yine de bir tarafımıza ihanet etmiş
olmayacak mıyız, ihanetsiz yaratılamayacak bir geleceğin yükünü
taşıyabilecek kadar güçlü müyüz?
Kaçsak, gidecek yerimiz yok, kendi kendimize tutsağız, savaşsak vuracağımız
başkalarıyla birlikte yine kendimiz olacağız.
Ayaklanmış duygularımızın birbiriyle vuruştuğu bir savaş yaşıyoruz.
Geçmişten geleceğe ancak savaşla geçebiliyor ruhumuz, geçmişi olanın
geleceği savaşsız yaratılmıyor. Hem mutlu hem huzurlu, hem coşkulu hem
korkusuz, hem arzulu hem kuşkusuz olamaz mıyız,geleceği başkalarının
hayatlarına dokunmadan, onlarda acınacak yaralarla yaralanmadan yaratamaz
mıyız?
Nedir bu savaşın ardındaki sır, hangi buyu bizi bizimle vuruşturuyor, hangi
korkunç kader geçmişimizi geleceğimizle çarpıştırıyor?
Huzur bütün duygularımızı barış içinde tutmaksa eğer, hiç mi huzurlu
olamayacağız, bir huzursuzluğa mı mahkumuz? En korkunç savaşı kendi içimizde
yaşarken, ne yapmalıyız?
Kim akıl verebilir bize? Kim bize yol gösterebilir?
Savaşa savaşa, her savaşta bir parçamızı öldürerek mi yürüyeceğiz hayatın
içinde? Her mutluluk bir acıdan mı süzülecek?
Pusularla, ihanetlerle, saldırılarla, geri çekilmelerle, mütarekelerle,
kaçışlarla, esaretlerle dolu bir savaşı yalnız başımıza yaşıyoruz, kim galip
gelirse gelsin bir tarafımız hep yeniliyor.
Yenilmeden galip gelemiyoruz.
Her zafer bir yenilginin izini bırakıyor derinimizde.
Zaferlerimiz kadar da yenilgilerimiz oluyor.
Kendi kendimizle savaşarak yürüyoruz.
Ve savaş, biz bittiğimizde bitiyor ancak.