Şiir yazmasına izin vermesi için ustası Halaf al-Ahmar'a başvuran Abu Nuwas
(VIII. yy.) ondan şu yanıtı almış: "Bin eski şiiri ezbere öğrendiğin zaman
şiir yazmana izin vereceğim." Abu Nuwas bir süre ortalıktan çekilmiş, sonra
gelip ustasına istediği sayıda şiir ezberlediğini bildirmiş, ustası
çırağının ezberlediği şiirleri birkaç gün dinlemiş. Ezbere okuma işi bitince
Abu Nuwas isteğini tekrarlamış. Bunun üzerine Halaf öğrencisine ezberlediği
şiirleri unutmadıkça şiir yazmasına izin vermeyeceğini bildirmiş. Abu Nuwas
ustasına şöyle yanıt vermiş: "Çok zor, bu şiirleri öğrenmek için çok
uğraştım." Ama ustası görüşünde direnmiş. Bunun üzerine Abu Nuwas bir
çilehaneye çekilip şiirden uzaklaşmaya çalışmış. Ezbere öğrendiği şiirleri
unutunca ustasının yanına dönmüş. Ancak o zaman ustası ona şiir yazması için
icazet vermiş.
Bu kıssanın, Arap Şiirine özgü anlamının dışında, genel planda bir çift anlamı var: "Senden önceki şiiri çok iyi öğren, ama hemen unut!" Bunun da daha geniş bir anlamı var: "Geleneği iyi öğren, ama sakın ona bağlanma!"
Başka yazarlardan yapılan alıntılar hem yararlı, hem de tehlikelidir. Yaptığınız alıntı eksik ise ve kaynak metinde yüklendiği anlamın dışında kullanılıyorsa çok tehlikelidir. Bunun tersi elbette yararlıdır.
Yazarların meslektaşlarına ve okurlarına yaptıkları bir başka kötülük de yararlandıkları kavramları bütün kapsam ve boyutlarıyla değil, kendi amaçlarının dar çerçevesi içinde kullanmaları...
Ciddi bir yazın ortamında vebadan kaçarcasına kaçınılan bu tür davranışlar, Türkiye yazın ortamında neredeyse gelenekleşmiştir. Örneğin şiir bağlamında gelenekten söz açanlar gelenek kavramını biçime indirgerler, sanki gelenek yalnızca biçimi kavrar ve kapsarmış gibi ve hemen T.S. Eliot'tan alıntı yaparlar. Oysa T.S. Eliot gelenek'i bir biçim tekrarı ya da biçimden yararlanma olarak görmez; ona göre gelenek bir kültür, bir uygarlık, bir tarih sorunudur; daha genel planda bir toplumsal ve ulusal sorundur. T.S. Eliot Gelenek ve Bireysel Yetenek (1919) başlıklı yazısında hiç kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde açıklar bunu:
"Gelenek, hemen bir önceki kuşağın başarılarını eleştirmeksizin körükörüne öykünmek anlamında kullanılacaksa, kesinlikle ondan kaçınılmalıdır. Buna benzeyen ve doğar doğmaz kaybolup giden akımlar gördük; yenilik tekrardan daima daha iyidir. Gelenek bundan daha geniş bir anlama sahiptir. O, hiçbir gayret sarfetmeksizin edinilecek bir miras değildir. Eğer geleneğe sahip olmak istiyorsanız, çok gayret sarfetmeniz gerekir. Geleneğe sahip olmak için önce 'tarih bilinci1 geliştirmeye gereksinim vardır. Tarih bilinci ise yirmi beşinden sonra da şiir yazmaya devam etmek kararında olan herkes için kaçınılmaz bir şeydir. Tarih bilinci, yalnızca 'geçmişin' geçmişliğini bilmek değil, fakat onun 'şimdi'de de var olduğunu anlamak demektir. 'Tarih bilinci' olan bir şair, yalnızca kendi zamanının bilincini dile getirmekle kalmaz. Onun için Homer'den bu yana bütün Avrupa edebiyatı ve onun içinde düşünülmesi gereken kendi ulusunun edebiyatı da aynı anda vardır ve bütün yazınsal yapıtlar organik bir bütün oluştururlar."
