Gizemli Bir Yaşam Ve Umutsuz Aşkın Şairi Emily Dickinson

Anıl Meriçelli & Oğuz Cebeci



Amerikalı kadın şair Emily Dickinson 1830 yılında Massachusetts eyaletinin Amherst kasabasında doğdu. Bazı eleştirmenlere göre Dickinson Amerikan edebiyatının en büyük, en değerli kadın şairidir. Bazılarına göre de Yunan şairi Sappho'nun dışında, dünyada hiçbir kadın onun kadar güzel şiir yazamamıştır.

Emily Dickinson birçok dillere çevrilen şiirleriyle, Edgar Ailen Poe ve Walt Whitman'dan sonra ondokuzuncu yüzyıl Amerikan Şiirine damgasını vuran şairlerden biridir.

Ben Emily Dickinson’ın şiirlerini çok seviyorum. Geçen yıl Antalya'da çıkan "İNSAN" dergisinde yayınlanan bir yazımda, ona kızkardeşim Emily Dickinson demiştim. Çünkü onu gerçekten kızkardeşimmiş gibi seviyorum. Onun ömür boyu yaşadığı yalnızlığı, gizem dolu yaşamını; eş anlamlı, çift anlamlı dizelerini; kendine özgü şiirlerini çok seviyorum.

Emily Dickinson'ın şiirlerini ilk kez lise öğrencisiyken Robert Kolej'de okumuştum. Bize İngiliz-Amerikan edebiyatını öğreten, İngiliz-Amerikan Şiirini sevdiren hocamız Profesör MacNeal de Dickinson'ın şiirlerini çok severdi. Onun kişiliğine ve şiirlerine özel bir ilgi duyardı. Londra'da geçirdiğim 1958-1961 yılları arasında Dickinson'la ilgili birçok kitap okudum. Geçen yıl değerli şair, değerli çevirmen Ahmet Necdet'le birlikte Dickinson'dan birçok şiir çevirdik. Bizden önce bu ünlü Amerikan şairini Türkçe'ye çeviren Oğuz Cebeci'nin ve Dost Körpe'nin kitaplarını inceledim.

Oğuz Cebeci "Seçilmiş Şiirler"e yazdığı önsözde (Korsan Yayınları, Kasım 1993) Emily Dickinson'ın şiirlerini yorumlarken, onun için en büyük iki tutkudan biri aşksa, öbürü de ölümdür; diyor. Aşk ve ölüm. Ayrılık ve keder. Umut ve umutsuzluk. Dickinson Mrs. Holland'a yazdığı bir mektupta, "Ölümden ve aşktan daha büyük bir şey var mı?" diye soruyor. Emily Dickinson bu iki konuya yönelirken istek, beklenti, önsezi, korku, kayıp, keder gibi ara duyguları da yoğun bir biçimde yaşıyor. Şiirlerinde yalnızlığın doğasını keşfetmeye girişen Emily, başkalarıyla birlikte erişemeyeceği bir derinliği, tek başına, yalnız yaşayarak buluyor. (1)

***

Hayattayken sadece yedi şiiri yayınlanan Emily Dickinson, elli altı yıllık ömründe tam bin yedi yüz yetmiş beş şiir yazmış. İnanılmaz bir gerçek bu. Tam bin yedi yüz yetmiş beş şiir. Bu gerçek beni ürkütüyor. Şaşırtıyor daha doğrusu. Elime kağıt kalem alıp hesaplamaya çalışıyorum. Herhalde ömrünün ikinci yarısında Emily her gün bir ya da iki şiir yazmış. Düşünebiliyor musunuz? Yakın çevresi, aynı çatı altında yaşayan annesi, babası, kızkardeşi bu gerçeğin farkına varmamış. O hayattayken kimse farkına varmamış. Onun büyük bir şair olduğunu kimse anlamamış.

Emily Dickinson'ın yaşam öyküsüne baktığımızda büyük bir yalnızlık, hüzün ve gizli bir aşkın pırıltılarını' görüyoruz. Önceleri hayat dolu, şen şakrak bir insan olan Emily, yirmi dört yaşından sonra köşesine çekildi. Bilinçli bir şekilde yalnızlığı seçti. Yalnızlığın en yoğun biçimini yaşadı. Yakınları tarafından, ömrünün bu kısmında evden dışarı çıkmadığı söylenir. Yaşam deneyimi ve coğrafyası, yaşadığı kentle sınırlıdır.

Dickinson şiirde eş anlamlılığı ve yarım uyağı savundu. Yalın benzetmelerin, şiiri meydana getiren temel öge olduğunu gösterdi. Hayattaki küçük, önemsiz ayrıntıları, büyük evrensel bir şiire dönüştürdü. Günlük hayatın sadeliğini, sıradanlığını yaşadı. Gizli, gizem dolu, umutsuz bir aşk yaşadı. Yalnız yaşadığı halde, hayatı çok sevdi. Yalnızlığıyla haşhaşayken şiire sığındı. Romantizmden kendi ölçüleri içinde yararlandı ama genellikle içe dönük şiirler yazdı. Emily Dickinson için yalnızlık öyle bir yaşam tarzıydı ki, bir Şiirinde:

Daha yalnız olunabilirdi Yalnızlık olmasaydı" diyor. Hıristiyanlıkla ilgili düşünceleri karmakarışıktı. Bu konuda ailesiyle inanç ayrılığına düştüğü bile söylenir. Ama Tanrı'yla ilişkileri çok içtendi. Cennet'in yeryüzünde olduğuna inanırdı. İşte YAŞAM ŞİİRLERİ'nden bir örnek:

"Cenneti yukarıda hiç bulamaz

Aşağıda bulamayan,

Tanrı'nın konutu benimkiyle yanyana

Eşyası aşktan."

(Türkçesi: Anıl Meriçelli/Ahmet Necdet)

 

Aynı şiiri Dost Körpe de Türkçe'ye çevirmiş Onun çevirisi şöyle:

 

AŞAĞIDAKİ CENNETİ BULAMAMIŞ OLAN

Aşağıdaki cenneti bulamamış olan

Yitirecektir yukarıdakini.

Tanrı'nın meskeni benimkinin yanında,

Mobilyası ise sevgi.

(Ve Melekler Biliyor Ötesini, Sayfa 33)

 

Daha önce de belirttiğim gibi Emily Dickinson'un yaşamı gizem doluydu. Aşkı, yalnızlığı gizem doluydu. Kendisi yirmiüç yaşındayken, kırk yaşlarında bir din adamına aşık olmuştu. Dost Körpe, çeviri kitabına yazdığı önsözde bu olayı şöyle anlatıyor: “Görünürde sessiz, sakin bir yaşam sürdüren Dickinson'ın yaşamının en fırtınalı olayı, babasını Washington'da ziyaret ettikten sonra geri dönerken Philadelphia'da kırk yaşlarındaki evli bir vaiz ve şairle, Charles Wadsworth'le tanışmasıydı. Wadsworth'le bilinen anlamda bir gönül ilişkisi yaşamamış olmalarına ve birbirlerini yalnızca üç kez görmelerine karşın, ona derinden bağlandığını hissetti ve pek çok Şiirinin esinini ondan aldı. Wadsworth'ün 1861'de California'ya gitmeye karar vermesinin ardından hissettiği dehşet, sonraki birkaç yıl içinde en verimli dönemini yaşamasına yol açmış, böylece yaşamına inen ölüm-darbesi, zihnine inen bir yaşam-darbesi'ne dönüşmüştü." (2)

Emily Dickinson oldukça alçakgönüllü bir şairdi. "Ben hiçkimseyim! Siz kimsiniz! / Siz de hiçkimse misiniz?" veya "Ne kadar üzücü herhangi biri olmak" diyecek kadar alçakgönüllüydü. Oysa Dickinson kesinlikle "herhangi biri" değildi. Olağanüstü bir şairdi. Belki de ondokuzuncu yüzyılın en büyük şairiydi.

***

Dickinson'ın en çok sevdiği şairler John Keats ve Robert Browning'di. En çok sevdiği yazar ise Sir Thomas Browne. Şiirlerinde ünlü Amerikan filozofu Emerson'dan etkiler taşıdığı söylenir. (E. Hartnol, The Works of Emily Dickinson, Londra, 1994).

Dickinson'ın ölümünden sonra (1886) kızkardeşi Lavinia bütün şiirlerini derleyip toparladı. Mabel Loomis Tod ve Higginson'la birlikte editörlüğünü yaptı.