Gelenek neleri içerir? Gelenek, bir dünya görüşünü, bir toplumsal ideolojiyi, bir hayat felsefesini, bir çağ zihniyetini, bir yaşama tarzını, bir kültürel bütünlük ve yapıyı ve bir tarih bilincini içerir. Divan Şiirinin işte bu bağlam ve kalemlerde değerlendirilmesi gerekir. Divan şiiri bir sözcük dağarcığı, ölçü ve uyak düzeni değildir yalnızca. Kimi şairin divan Şiirinin görsel yapısını (beyit) tekrarlaması, ses katmanının yapısından değil melodik olanaklarından yararlanması, bir geleneğin sunduğu Şiirsel ve estetik olanakları kullanma olarak değil, bir tür tecimsel eylem olarak değerlendirilmelidir. Bu tür tecimsel eylemi tarihsel ve Şiirsel açıdan doğru bulup savunan yazar ve eleştirmenler ise, ya bilgisizdirler, ya da ideolojik yan tutmanın bağnaz sınırlarını aşamamaktadırlar.
Özgür koşuk sayesinde, 1800 ortalarından itibaren, şiir biçim olarak büyük oranda evrenselleşti. Bu evrenselleşmenin yanısıra çağını aşmış içerikleriyle geleneksel şiir biçimlerinin (formlarının) sürdüğü de görülüyor. Örneğin Sonnet gibi.
Bütün yazınsal yapıtlar organik bir bütün oluştururlar. Bunun en çarpıcı örneğini ülkemizden verebiliriz: ülkemiz okurlarının büyük bir çoğunluğuna, Aragon Fuzuli'den, Neruda Nedim'den, Ritsot Baki'den çok daha yakın. Bu yakınlıktan dolayı ülkemiz okurları köksüzleşme ile elbette suçlanamaz, ülkemiz okurları ile Lorca, Aragon, Neruda, Ritsos, vb. şairler arasındaki duygusal, düşünsel ve estetik yakınlık, bütün yazınsal yapıtların organik bir bütün oluşturduklarını doğrulamaktadır. Doğal olarak, yazınsallık işlevlerini sürdüren metinlerden söz ediyoruz.
Tuhaftır, bizde, ne zaman gelenek söz konusu olsa, ardından hemen yararlanmak sözcüğü gelir, oysa, ülkemizde bu tür yazılara kaynaklık eden yazısında T.S.Eliot bir kez olsun yararlanmak sözcüğünü kullanmıyor. Onun gelenekle ilgili olarak sık sık kullandığı sözcük: Bilmek!
Yazımın başına aldığım Abu Nuwas anekdotunda bir oyun sezinliyorum: Bir şair adayının bin şiir ezberledikten sonra bunun tümünü unutması olası mı? Elbette değil. Belki bu bin şiir toplamı şair adayının belleğinde ayrışıp birbirine girerek, bir kaos, bir sözcükler, görüntüler, sesler, imgeler cangılı yaratıyor ve yazma ya da söyleme icazeti aldığı zaman Şiirini bu cangılın üzerinde kuruyor. Bir Şiirsel yapıyı yıkıp onun malzemesiyle kendi Şiirini inşa ediyor. Divan Şiirinin mazmunlarını üreten mekanizma da bu galiba.
Bir şaire falanca ya da filanca gelenekten yararlan diye talimat verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Divan Şiirine benzediği, ya da onu andırdığı için hiçbir şiir iyi şiir olamaz; benzemediği, andırmadığı için de kötü olamaz. Bir şair kendi ülkesinin eski ve yeni Şiirini bilmediği, dünya Şiirini tanımadığı için kınanabilir. Sonuçta yazdıklarıdır önemli olan: Yazdığı şiir mi? Bu şiir özgün mü, çağdaş mı, ülkesinin şiir atlasında, evrensel şiir coğrafyasında yeri var mı?
Yazımızı Victor Hugo'dan bir alıntıyla bitirelim:
"Her büyük sanatkar, önce de söylediğimiz gibi, sanata kendi damgasını vurur. Hamlet, Shakespeare damgasıyla Scapin; Grangousier, Rabelais damgasıyla Silenos.
Her şey baştan başlar yeni şairle; bununla beraber hiçbir şey durmuş değildir. Her yeni dahi bir uçurumdur. Gene de gelenek var. Uçurumdan uçuruma köprü kuran gelenek; işte sanatın da uzayın da gizemi budur; dehalar da, yıldızlar gibi, ışınlarla ilişki kurarlar. Hangi noktaları ortaktır? Hiçbiri, hepsi.
Evet bu kaçınılmaz öğüdü çok tekrarladık, gene de söyleyeceğiz. Uyarmak, yaratmak gibi bir şeydir. Şu dahiler yok mu, onları geçemezsiniz bile, denk olabilirsiniz onlara. Nasıl? Başka olmakla."
Victor Hugo'dan bu yana, bu bağlamda, hiçbir şey değişmedi.