Emily Dickinson'ın şiirlerinin ilk üç cildi 1890,1891 ve 1896 yıllarında yayınlandı. Daha sonra 1945 ve 1955 yıllarında bin yedi yüz yetmiş beş şiiri bir arada yayınlandı. İnsana aşkı ve ayrılığı, umudu ve umutsuzluğu, yaşama sevincini ve ölüm korkusunu birarada yaşatan şiirleri birçok dillere çevrildi. Kısa zamanda uluslararası bir üne kavuşan bu değerli şair hakkında pek çok kitap yayınlandı. Bunlardan bazıları: Emily Dickinson, An Interpretive Biography, T.H.Johnson, 1955; VJomen Writers and Poetic Identity, Magaret Homans, 1980; Emily Dickinson'ın Mektuptan (Üç Cilt), T.H. Johnson, 1958; Sexual Personae, Camille Paglia, 1992; Dickinsotı, The Modern Idiom, David Porter, 1981.

***

(1)     Derınis Donoghue'nun "Emily Dickinson" denemesinden (çeviren: Oğuz Cebeci).

(2)     Dost Körpe, Era Yayıncılık, "Ve Melekler Biliyor Ötesini" adlı kitabın önsözünden.

Anıl Meriçelli

 

"Şöhret bana düşseydi-kaçınmazdım ondan"

-Emily Dickinson

Emily Dickinson'ın ölümünden (15 Mayıs 1886) kısa bir süre sonra, kız kardeşi Lavinia ablasının odasındaki kilitli bir çekmecenin içinde, titizlikle düzenlenmiş yüzlerce Şiirin varlığını keşfederek derin bir şaşkınlığa düşüyordu. Edebiyat tarihinin en ilginç "keşifleri" arasında yer alan bu olay, yaşadığı yıllarda hemen hemen hiç kimsenin tanımadığı bir şairin, kanımca 19. yüzyıl Amerikan şairlerinin en büyüğü olan Emily Dickinson'ın dünyayla tanışma sürecinin de başlangıcını oluşturur.

New England'ın Amherst kasabasında geçen gizli saklı hayatı boyunca yalnızca yedi Şiirinin, o da değiştirilerek ve isimsiz olarak yayınlandığını gören Emily Dickinson'dan kalan büyük miras, 1775 şiir, bugün 20. yüzyıl şiir okuyucusunun yaşamını zenginleştiren en önemli kaynaklardan biridir.

1858 yılı sırasında şiirlerini düzenlemeye ve birkaç şiiri biraraya getiren "kitapçıklar" oluşturmaya başlayan Emily Dickinson'ın ilk dönem çalışmaları hakkında bilgi yoktur. Özellikle 1862 (366 şiir), 1863 (140 şiir) ve 1864 (200 şiir) yıllarında en verimli dönemini yaşayan yazar, sayıca azaltmakla birlikte, şiir yazmayı, yaşamının sonuna dek sürdürmüştür. Elyazısının gösterdiği değişikliklerden yola çıkılarak yazılış tarihleri belirlenen bu şiirler, kısa, çarpıcı ve inanılmaz derecede yoğun duygularla dolu küçük mücevherler gibidir.

Genç kızlık döneminden itibaren, aile ve yakın arkadaş çevresiyle sınırlı ve görünürde olaysız bir yaşam sürmeyi seçen Emily Dickinson'ın yalnız kalma eğilimi, yıllar geçtikçe yoğunlaşmış ve yazarın hiç terk etmemecesine evine, hatta odasına kapanması sonucunu vermişti. Özellikle orta yaş döneminde, onu görmeye gelen konuklarla bile küçük notlar aracılığıyla görüşen Emily Dickinson, aslında kendi yarattığı şiir dünyasında ve hareketli bir yazışmanın beslediği "fiziksel olarak mesafeli" bir yakınlıklar ağı içinde yaşıyordu.

Bu yakınlıkların bazıları Emily Dickinson'ın hem yaşamını hem de sanatını derinden etkilemiştir. Bunlardan ilki Emily'nin babasının hukuk bürosunda çalışan ve yazarı Bronte kardeşlerle ve Emerson'la tanıştıran Benjamin F. Newton'dur. Newton'ın erken ölümünün yarattığı boşluğu ise, Emily'nin 1858-59 yıllarında tanıdığı ve aşık olduğu bir din adamı, Reverend Charles Wadsworth dolduracaktı. Wadsworth'un 1859 ve 1880 yıllarında Emily'nin Amherst'teki evine yaptığı iki ziyaretin dışında hiç karşılaşmadıkları düşünülen bu iki arkadaşın ilişkileri, şairin "yaban geceler" ve "kaybediverdim tam kurtarıldığımda" gibi en önemli bazı şiirlerini yazdığı son derecede gerilimli bir döneme rastlar. Wadsworth'un Philadelphia'dan San Francisco'ya gitmeye kararı, şairin "yazınsal danışmanı ve hocası" olarak seçtiği Higginson'a yazdığı ve Newton'dan da söz ettiği bir mektupta şöyle anlatılır: "Sonra bir başkasını buldum ama o da benim öğrenci olmamla yetinmedi ve ülkeyi terketti". Wadsworth'a yakın olamadığı takdirde duygularını ve aklını kontrol edemeyeceğine inanan Emily Dickinson, tümüyle beyazlara bürünmeye başladığı ve "beyaz seçim" adını verdiği bu acılı dönemi olağanüstü bir Şiirsel verime dönüştürerek atlatıyordu.

Öte yandan, sanatını gerçek anlamıyla bir türlü kavrayamayan Higginson'la kurduğu "sözde" öğretmen-öğrenci ilişkisi, Emily Dickinson'ın "özel" bir okuyucuya ve Şiirini paylaşmaya yönelik gereksinimini ortaya koyar. Aynı şeyi The Republican'ın editörü Samuel Bowles ve çalışma arkadaşı Dr. J. G. Holland'la kurduğu bağlantı için de söylemek mümkündür.

Buna karşılık, erkek kardeşi Austin'in eşi Susan ve dönemin tanınmış kadın yazarlarından ve belki de Emily Dickinson'un sanatını gerçekten anlayan tek kişi olan Helen Hunt'la kurduğu bağlantılar daha ilgi çekicidir. Kendisine yayınlamayı ertelemesini öneren ya da "editörün mor renkli kalemini" acımasızca kullanarak şiirlerini zedeleyen bu "öğretmen erkeklerin" aksine, Emily Dickinson'ın dehasını kavrayan Helen Hunt’ın çabalarının, yayın umudunu kaybeden ve iyice içine kapanan yazarı ikna edememesi ise üzücüdür: "Bir gün, birbirimizi tanıyabileceğimiz bir yerde sizi bulacağımı umuyorum. Sizi sıkmadığı zamanlar bana yazmanızı çok isterdim. Elimde içinde birkaç Şiiriniz olan bir defter onları sık sık okuyorum siz büyük bir şairsiniz ve sesinizi duyurmamanız da yaşadığımız güne bir haksızlık insanların ölü diye adlandırdıkları duruma geldiğinizde bu cimriliğinize üzüleceksiniz."

Emily Dickinson'ın Şiirinin en ilgi çekici yanlarından biri, yazarın bir türlü üstesinden gelemediği bir tür "yakalanıp götürülme" duygusudur. Bir bakıma "küçük kız" kimliğinden hiçbir zaman uzaklaşmayan Emily, oyun oynayan öbür çocukların arasından ansızın alınıp götürülen ve başına gelen olayın niteliğini kavrayamayan, ama haksızlığını ve acımasızlığını sezdiği bu durum karşısında buruk ve kederli bir sesle yakman bir oyun çocuğu gibidir. Özellikle ölüm şiirlerinde sık sık karşımıza çıkan bu kimlik, dünya olduğu yerde kalırken ve yaşam bilinen akışını sürdürürken, oyunun dışına atılan ve haksızlığın şokunu bir türlü atlatmayan küçük bir kızdır. Bu küçük kızın acı yakınması Dickinson’ın çok sevdiği "bobolinklerinı" ötüşü gibidir. Yükseklere çıkan birkaç nota, hem neşeli hem de kederli bir melodiyi ruhumuzun derinliklerine taşır. Bu yalnız ve kaybolmuş bir çocuğun, hepimizin, yüreklerimizin şarkısıdır.

 Oğuz Cebeci

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Edebiyat

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült